Arap toplumunun en’am (sığırlar) sorunu (4)
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz altıncısı ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli ikinci sure olan “En’am” suresi anlatımı sürmektedir.
A’raf suresinde Biz’in “cehennem için birçok cin ve insan” yarattığını da okumuştuk. Devamla şöyle seslenilir: “Ey cin ve insan topluluğu! Size hükümlerimi anlatan ve bugünle karşılaşacağınızı bildiren elçiler gelmedi mi?” Onlar da “kendi kendimize tanığız,” derler yani kâfir olduklarına şahitlik ederler. “Bu, Rabbin, kentler halkını haberleri yokken, haksız yere yok etmeyeceğinden dolayıdır,” diyen Biz şöyle devam eder: “Rabbin, hiçbir şeye muhtaç değildir, merhamet sahibidir. Sizi, başka bir kavmin soyundan getirdiği gibi, dilerse, sizi de yok edip, sizden sonra yerinize dilediğini getirir. Size vaat edilenler muhakkak gelecektir, siz, onun önüne geçemezsiniz.” Muhammed peygamberden de kavmine şöyle meydan okuması istenir:
“Ey kavmim! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın, ben de yapıyorum. Yakında (dünya) yurdunun sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak zalimler kurtuluşa eremezler.”
Tekrar davarlar konusuna dönülerek Arap kavminin durumu anlatılır. “Allah’ın yarattığı ekinlerden ve davarlardan” Allah’a pay çıkarmışlardır. Biz Elçisine şöyle der: “Zanlarınca ‘bu Allah’ın ve bu da ortaklarımızın (putlar),’ dediler. Ortakları için olan Allah’a erişmez. Ama Allah için olan ortaklarına ulaşıyor. Ne kötü hüküm veriyorlar!” Ortakları ise “müşriklerden çoğuna evlatlarını öldürmeyi” güzel göstermiştir ki “hem kendilerini mahvetsinler, hem de dinlerini karıştırıp bozsunlar.” Devamında gelen, “Allah dileseydi, bunu yapamazlardı. Öyle ise onları uydurdukları ile baş başa bırak.” ifadesiyle yine iplerin göklerin elinde olduğunu ancak insanın sorumlu tutulduğunu görmekteyiz.
Allah dilemiyor ve insanın elini kolunu bağlıyorsa hesap neden vardır?
Davarlar konusu sürer… Şunu soralım: Uçsuz bucaksız bir evrenin sahibi ve yaratıcısı olduğu kabul edilen bir Kudret, Arap toplumunun davar sorunu ile neden ilgilenir? Yoksa davarlarla ilgili ayetler, yönetici ve devlet kurucusu sıfatları da taşıyacak olan Allah Elçisi bağlamında mı değerlendirilmelidir? Yapılmak istenen toplumdaki geleneğin değiştirilmesidir. Şöyle denir: “Onlar zanlarına göre, ‘bunlar, dilediğimizden başkasının yemesi yasak olan davarlar ve ekinlerdir,’ dediler. Birtakım davarların sırtlarına yük vurulmasının yasaklanmasını ve geri kalan davarlar üzerine de Allah’ın adının anılmamasını uydurdular. Yapıp durdukları uydurmalarına karşılık Allah onları cezalandıracaktır. Onlar ‘bu davarların karnında olan yavrular yalnız erkeklerimize özeldir, eşlerimize/kadınlarımıza yasaktır, eğer ölü doğarsa hepsi ona ortak olur,’ dediler. Allah, bu nitelemelerini ve ayırmalarını cezalandıracaktır. Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar muhakkak ki, ziyana uğradılar. Bunlar, doğru yoldan sapmışlardır; hidayete erecek de değillerdir.”
O, “asmalı ve asmasız (üzüm) bahçeleri, hurmaları, ürünleri çeşit çeşit ekinleri, zeytinleri ve narları, birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan” dır. Arap toplumundan istenen; “her biri meyve verince” meyvesinden yemeleri, “hasat günü de hakkını/zekât ve sadakasını” vermeleri ama savurganlık etmemeleridir “çünkü O, savurganlık edenleri sevmez.” O, hayvanlardan da çeşit çeşit yaratmıştır; “kimi yük taşır, kiminin yününden/tüyünden döşek yapılır.” Arap toplumundan istenen, Allah’ın verdiği rızıktan yemeleri, şeytanın adımlarına uymamalarıdır; çünkü şeytan onlar için “apaçık bir düşmandır.”
Hayvanlar konusu sürer: Allah sekiz çift yaratmıştır; koyundan iki, keçiden iki, deveden iki, sığırdan iki. Hepsi için şöyle denir: “Allah, iki erkeği mi haram kıldı yoksa iki dişiyi mi, ya da iki dişinin rahimlerinde bulunan yavruları mı? Eğer doğru iseniz bana bilerek haber verin. … Yoksa, Allah size bunları öğütlerken siz tanık mı idiniz? Öyle ise, bilmeden insanları şaşırtmak için Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Doğrusu, Allah o zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” Elçi Muhammed’den şunları da söylemesi istenir:
“Bana vahyolunanda, bu haram dediklerinizi yiyen kimse için haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Ancak leş veya akıtılmış kan yahut domuz eti ki bu gerçekten pistir yahut Allah’tan başkası adına kesilmiş bir hayvan olursa, bunlar haramdır. Ama kim çaresiz kalırsa, başkasının hakkına tecavüz etmemek ve zaruret sınırını aşmamak üzere bunlardan yiyebilir. Doğrusu, Rabbin bağışlar ve acır.”
