Zakkum ağacı (1)
Önceki En’am suresi anlatımında; özgür iradesi gökler tarafından engellenen insan, neden sorumlu tutulmaktadır, diye sormuş, Kur’an metni boyunca ara ara geçen aklı kullanmak ya da düşünmek gibi ifadelerin iman-inkâr eksenli olduğunu hatırlatmıştık. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz yedincisindeyiz. İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli üçüncü sure “Saffat” tır. (Sıralananlar)
Elmalılı tefsirinde, saffat kelimesinin anlamını saf yapanlar; hem dizilip saf olanlar hem saf dizenler olarak vermiştir. Surede geçen göksel kavramlar Allah, Biz ve Rab’dır. Sure: “Andolsun o saf bağlayıp duranlara/sıra sıra dizilenlere, sürdükçe sürenlere/o haykırıp da sürenlere ve o yolda zikir okuyanlara/ardarda ananlara ki sizin ilahınız/Tanrınız birdir.” ifadesiyle başlar. Tefsirlere göre, kastedilen meleklerdir.
“O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir, bütün doğuların/ gün doğuşlarının da Rabbidir.”
Biz, “en yakın göğü/dünya göğünü süs olan yıldızlarla” donatmış ve “başkaldıran/inatçı her türlü şeytandan” korumuştur. Şeytanlar; “en yüce toplumu/melekler topluluğunu asla dinleyemezler. Her yönden kovularak atılırlar. Onlara sürekli bir azap vardır. Hele bir tek söz kapan olsun; delici ve yakıcı bir alev onun peşine düşüverir.” Göksel kavramların sembollerinden olan meleklerin ve şeytanların arasındaki bu “savaş” ile anlatılmak istenen nedir? Çok tanrılılıktaki panteon kavramını da çağrıştıran bu anlatımlar, insanoğlunun henüz bilmediği ancak var saydığı dünya dışı varlıklara işaret ediyor olabilir mi?
Konu inkârcılara gelir. Biz, Muhammed peygamberden şu soruyu sormasını ister: “Yaradılışça kendileri mi daha çetin, yoksa bizim yarattıklarımız mı?’ Gerçekten biz onları cıvık bir çamurdan yarattık.” Biz, Elçi’sine hitapla “sen onlara şaşıyorsun, ama onlar (seninle) eğleniyorlar. Kendilerine hatırlatıldığında da düşünmüyorlar,” der. Bir mucize/belge gördüklerinde inkâr edenler, daha önce de ara ara verilmiş olan aynı sözcük kalıplarıyla anlatılır: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz zaman mı biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?”
Ardından kıyamet sahnesi tekrarlanır. İnkârcılar aşağılanmış olarak dirilecektir.
“O (Sur’a üfürmek) tek bir çığlıktır” ve inkârcılar bakakalıp “Vay bize! İşte bu yargılama günüdür,” derler. Ardından şöyle denir: “Toplayın mahşere o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’tan başka taptıkları şeyleri. Toplayın da götürün onları sırata (cehennem köprüsüne) doğru/ alevli ateş yoluna. Ve durdurun onları, çünkü sorguya çekileceklerdir.” İnkârcılara; “size ne oldu ki, birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz,” diye sorulur. Onlar o gün teslim olmuşlardır ve “birbirine dönüp sorumlu bulmaya çalışırlar.” Şöyle derler: “Siz bize (uğurlu görünerek) sağdan gelir dururdunuz. Hayır! Doğrusu siz inanmış kimseler değildiniz. Bizim sizin üstünüzde bir yetkimiz de yoktu. Tersine, azmış bir kavimdiniz. Onun için üzerimize Rabbimizin azap sözü hak oldu. Şüphesiz azabımızı tadacağız.” Diğerleri de onları kışkırttıklarını, çünkü kendilerinin de azgın olduklarını belirtirler.
“Doğrusu, o gün hepsi azapta ortaktırlar.”
Biz günahkârlara/suçlulara böyle yapar çünkü onlar, kendilerine: “Allah’tan başka ilah yoktur” denildiği zaman” kafa tutmuşlar/büyüklenmişler ve “mecnun/deli bir şair yüzünden tanrılarımızı mı bırakalım,” demişlerdir. Biz, şöyle yanıtlar: “Hayır o, hak ile geldi ve bütün peygamberleri tasdik etti/elçileri doğruladı. Doğrusu, siz can yakıcı azabı tadacaksınız. Yaptığınızdan başka bir şeyle de cezalandırılmayacaksınız.”
Allah’ın ihlaslı kulları/gönül özlüğüne erdirilmişler için “rızık ve meyveler” vardır; “Naîm/nimet cennetlerinde onlara hep ikram edilir. Ve onlar nimet cennetlerinde karşılıklı tahtlar üzerinde ağırlanırlar. Baş ağrısı vermeyen, sarhoş etmeyen, içenlere zevk veren bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş içecekler aralarında dolaştırılır. Yanlarında bakışını kısa tutan ak pak pembe renkli iri gözlü güzeller vardır./Yanlarında iri gözlü, bakışlarını kocalarından başkalarına çevirmeyen hanımlar vardır. Sanki onlar örtülüp saklanmış yumurta/deve kuşu yumurtası gibidirler.”
Hasan Basri Çantay, buradaki “örtülü” sözcüğünü “tenleri tozsuz” olarak verir ve şöyle devam eder: “Deve kuşu yumurtası biraz sarıya çalar beyaz ve temiz bir renkte olmakla renklerin en makbulü sayıldığından dolayı Arap âdeti üzere varit olmuştur. (gerçekleşmiştir) Yani renkleri çok güzel demektir.”
Daha önce de belirttiğimiz gibi örneğin kavimlerin yok oluş öykülerinde, cinler, şairler, sunulan nimetler anlatımında, cennet-cehennem betimlemelerinde, vs. kullanılan kavram ya da kelimeler, Arap coğrafyası ile ilgilidir ve Arap toplumun yaşantısında etkendir. Sureden devam edelim…
Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar. Birinin bir arkadaşı/dostu vardır ve ona “sen gerçekten inananlardan mısın? Öldüğümüz ve bir toprakla bir yığın kemik olduğumuz zaman biz hakikaten cezalanacak mıyız,” diye sormuştur. Sohbet ettiği kişi şöyle der: “Siz aşağı bakıp öğrenmek ister misiniz?” O da “hemen aşağı bakar, onu alevli ateşin ortasında görür. Vallahi, az kalsın beni de mahvedecektin. Eğer Rabbimin lütfu olmasaydı, andolsun, ben de oraya getirilenlerden olurdum. Nasılmış bak. Biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek miymişiz? Biz azaba uğratılmayacak mıymışız?/Artık, birinci ölümden sonra, bir daha ölmeyeceğiz, azap da görmeyeceğiz, değil mi,” der.
Bunun “büyük kurtuluş” olduğunu söyleyen ve “çalışacaklar bunun için çalışsın,” diyen Biz, şunu sorar: “Konukluk olarak bu mu iyidir, yoksa zakkum ağacı mı?” Biz onu “zalimler için bir fitne/haksızlık yapanlar için bir deneme” yapmıştır. Zakkum ağacı “cehennemin dibinde çıkar/alevli ateşin dibinde yetişir. Tomurcukları şeytanların başları gibidir.” Cehennemlikler; “bundan yerler, karınlarını onunla doldururlar. Üzerine kaynar su katılmış içki de onlar içindir. Sonra dönecekleri yer yine alevli ateştir.”
Babalarını/atalarını sapıklıkta bulan cehennemliklerin kendileri de onların izinde koşturmaktadır; “onlardan önce geçenlerin çoğu da” andolsun sapıtmıştır. Biz şöyle der: “Gerçekten biz onlara içlerinden uyarıcı peygamberler de gönderdik. Sonra da bak o uyarılanların sonu nasıl oldu?”
Konu yine Yahudi peygamberlerden Nuh, İbrahim, İshak, Musa, Harun, İlyas, Lut ve Yunus’a gelir.
Şöyle denir: “Nuh bize seslenip dua etmişti de biz de ne güzel kabul etmiştik.” Biz, onu ve ailesini sıkıntıdan kurtarmış, “onun neslini” sürekli kılmış, “sonradan gelenler içinde güzel bir namını” bırakmıştır. “Bütün âlemler içinde Nuh’a selam olsun,” denir. Biz, mümin kullarından olan Nuh’u böyle ödüllendirmiş, sonra diğerlerini de suda boğmuştur.
“Rabbine tertemiz bir kalp ile gelen” İbrahim de Nuh’un yolundan/kolundandır. Babasına ve kavmine, nelere taptıklarını/kulluk ettiklerini soran, “siz âlemlerin Rabbini ne zannediyorsunuz,” diyen İbrahim, yıldızlara bir göz atmış ve “ben gerçekten hastayım,” demiştir. Etrafındakiler arkalarını dönerek kaçışınca, bir kurnazlıkla onların ilahlarının yanına giden ve “yemiyor musunuz? Ne o konuşmuyorsunuz,” diyen İbrahim, onlara kuvvetli bir darbe indirmiş, onlar koşarak gelince de “yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Oysa sizi de, yonttuklarınızı da Allah yaratmıştır,” demiştir. Kavmi, İbrahim için bir bina yapılmasını ve onun alevli ateşe atılmasını istemiştir; böylece ona tuzak kuracaklardır; ancak Biz onları alt etmiştir.
Saffat suresi anlatımı devam edecektir.
Canan Murtezaoğlu