Zakkum ağacı (2)
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz yedincisi ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre elli üçüncü sure olan “Saffat” suresi anlatımı sürmektedir.
“Doğrusu, ben Rabbime gidiyorum; O beni doğru yola eriştirir,” diyen İbrahim, Rabbinden kendisine “iyilerden/salihlerden olacak birini (bir oğul)” ister. Biz de kendisine “yumuşak huylu bir oğul” müjdeler. Çocuk, yanında koşacak çağa gelince İbrahim’le oğlu arasında şu konuşma geçer: İbrahim sorar: “Ey yavrucuğum! Doğrusu, ben uykuda iken seni boğazladığımı görüyorum, bir düşün, ne dersin?”
Oğlu yanıtlar: “Ey babacığım! Ne ile emrolundunsa onu yap, umarım beni katlananlardan bulacaksın.” İkisi de Allah’a teslim olmuş/içtenlikle boyun eğmiştir. İbrahim oğlunu şakağı/alnı üzerine yatırır. Biz, ona seslenir: “Ey İbrahim, rüyayı gerçekleştirdin, doğrusu, Biz iyi işler yapanları böylece ödüllendiririz. Doğrusu, bu apaçık bir sınavdı.” İbrahim’e, “büyük bir kurbanlık fidye” veren Biz, Nuh gibi ona da “sonradan gelenler içinde güzel bir nam” bırakır ve “selam olsun İbrahim’e,” denir.
Biz, mümin kullarından olan İbrahim’i böyle ödüllendirmiştir.
Burada adı geçmeyen çocuk İsmail’dir. Bilemeyeceğiz bir nedeni de olabilir; ancak ilk akla gelen, çocuğun, İbrahim’in eşi Sara’nın (Tavrat’ta, Avram’ın eşi Saray) cariyesi Hacer’den doğmasıdır. Tevrat’taki anlatıma göre de Sara daha sonra “bu cariyenin oğlu, oğlum İshak’ın mirasına ortak olmasın” (Yaratılış, 21: 10) diyerek Hacer’i kovdurmuş, Tanrı da İbrahim’e üzülmemesini, Sara ne derse onu yapmasını söylemiştir. (Yaratılış, 21: 12-13) İslam kaynaklarına göre Muhammed peygamberin soyunun İsmail’e bağlandığını da hatırlatalım.
Biz, salihlerden bir peygamber olmak üzere İshak’ı da İbrahim’e müjdeler ve her ikisine de bereket verir. “Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler” vardır.
Biz, Musa ile Harun’a da nimetler vermiştir; “kendilerini ve kavimlerini o büyük sıkıntıdan” kurtarmış, yardım etmiş, onlar da galip gelenler olmuşlardır. Biz, kendilerine “o belli/apaçık anlaşılan kitabı (Tevrat’ı)” vermiş, onları doğru yola çıkarmış ve “sonrakiler içinde onlara iyi bir nam” bırakmıştır. Musa ve Harun’a da “selam olsun” denir. Biz, mümin kullarından olan Musa ve Harun’u böyle ödüllendirmiştir.
İlyas da elçilerden/gönderilen peygamberlerdendir. İlyas kavmini sorgular: “Siz Allah’tan korkmaz mısınız? Yaratanların en güzeli olan, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbi bulunan Allah’ı bırakıp da ‘Baal’e (Baal ismindeki puta) mi yalvarıyorsunuz?” Kavmi onu yalanlar. Biz şöyle der: “Bu yüzden onlar mutlaka (cehennemde) hazır bulundurulacaklardır; ancak Allah’ın ihlaslı kulları müstesna. Ona da sonrakiler içinde şunu bıraktık: Selam olsun İlyas’a.” Biz, mümin kullarından olan İlyas’ı böyle ödüllendirmiştir.
Kaynaklarda Baal putunun yirmi arşın boyunda, altından ve dört yüzlü olduğu, Baal kelimesinin de “Arami, Amori ve Kenan dillerini kapsayan Kuzeybatı Sami dillerinde ‘efendi’ ve ‘sahip” anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Sureden devam edelim.
Lut da gönderilen elçilerdendir. Biz, “geridekiler arasında kalan yaşlı bir kadının dışında, onu ve ailesinin hepsini” kurtarmış, sonra diğerlerini yok etmiştir. Arap toplumuna hitap edilir ve “doğrusu, sabah akşam onların önlerinden geçersiniz. Hâlâ akıl edip düşünmez misiniz,” denir. Tefsirlerde, Kureyş’in Şam’a ticaret için giderken Lut kavminin yerlerine uğradıkları belirtilir.
“Yunus da gönderilen peygamberlerdendir,” dolu bir gemiye kaçmıştır; ancak “gemide olanlarla karşılıklı kura çekmiş” ve yenilenlerden olmuştur. Denize atılan Yunus’u balık ağızlamıştır. Kendini kınayan Yunus için şöyle denir: “Eğer Allah’ı yüceltenlerden olmasaydı, dirilecekleri güne kadar dirilmemek üzere balığın karnında kalmış olacaktı.” Biz, Yunus’u, hasta bir durumdayken karaya çıkarmış, “üzerine örtünmesi için geniş yapraklı bir bitki/kabak cinsinden bir ağaç” bitirmiş ve “onu yüz bin veya daha çoğuna elçi olarak” göndermiştir. Bahsedilen yer Ninova şehridir. O toplum bunun üzerine inanmış, Biz de onları bir süre geçindirmiştir. (Yunus’un Tevrat kaynaklı öyküsü için Kalem suresi anlatımına bakılabilir.)
Biz, elçisinden toplumuna şunu sormasını ister: “Kızlar senin Rabbinin de, erkekler onların mı? Yoksa melekleri kız/dişi olarak mı yarattık da onlar tanık mı idiler? Ha! Doğrusu onlar yalan uydurup ‘O doğurdu’ diyorlar. Doğrusu onlar şüphesiz yalancıdırlar. O, kızları oğullara mı yeğ tuttu?”
Biz, Arap toplumunun yargı tarzını kabul etmez ve apaçık güçlü bir kanıt olarak “kitabınızı getirin,” der.
Biz, Arap toplumunun Allah ile “cinler arasında bir soy bağı” uydurmalarını da kabul etmez ve şöyle denir: “Cinler bilirler ki, o yalancılar mutlaka cehenneme götürüleceklerdir. Allah, onların yakıştırdıkları vasıflardan münezzeh ve yücedir. Fakat Allah’ın ihlas ile seçilen kulları başka; onlar, Allah’ı böyle şirk ile vasıflamazlar. Çünkü siz ve taptıklarınız, kendiliğinden cehenneme saldıran kimseden başkasını, Allah’a karşı kandırıp, saptıramazsınız.” Ardından melekleri işaret ettiği düşünülen şu ayet gelir:
“Bizim birimizin bilinen bir makamı vardır. Doğrusu, biz sıra sıra duranlarız, doğrusu, biz Allah’ı arı tutanlarız/tesbih edenleriz.” Biz, peygamber kullarına, yardım göreceklerine dair söz vermiştir ve Biz’in ordusu üstün gelecektir. Sure, Biz’in, elçisini avutan, onu yalanlayanları ise azapla tehdit eden şu ifadeleri ile sonlanır:
“Bir süreye kadar onlara aldırış etme. Onlara inecek azabı gözetle, onlar da göreceklerdir. Azabımızı mı acele istiyorlar? O azap yurtlarına indiğinde uyarılanların sabahı ne kötü olur! Bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Gözetle, onlar da göreceklerdir. Senin güçlü olan Rabbin, onların nitelemelerinden arıdır. Gönderilen bütün peygamberlere esenlik olsun.”
86 tane olduğu kabul edilen Mekki surelerin yarıdan fazlasını geçmiş bulunuyoruz. Şimdiye kadar gördüğümüz şudur: İpler göklerin elindedir. Yaratıldığı ifade edilen insanın her hareketi, her düşüncesi Allah’ın dilemesine bağlıdır. Buna rağmen Yaratan-yaratılan arasında bitmek bilmeyen bir iman-inkâr mücadelesi vardır; insan sürekli sorumlu tutulur, hesaba çekilir. Bu mücadelenin idarecisi, yaratılana âdeta savaş açmış olan, onu sürekli tehdit eden Biz’dir. Her şeyi yaratan Biz; dediklerini kabul edenleri cennette koltuklar üzerinde yaşatır, etmeyenleri de ateş azabı ve türlü türlü işkencelerle baş başa bırakır. Biz için Yahudi peygamberler/elçiler üstündür ve bu, Arap kavmine vahiy olarak sürekli verilir. Elçilerine boyun eğmeyen, onları sorgulayan Yahudi kavimleri ise yine Biz tarafından yok edilir ve bu öyküler, benzer sözcük kalıplarıyla tekrar tekrar anlatılır. Aynı bölgede ve iki kavim içinde ortaya çıkmış olan üç dinin temelde bölgesel oldukları açıktır. Bu üç din daha sonra yönetme, toprak fethi ve ganimet stratejileri ile küreselleşmiş; çölün yönetimi dünyanın yönetimi olarak insanlığın karşısına çıkmıştır.
Saffat suresi anlatımı tamamlanmıştır. Mekkî surelerle ilgili çalışmamız sürecektir.
Canan Murtezaoğlu