Konu Yahudilere gelir… Biz, “bütün tırnaklı hayvanları… sırtlarında, yahut bağırsaklarında bulunan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun da, yağlarını” Yahudilere haram etmiştir; aşırı gitmelerinden dolayı onları böyle cezalandırmıştır. Şöyle denir: “Biz elbette doğru söyleyenleriz.”
Davar sorununa geri dönülür… Allah’a ortak koşanlar şöyle der: “Allah dileseydi ne biz ortak koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Biz de bu söze yanıt verir: “Onlardan önce yalanlayanlar da böyle söylemişlerdi de sonunda azabımızı tatmışlardı. De ki: ‘Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz. En kesin ve üstün delil, Allah’ındır. Allah isteseydi, elbette hepinizi doğru yola iletirdi. Haydi, Allah bunu yasak etti diye tanıklık edecek şahitlerinizi getirin.” Elçi Muhammed uyarılır: “Eğer onlar tanıklık ederlerse, sen onlarla beraber şahitlik etme. Ayetlerimi yalanlayanların ve ahirete inanmayanların keyiflerine uyma. Çünkü onlar Rablerine başkasını denk tutuyorlar.” Muhammed peygambere, Rabbin neleri haram kıldığını anlatması emredilir:
“O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyi davranın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin de onların da rızkını biz veriyoruz. Utanç verici işlerin/kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Düşününüz diye bunları size önermektedir. Erginlik çağına erişene kadar, en iyi şeklin dışında öksüzün/yetimin malına yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz./Bir kimseye ancak gücünün yeteceği kadar yükümlülük veririz. Yakınınız da olsa, konuştuğunuz zaman sözünüzde adil olun ve Allah’a verdiğiniz sözü tutun. O, bunları size öğüt alıp hatırlarsınız diye anlatmaktadır.” Bunlar Allah’ın doğru yoludur, ona uyulmalıdır, “O’nun yolundan ayıracak başka yollara” uyulmamalıdır. Bunlar, “O’nun önerdiği ilkedir.” Hitap o günkü Arap toplumuna olsa da sayılan ilkeler, inandığını söyleyen herkesin, üzerinde titizlikle durması gereken konulardır.
Biz, “iyi davrananlara nimeti tamamlamak, her şeyi uzun uzun açıklamak, yol göstermek ve merhamet olmak üzere” Musa’ya kitabı vermiştir; “belki böylece Rablerine kavuşacaklarına inanırlar.” Kur’an da mübarek/verimli bir kitaptır; onu indiren Biz, şöyle der: “Ona uyun ve Allah’tan korkun ki, size rahmet edilsin.”
Kur’an Arap toplumuna indirilmiştir. Şöyle denir: “Onu size indirdik ki: ‘Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa (Yahudi ve Hıristiyanlara) indirildi; biz ise, onların okumasından habersizdik (o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk)’ demeyesiniz. Yahut: ‘Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk’, demeyesiniz. İşte size de Rabbinizden açık delil, hidayet ve rahmet geldi. Allah’ın ayetlerini yalanlayıp, onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmelerinden ötürü azabın kötüsü ile cezalandıracağız.” Biz sorar: “Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, yoksa senin Rabbinin gelmesini mi yahut senin Rabbinden birtakım belirtiler gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin birtakım belirtileri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa veya inancıyla bir iyilik yapmamışsa, imanı ona fayda vermez. Onlara de ki: ‘Bekleyin, biz de bekliyoruz.”
Dinlerini parça parça edip, bölük bölük olanların Muhammed peygamberle hiçbir ilişkisi olamaz. “Onların işi Allah a kalmıştır; sonra O, yapmakta olduklarını onlara bildirecektir.” İyilik getirene, getirdiğinin on katı verilir, kötülük getiren ise “sadece onun dengiyle cezalandırılır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.”
Elçi Muhammed’den şunları söylemesi istenir: “Rabbim, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine. O, ortak koşanlardan değildi. Yakarmam, ibadetlerim, yaşamım ve ölümüm, âlemlerin eğiteni/Rabbi Allah içindir Onun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben müslümanların/ gönülden bağlananların ilkiyim. Allah her şeyin Rabbi iken, ben O’ndan başka Rab/eğiten mi arayayım? Herkesin kazandığı yalnız kendisine aittir. Kendi (günah) yükünü taşıyan hiç kimse, bir başkasının (günah) yükünü/sorumluluğunu taşımaz. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir. O, ayrılığa düştüğünüz gerçeği size haber verecektir. Sizi yeryüzünün halifeleri yapan, size verdiği şeylerde, sizi denemek için, kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve O, bağışlayan, esirgeyendir.”
İnsanoğlunun ipleri her yönüyle göksel kavramlar Allah ve Biz’in ellerinde ise sınanması ne anlama gelmektedir? İnsan denen canlı türünün yaratılış amacı sadece “denenmek/sınanmak” olabilir mi?
En’am suresinin anlatımı sonlanmıştır.
Canan Murtezaoğlu