Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Dinsel

Arap kavmine ve erkeğine hitap (1)


Kur’an çevirisi/meali olarak okuduğumuz metinler, birçokları için zorlayıcıdır. Bu zorlayıcılığın temel nedeni de kişinin duyduğu ile duymak istedikleri arasındaki farktır ve bu fark kişiyi inancını sorgulamaya yönlendirebilir, huzursuz hissettirebilir. Kurgu katılmamış gerçek her zaman rahatsız eder; bu, insanlık tarihi boyunca hep böyle olmuştur.

Her zamanki sorumuzu sorarak başlayalım: Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

Enbiya suresindeki ifadelerde, Biz ve Allah kavramlarının bir bütünlük algısı yarattığını, özne-yüklem uyuşmazlığının birçok soru işaretini de beraberinde getirdiğini belirtmiştik.

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın elli beşincisindeyiz.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre yetmiş birinci sure “Müminun” dur. (İnananlar)

Surenin ilk ayetine göre; “gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir.” Bunlar şöyle tanımlanır: Namazlarında huşû içindedirler/yakarışlarında bilinçli, saygılıdırlar, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler, zekât (vazifelerini) yerine getirirler, iffetlerini korurlar, ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariçtir. Bunlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar. Bunun ötesine gitmek isteyen haddi aşmış olur.

“İffetlerini korurlar, ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu” ifadesine göre hitap Arap erkeğinedir, diyebiliriz.

İnananların anlatımı sürer: Emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler, namazlarını muhafaza ederler. Onlar, temelli kalacakları Firdevs cennetine vâris olacak vârislerdir.

Ardından insanın yaratılışına geçilir. Biz, insanı “çamurdan, bir sülaleden (süzülüp çıkarılmış çamurdan)” yaratmış, “sonra onu emin ve sağlam bir karargâhta (rahimde) nutfe (sperma) haline” getirmiştir. Biz şöyle devam eder: “Sonra nutfeyi bir alaka (embrio) yarattık, derken o alakayı bir mudga (bir çiğnem et parçası halinde) yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik, sonra da ona bambaşka bir yaratık donanımı verdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, pek yücedir. Sonra siz bunun ardından, muhakkak ki öleceksiniz. Sonra da siz, şüphesiz, kıyamet gününde tekrar diriltileceksiniz.”

Biz, insanın tüm yaratılış aşamalarını gerçekleştirendir ancak konu Allah’a bağlanır.

Yine soralım: Biz, Allah adına iş yapan bir oluşum mudur?

Konu değişir. Arap kavmine hitap eden ve “sizin üstünüzde yedi yol/yörünge yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz değiliz,” diyen Biz, “gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu yerde” durgunlaştıran ve “onu gidermeye” de gücü yetendir. Biz, yağmurun sayesinde Arap kavminin yararına “hurma bahçeleri ve üzüm bağları” meydana getirmiştir ve devamla şöyle denir: “Bunlarda sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. Sina dağında yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç hem yağ hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir. Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakilerden size içiririz/onlardan çıkan sütten size içiririz. Onlarda sizin için birtakım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz. Hem onların hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız.”

Bu anlatım daha önceki benzer nimet ayetlerinin tekrarıdır. Konu yine; gök, yağmur, hurma, üzüm, zeytin, hayvanların karınlarından içilenler, hayvanlar ve gemilerle bir yerden bir yere gitme, ulaşmadır.

Kur’an’daki Biz’in bir kavme gönderdiği elçi, elçinin yalanlanması ve o kavmin Biz tarafından yok ediliş döngüsü bu surede de önceki benzer ifadelerle tekrarlanır. Konu yine Yahudi kavimleri ve peygamberleridir.

Nuh… Tevrat’ta bütün olarak ve ayrıntılarıyla anlatılan Nuh ve Tufan olayı Kur’an’da ara ara ve parça parça verilir. Biz, tarafından kavmine gönderilen Nuh, onlara şöyle seslenir:

“Allah’a kulluk edin; O’ndan başka tanrınız yoktur, hâlâ sakınmaz mısınız?” Yanıt, “kavminin içinden, kâfir kodaman topluluğu” ndan gelir: “Bu sizin gibi beşerden başka bir şey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Andolsun, Allah dilemiş olsaydı melekleri gönderirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik. Bu adamda nedense biraz delilik var, bir süreye kadar onu gözetleyin.”

Kendini Allah elçisi olarak sunanların, kavimleri tarafından, “deli/cin tutmuş/cin çarpmış” olarak hep aynı kökten gelen kelimelerle nitelendirilmeleri, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Devam eden ayetlerde, seslenilen ya da yakarılan Rab ve yanıtlayan Biz anlatımı da açıkça görülür.

Nuh Rabbinden, kavmi tarafından yalanlanmasına karşılık yardım ister. Bunun üzerine Biz, ona vahyeder:

“Gözcülüğümüz altında, sana bildirdiğimiz gibi/vahyimizle gemiyi yap; buyruğumuz gelip, yerin suları/tandır kaynayınca her cinsten birer çifti ve hüküm verilmiş olanın dışında kalan aileni al. Haksızlık yapanlar/ zulmetmiş olanlar için Bana başvurma/yalvarma. Doğrusu onlar suda boğulacaklardır. Sen ve beraberindekiler gemiye yerleşince, ‘Bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah’a hamd olsun’ de. Ve ‘Rabbim! Beni mübarek bir yere kondur. Sen konuklatanların en iyisisin/hayırlısısın’ de.”

Bunlarda ibretler olduğunu belirten ve böylece insanları/kullarını deneyen Biz, “onların ardından bir başka nesil” getirir ve “onlara aralarından ‘Allah’a kulluk edin, O’ndan başka Tanrınız yoktur, saygılı olmaz mısınız/ korkmaz mısınız,” diyen bir elçi gönderir. Tefsirlere göre bu elçi Hud’dur.

Kur’an boyunca inkârcıların elçiye karşı sergiledikleri duruş ve ifadelerin benzeri burada da tekrarlanır:

“Onun kavminden, kâfir olup ahirete ulaşmayı yalanlayan ve dünya hayatında kendilerine” Biz tarafından   refah verilen/görkemli yaşatılan “kodaman güruh” şöyle der: “Bu, yediğinizden yiyen, içtiğinizden içen, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Andolsun, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz doğrusu bu durumda kaybedenlerden olursunuz. Öldüğünüz, toprak ve kemik yığını olduğunuz zaman dirilmenizi mi size söz veriyor? Oysa söz verilen şey ne kadar, hem de ne kadar uzak! Dünya hayatından başka gerçek yoktur. Ölürüz, yaşarız; bir daha diriltilecek değiliz. Bu sadece Allah’a karşı yalan uyduran biridir. Biz ona inanmayız.”

O peygamber; “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et,” der. Yanıt gelir: “Pek yakında onlar pişman olacaklar!” Sonuçta korkunç bir ses/bir çığlık onları yakalar. Biz, “onları sel süprüntüsü haline” getirir/“hemen çepeçevre” kuşatır ve şöyle denir: “Zalimler topluluğunun canı cehenneme/artık uzak olsun zalimler güruhu.” Biz, artlarından başka başka kuşaklar var eder ve şöyle denir: “Hiçbir ümmet azap için belirlenmiş olan vaktini ne geçer ne ondan geri kalır.” Biz, sonra birbiri peşinden elçilerini gönderir. Bir ümmete peygamberi geldikçe onu yalanlar. Biz de onları birbiri peşinden yok edip hepsini birer efsane/hikâye yapar ve şöyle denir: “Artık uzak olsun/yok olsun imana gelmeyecek bir kavim.”

Musa ve HarunBiz, birtakım ayetler ve fermanla/apaçık bir yetkiyle Musa ve kardeşi Harun’u Firavun ve ileri gelenlerine gönderir. Onlar ise büyüklük taslarlar; zaten büyüklenen bir kavimdirler ve “kavimleri bize kölelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız,” diyerek elçileri yalanlarlar. Bu yüzden de yok edilirler. Biz Musa’ya “(kavmi) belki hidayete kavuşur” diye o kitabı (Tevrat) vermiştir.

Biz, “Meryemoğlu’nu da annesini de” kudretine bir alâmet kılmış ve “her ikisini de pınarı bulunan, oturulabilen bir tepeye” yerleştirmiştir.

Ardından şöyle seslenilir: “Ey peygamberler/elçiler! Temiz ve helal olan şeylerden yiyin; güzel amel ve hareketlerde bulunun. Çünkü Ben ne yaptığınızı bilirim. Şu (insanlar) bir tek ümmet halinde sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. Benden korkun/sakının.”

Devamında gelen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Hüseyin Atay tarafından; “İnsanlar işlerini aralarında bölük pörçük ettiler. Her bölük kendisininkiyle sevinmektedir/her grup kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi.” şeklinde çevrilen ayet, Hasan Basri Çantay tarafından şöyle meallendirilir: “Fakat (o kavimler) dinlerde (muhtelif) fırkalara ayrılmak, her fırka kendi ellerindeki (din) ile böbürlenmek suretiyle parça parça oldular.” İsmail Hakkı İzmirli ise “işlerini” yerine “din işlerini” ifadesini kullanmış ve bunu “kendi dinini hak, öbür dinleri bâtıl bilerek sevinir” şeklinde yorumlamıştır.

Müminun suresi anlatımı devam edecektir.

Canan Murtezaoğlu


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir