Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Dinsel

Arap kavmine ve erkeğine hitap (2)


Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın elli beşincisi ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre yetmiş birinci sure olan “Müminun” suresi anlatımı sürmektedir.

Muhammed peygambere hitap edilir: “Sen şimdi onları bir zamana kadar gaflet ve sapıklıkları ile baş başa bırak! Sanıyorlar mı ki, onlara verdiğimiz servet ve oğullar ile kendilerine faydalar sağlamak için can atıyoruz. Hayır, onlar işin farkına varamıyorlar.” Ardından inananların ve inanamayanların durumu verilir.

İnananlar“Rablerine saygılarından titreyenler” dir ve “onlar Rablerine asla ortak koşmazlar.” Onlar, “Rablerine dönecekleri için yapmakta oldukları işleri kalpleri titreyerek yapanlar/vermeleri gerekeni gönülleri ürpererek verenler” dir. Onlar, “iyiliklere koşuşurlar ve iyilik için yarışırlar.”

Biz şöyle der: “Herkesi ancak gücü oranında yükümlü tutarız/biz hiçbir kimseye gücünün yeteceğinden başkasını teklif etmeyiz. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.”

İnanmayanlar“Onların kalpleri bu hususta cehalet içindedir. Ayrıca onların bundan öte birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bu işleri yapar dururlar.” Biz, onların “refah ve bolluk içinde olanlarını” sıkıntıya uğrattığında, “onlar feryadı basarlar.” Biz de şöyle der: “Boşuna feryat etmeyin bugün! Zira bizden yardım göremeyeceksiniz. Çünkü ayetlerimiz size okunurdu da buna karşı siz arkanızı dönerdiniz. Kafa tutardınız ve geceleyin hezeyanlar savururdunuz.”

Ardından Muhammed peygambere hitap edilir:

“Onlar bu sözü (Kur’an) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi? Yoksa peygamberlerini tanımadılar da bu yüzden mi onu inkâr ediyorlar? Yoksa onda bir delilik olduğunu mu söylüyorlar? Aksine o, kendilerine hakkı getirmiştir. Halbuki onlar haktan hoşlanmamaktadırlar. Eğer hak, onların kötü arzu ve isteklerine uysaydı, mutlaka gökler ve yer ile bunlarda bulunan kimseler bozulur giderdi. Hayır, biz onlara şan ve şereflerini getirdik; fakat onlar kendi şereflerine sırt çevirirler. Yoksa sen onlardan ücret mi/haraç mı istiyorsun? Rabbinin ücreti/vergisi daha iyidir. O rızık verenlerin en iyisidir. Gerçek şu ki sen onları doğru bir yola çağırıyorsun. Fakat ahirete/sonrakine inanmayanlar ise ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.”

İnanmayanların durumu tekrar değerlendirilir. Biz, onlara acısa ve başlarındaki sıkıntıyı gidermiş olsaydı, “iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.”  Biz, onları sıkıntıya düşürmüştü/azapla yakalamıştı ancak onlar “yine de Rablerine boyun eğmemiş ve yakarmamışlardı.” Biz şöyle der:

“Sonunda onlara şiddetli bir azap kapısı açacağımız zaman, onlar orada ümitsiz kalıverirler.”

Hitap Arap toplumuna döner: “Oysa, sizin için kulaklar, gözler ve gönüller var eden O’dur. Ne az şükrediyorsunuz! Ve sizi yeryüzünde yaratıp türeden O’dur. Sırf O’nun huzuruna toplanacaksınız. Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız/düşünmez misiniz?”

İnkârcılar ise “öncekilerin” benzer sözlerini söylemekte ısrarcıdır: “Sahi biz ölüp de bir toprak ve kemik yığını haline gelmişken, mutlaka yeniden diriltileceğiz öyle mi? Andolsun ki, bize ve bundan önce de babalarımıza söz verilmişti; bu, öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” Devamla Biz, elçisinden kavmine sorular sormasını ister ve onların yanıtlarını da bildirir. Daha önce de gördüğümüz bu diyalog şöyledir: 

Elçi: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir?” Yanıt: “Allah’ındır.” Elçi: “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız? Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş’ın Rabbi kimdir?” Yanıt: “Allah’ındır.” Elçi: “Şu halde siz Allah’tan korkmaz mısınız?/Öyledir de Allah’tan başkasına tapmaktan sakınmaz mısınız? Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin mülkiyeti ve yönetimi kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan/buna muhtaç olmayan kimdir?” Yanıt: “Allah’ındır.” Elçi: “Öyleyse nasıl olur da büyülenirsiniz?”

