“Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!”
Romalı şair Horatius: “sapere aude” demiş yani bilmeye cesaret et ya da aklını kullanmaktan korkma, bilgeliğe cüret et! Alman filozof Immanuel Kant’ın “Aydınlanma Nedir?” adlı makalesiyle ünlenen söz, filozof tarafından, “Kendi aklınla düşünmeye cesaret et!” şeklinde ifade edilmiştir.
Ülkemizde, özellikle de günümüzde, kendi aklımızla düşünmeye cesaret etmek kolay iş midir ya da akıl işi midir?
Her köşebaşından hak, hukuk, adalet çağrıları yükselirken, adalet iktidara başka muhalefet başka işlerken, insan sadece kendi aklınla düşünmeye cesaret edebilir mi ya da sadece kendi havasını soluyarak yürüyebilir mi? Diğer yandan bir genelleme yaparsak; ömrünün son çeyreğine girmiş bizler, bizden öncekiler ve bizim çocuklarımız, istisnalar olsa da kendi aklımızla düşünmeye cesaret edebildik mi? Hep başkalarının havasını soluyarak yaşamak öğretilmedi mi bize?
20. yüzyılda iki büyük dünya savaşını gören insanlar elbette yaşam savaşı içindeyken birçok kavramı göz ardı ettiler. Onların çocukları ve torunları da ister istemez etkilendiler. Annemiz-babamız, onlar gibi düşünmemizi istedi bizden, biz de anlamadan, sorgulamadan kabullendik. Evlendiysek eğer, bu defa da eşimizin düşünce yapısıyla değerlendirdik dünyayı çünkü öyle öğretildi bize. Oysaki insanın en değerli hazinesi ömrüdür; ne kazanırsa onunla kazanır ya da kaybeder diye öğretilmeliydi bize.
21. yüzyılla birlikte bir farklılaşma başladı diyebiliriz. Yüzyılın ikinci yarısından sonra çok başka bir dünyada yaşanacağı konusu da şimdiden dillendiriliyor; hatta bazı bilim insanlarına göre yüzyılın sonuna doğru insan, farklı bir “insan” olacak. Teknoloji ağırlıklı bu yeni gelecekte biz yine de genç kuşaklarımızın fikri hür, vicdanı hür olarak, kendi akıllarıyla düşünmeye cesaret edip kendi havalarını soluyarak yaşamalarını, şartlanmaları bir kenara bırakıp “ömrümü nasıl yaşamalıyım” diye kendilerine sormalarını dileyelim.
Ben kendi aklımla düşünmeye ne zaman başladım bilmiyorum; ancak yıllardır bir şeyler karaladığımı biliyorum. Bu yazımda sizlere 2024 boyunca sosyal medyada yaptığım paylaşımlarımdan bazılarını aktaracağım; aklımın ürünü olanları…
Mustafa Kemal Paşa’nın, 1923’te Çankaya’da, “The Saturday Evening Post” dergisi yazarlarından Isaac F. Marcosson’a verdiği röportajı okudunuz mu? Röportajın sadece giriş bölümündeki şu fikirlere bir göz atın: “Bağımsızlık, hepsi bu… Kamu hizmetinin en yüksek biçimi bencil olmayan çabadır… Demokrasi, insan ırkının umududur… Ekonomimizi ve siyasî kaderimizi kendimiz belirlemek istiyoruz… Kendi evimizin efendisi olacağız… Dünyanın laneti küçük politikadır.” (Hiçbir Şey Bitmedi; Tülay Hergünlü-Canan Murtezaoğlu, Cinus Yay. 2023) Bu düşüncelerin ışığında günümüz Türkiye’sine bakalım.
1 Mart süreci devam ediyor! Tezkere oylamasında tökezlediler, şimdi işi şansa bırakmayacaklar! Batı, bu işler için aktör bulmakta zorlanmaz. Göreve getirilen aktörler güvence altına alınırlar. Onlardan istenen oyunun bir parçası olmaya devam etmeleridir. Bu döngü hiç değişmez.
21.yüzyılın başından beri ülke vasatlığa teslim olmuş, görünürde çağdaş bir ilerleme olduğunu söylemek zor! Ancak birileri için ilerleme zihniyet olarak yüzyılın da öncesine gitmekse evet bu geriye ilerleme (!) kendini saklamıyor. Her alanda; bilimde, siyasette, eğitimde, hukukta, ekonomide vs. vasatlık arttı. Atatürk cumhuriyetinin kırılma noktası 2015 Haziran seçimidir. Türkiye’nin durumu artık siyaset üstüdür. Halk ve de siyasetçiler ya bunu anlar ve gereğini yaparlar ya da birilerinin planladığı tebaa kavramının bir üyesi olunur. Bu bağlamda Atatürk’ün yol ve yöntemini bir kez daha hatırlatalım:
“Fakat kopma olacaksa, ben de her şeyden önce onların bütün gizli düşüncelerini, millet önünde açıklayacak bir yol tutmayı yeğledim.” (Neden Ulu Türk Ulu Kağan, Cinius Yay. 2024, s.87)
Son yüzyılın gerçekleri toplumumuza anlatılmadı, eğitim sisteminde yer verilmedi. “Sarı saçlım mavi gözlüm” edebiyatını yeterli gördü birileri. Diğer yandan vatana ihanetten asılanlar “şapka” ya bağlandı ve topluma pompalandı! Ne Çanakkale ne Kurtuluş Savaşı gerektiği gibi anlatıldı. İçi boş tekrarlarla Cumhuriyet’in ruhu örselendi. Padişah talimatıyla düşmana buyur gel diyenlerin torunları şeriatla eşitledikleri İslam’ı her yönüyle kullandılar ve bu süreç işliyor. Genç kuşaklarımız aklı dışlayanların âdeta ablukasında.
21. yüzyılda birilerinin niyet ve siyaseti, “halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmak” mıdır? Mustafa Kemal Paşa’nın Kastamonu’dan ayrılırken halka yaptığı veda konuşmasındaki şu cümleleri hatırlayalım:
“Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her alanda uyarıda bulunacak kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz uygarlıktan, bilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz, başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan ayrılmışların amacı halkı kendinden geçmiş ve aptal yapmaktır. Hâlbuki halkımız aptal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir durum gibi görünür; fakat önemi vardır. Biz, cihan ailesi içinde uygarız. Her görüş açısından uygarlığın gereklerini uygulayacağız.”
İktidar ortağı parti liderinin “el sıkma” hamlesi ile başlayan yeni dönemde siyasetin ana damarını Yeni Anayasa’ya kilitlediler. İstanbul Barosu da koroya katıldı. Seçimleri DEM Parti’nin desteklediği İbrahim Kaboğlu kazandı. CHP ikiye bölündü. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Kaboğlu’nun seçim sonrası yaptığı “Değişmez maddelere olumlu anlamda dokunulabilir.” açıklamasına sert çıktı. (Basın) Bütün kaleleri tek tek düşürmek niyetindeler. Bu durumda laik hukuk devleti, yeniden Atatürk Cumhuriyeti diyenler ne yapacak? Nutuk’taki şu satırları verelim: “Efendiler, şimdi sırası gelmişken saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki öz mayayı, çok iyi incelemekten hiçbir zaman vazgeçmesin.”
Siyasetçi ve seçmen, Atatürk’ün yüz yıl önce yaptığı şu değerlendirmeyi de unutmasın:
“Tevfik Paşa ve arkadaşları, Anadolu’yu İstanbul Hükûmetine bağlamaya çalışıyor; öyle bir hükûmete ki dünyada, varlığına karşı çıkılmıyorsa, düşmanın emellerini kolaylaştırıcı nitelikte sayıldığı içindi!”
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, TBMM’deki 23 Nisan özel oturumuna katılmadı; İstanbul’a gitti, İsmailağa şeyhi Hasan Kılıç’ın cenazesine katıldı. Seçim öncesi merhumla yüz yüze görüştüğünü ve hayır duasını almış olduğunu da belirtti. (Basın) Bu bağlamda şunu da hatırlayalım. 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi’ne, imzaya açıldığında ilk imzayı atan (2011) Erdoğan, daha sonra cemaatler İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olduklarını belirtince ve özellikle de İsmailağa Cemaati, Sözleşme’nin, “İslamî değerlere savaş açma hüviyeti taşıdığı” nı dile getirince Sözleşme, 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedilmişti. (20.08.2021) Ülkemizde sözleşme ve bildirgeler basılı kâğıt olmanın ötesine geçemiyor. İktidar her vesile ile dini siyasetinin temeline alıyor, bu açık. Diğer yandan, laik hukuk devleti diye gösteri yapan muhalif vekiller Kandil mesajlarını dahi atlamıyorlar. Ancak bu hassasiyetlerini Amasya Tamimi ya da Sakarya Meydan Savaşı kutlamalarında göremiyoruz.
“Cumhuriyet düşmanı Seyit Rıza sevici Maçoğlu Kadıköy’de! AKP sevinmesin de ne yapsın!” paylaşımım bazı kimselerde rahatsızlık yaratmış. Fikrimi bir kez daha yazayım: Komünizm köhnemiş bir düşüncedir. Esas olan halkçılıktır. Atatürk’ün yolu halkçılıktır. Bu devlet, Atatürk aklının muhteşem dengesiyle kuruldu. Buna sağ-sol kavramlarını eklemek yanlıştı, şimdi o bedel ödeniyor! Günümüz “yetersiz bakiye” siyasetçilerinin ya da bunların uzantıları bedbaht ve karanlık ruhların “enkaz” ve benzeri ifadelerle karalamaya çalıştıkları Cumhuriyet’imizin, kurtuluş ve kuruluşumuzun hangi badirelerden geçtiği Türk gençliğine ayrıntılarıyla öğretilmelidir. İşte eksik buradadır!
Siyaset yapanlar, hele de CHP içinde siyaset yapanlar önce Nutuk okumalıdırlar. Atatürk, orada her şeyi vermiştir; dayandığı nokta Türk milletinin özüdür, ithal kavramlarla uğraşmaz. Kurtuluş ve Kuruluş sürecinde bu ülkeye kim ihanet ettiyse, kim düşmanla işbirliği yaptı ise adı açıkça haindir; Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abaza, azınlıklar, padişah, asker, sivil, milletvekili, imam, hoca, toprak ağası vs. vs. olması fark etmez. Bugün siyaset yapıyorum diyenler bu vatan hainlerini savunmakta ısrarcı ise bizler de düşüncelerimizi yazmaya devam edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti romantizm yapacak kadar rahat bir coğrafyada kurulmadı ve kuruluşunda binlerce şehit var. Bu romantizm sürerse ülke dağılır gider ve o şehitlerin hakkı da üzerimizde kalır. Konu sadece şehitler de değildir. Başta Atatürk olmak üzere tüm silah arkadaşlarının, sıradan halkın çektiği eziyet ve kahrın yaratacağı hak duygusu da zedelenir ve biz bu kadar ağır bir yükle hiçbir yere varamayız!
Muhalefet yapanlara yine seslenelim: Hadi diyelim 1923-1938 dönemi zor geldi ve anlatamadınız. O zaman en azından 1950’den sonra olan bitenleri iyice özümsemeniz ve gerçekleri halka sürekli anlatmanız gerekmez mi?
Cumhuriyet tarihimizde istifa kıtlığı vardır; darbelerle gelip-gitme ya da vefat nedeniyle koltuk bırakma durumları daha fazladır. Bir de birinden istifa edip öbürüne baş olma durumu vardır… Altında çok fazla neden aramaya gerek yok, padişahlık sisteminden genetiğimiz henüz kurtulamadı, ister sağda ister solda, hepsi aynı yolda. Değişimi sağlaması gereken siyasî partinin örgütüdür. Bir genel başkanı yerinde tutan, aslında değişim istemeyen örgüttür. Başı ayakta tutan gövdedir, unutmayalım! Bir-iki ses elbette çıkar ama büyük çoğunluk aynen devam etsin ister yüreğinde. Bir partinin genel başkanını istifaya çağırmanın yolu örgütün ayağa kalkması ve teker teker istifa etmesidir. Gerçek değişim, bir kişi gitsin öbürü gelsin değildir. Gerçek değişim örgütlenme modelinin çağa göre yeniden düzenlenmesidir.
Ekranda bir kadın vatandaş şöyle dedi: 200 liraya hiçbir şey alamıyoruz artık! Allah yardımcımız olsun! Allah nasıl yardımcı olacak bilemem ama bu zihniyet sürdüğü müddetçe yakında 2000 ₺’ye de bir şey almak mümkün olmayacak. Seçim öncesi, oy karşılığı alışveriş kartı kepazeliği gündemde; Bakanlar ceplerinde alış-veriş kartı ile dolaşır olmuş. 200 ₺ye bir şey alamadığından yakınan ve Allah yardımcımız olsun diyen kadın, alış-veriş kartının suyu hangi değirmene bağlı diye sorabildiği gün emin olsun, “Allah” da yardım edecektir!
Narin ve cennetten masallar sosyal medyada yayılıyor. 2024’ün ilk yarısında 343 çocuk ihmal nedeniyle öldü ya da öldürüldü, sadece Narin değil! Şimdi bunları böyle cennet masallarıyla süslerseniz ikinci yarıda sayıyı katlarsınız. Çocuk ölümleri medyanın eğlencesi ya da rivayetlerin malzemesi olmamalıdır. Her konuyu, her kavramı anında yozlaştırmakta üstümüze yok!
İktidarın 3Y ile mücadelesine ne oldu? Yalan oldu yani 4Y oldu, daha ne olsun! Ama önemli değil nasıl olsa yandaş medya iktidarı övüyor, muhalif medya da kendi adamına sövüyor! Başkalarının kurduğu sahada top koştururken kendi sahamızın sahibi olamıyoruz. Özel sektör öğretmenleri eylem yapıyor ancak bir “kara tahta” kullanmak akıllarına gelmiyor. Gencimiz kaçıyor, yaşlımız dövülüyor. Eski (!) Türkiye’de, “borç bini bulunca kuzu eti yenir,” denirdi. Yeni Türkiye’de de Ay’a gidiliyor. 55 milyon dolarlık uzay gezisinin özetini ise atasözümüz açıklıyor: “At elin, çul emanet; bizimki deh’le çüş’ten ibaret.” Çağlar boyunca din adına ahkâm kesen birilerinin düşüncelerinden oluşan tasavvuf ve tarikat söylemleri “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla askıya çıkan öğretim programına yansımış. İntegral konusu bir imza ile veda etse de ne gam; artık onun yerine Hatice, Ayşe ve Kureyş var!
2024 yılının ülke siyaseti ile ilgili düşüncelerimizi, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, tüm zamanların hedefini veren cümlesiyle sonlandıralım:
“Türkiye’nin düşünen kafalarına, büsbütün yeni bir inanç aşılamak… Bütün millete taptaze bir ruh vermek.”
Var mı yapabilecek siyasetçi?
Canan Murtezaoğlu