Bu diyalogda da açıkça görüleceği gibi Arap kavmi Allah’a zaten tapmaktadır. Elçi’nin onlardan istediği ise Allah’ın yanında başka ilahlara (putların) tapmamalarıdır. Biz bunu şöyle ifade eder:

“Onlara gerçeği getirdik; doğrusu onlar yalanlıyorlar. Allah oğul edinmedi. O’nunla beraber hiçbir ilah da yoktur; Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine galip gelirdi. Allah, onların yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir. O görülmeyeni (gayb) de görüleni de bilir. Koştukları ortaklardan yücedir.”

Muhammed peygamber Rabbine yakarır ve “onlara söz verilen şeyi/ yöneltilen tehdidi bana mutlaka göstereceksen Rabbim, o zaman beni zalimler topluluğunda bulundurma,” der. Biz’in yanıtı şöyle olur: “Onlara yönelttiğimiz tehdidi sana göstermeye elbette ki kadiriz.” Önceki surelerde de örneklerini gördüğümüz gibi elçi, Rabbine yakarmakta yanıtı Biz vermektedir.

“Kötülüğü en iyi olan ile/en güzel bir tutumla sav çünkü biz onların yakıştırmakta oldukları şeyi çok iyi bilmekteyiz.” ifadesinden sonra Biz elçisinden şöyle yakarmasını ister: “Rabbim! şeytanların vesveselerinden/kışkırtmalarından sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.”

Söz yine inkârcılara gelir… Onlardan biri ölünce Rabbinden onu geri çevirmesini/dünyaya geri göndermesini ister ve “ta ki, boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım,” der. Yanıt olumsuzdur ve şöyle denir: “Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.”

Ardından kıyamet-hesap döngüsüne geçilir. Sur’a üflendiği zaman “aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez ve birbirlerine de bir şey soramazlar.”   Tartıları ağır gelenler, başarıya ulaşanlar, tartıları hafif gelenler de kendilerine yazık edenlerdir ve “cehennemde temellidirler. Orada dişleri sırıtır halde iken ateş yüzlerini yalar.” Onlara şöyle denir: “Size ayetlerim okunurdu da siz onları yalanlardınız değil mi?” İnkâr edenler yanıtlar: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi alt etti; biz, bir sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız.”

Buyurur: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın artık. Çünkü kullarımdan bir zümre ‘Rabbimiz! Biz iman ettik; öyle ise bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin,’ diyorlardı. İşte siz onları alaya aldınız; sonunda bu davranışınız size beni anmayı unutturdu; çünkü siz onlara gülüyordunuz. Bugün Ben onlara, sabrettiklerinin karşılığını verdim; onlar, hakikaten muratlarına erenlerdir.”

Buyurur: “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?” İnkârcılar yanıtlar: “Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldık. İşte bilenlere sor.” Buyurur ki: “Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!”

Biz devreye girer ve açıklar: “Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve sizin hakikaten huzurumuza geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız? Mutlak hâkim ve hak olan Allah, çok yücedir. O’ndan başka ilah yoktur. O, bereketli Arş’ın sahibidir. Her kim Allah ile birlikte diğer bir tanrıya taparsa -ki bu hususla ilgili hiçbir delili yoktur-o kimsenin hesabı ancak Rabbinin nezdindedir. Şurası muhakkak ki, kâfirler kurtuluşa eremezler.”

Muhammed peygamberden de şu yakarış cümlesini söylemesi istenir:

“Rabbim, bağışla ve merhamet et! Sen merhametlilerin en iyisisin.”

Müminun suresi anlatımı bitmiştir. Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında Müminun Suresi olarak yukarıdaki satırları okumaktadır. Mekkî surelerle ilgi çalışmamız sürecektir.

Canan Murtezaoğlu


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir