Özgür ruhun “uykusu” ve “kaçış” ları
31 Mart 2024 Yerel Seçimlerine kırmızı dalga damgasını vurdu. Cumhuriyet Halk Partisi, seçimlerden 1. Parti olarak çıktı; umudu tekrar yakaladık, üzerimizdeki ölü toprağını silkeledik. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu tarafından başlatılan “değişim” hareketi gerçek anlamda bir dip dalgasını tetikledi ve başarı geldi. Böyle bir başarıyı yaklaşık yarım asırdır bekliyorduk. Başta Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere CHP’nin tüm emekçilerine ve elini taşın altına koyan herkese teşekkür ediyorum. Şunu da söyleyebiliriz: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi nedeniyle işlevsizleştirilen Gazi Meclis, yerel seçimlerle kendini hatırlattı, halk kendi meclisini kurdu ve sonuç aldı.
Henüz ayrıntıları bilmesek de mevcut tablonun oluşmasında Sessiz Kuşak olarak bilinen neslin hayatta olanları ile onların çocuklarının yani Bebek Patlaması Kuşağı olarak tanımlanan neslin etkili olduğu gayet açık. Kim bunlar derseniz: Bunlar, maddi-manevi itilip kakılan, “dipsiz kuyu, simit-su satsın” ifadeleriyle horlanan, haksızlık üzerine haksızlığa uğrayan namı diğer emeklilerimiz, sayı olarak verirsek toplam 15.851.244 kişi. Emeklilerimize, ilk kez oy kullanan gençlerimizin de katıldığını düşünüyorum. YSK 18 yaşını dolduran yeni seçmen sayısını 1.032.610 kişi olarak açıklamıştı. Hepsi sandığa gitti mi ya da tercihleri ne oldu elbette bilemem ancak “ülkemden gitmek istemiyorum, ben ülkemde özgürce yaşamak, özgürce düşünmek, bilimsel eğitim almak ve güzel bir geleceğin parçası olmak istiyorum” diyen gençlerin ağırlıkta olduğunu seçim haritası bize gösterdi.
Seçim gecesinin yıldız ili ise Adıyaman oldu. Adıyaman, 6 Şubat depremiyle yıkımın ve ölümlerin en fazla yaşandığı illerimizden biriydi. Adıyaman seçmeni büyük ve beklenmedik bir değişimi gerçekleştirdi ve yerel yönetimi iktidarın elinden aldı.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Mansur Yavaş, aldığı oy oranıyla tarih yazdı. Yaklaşık iki kat oy alarak iktidar destekli, mal varlığı ile manşetlerden düşmeyen rakibini, deyim yerindeyse mindere yapıştırdı. Mansur Yavaş belediyeciliği Ankara’nın kılcal damarlarına kadar nüfuz etmişti yani ülkemde seçimi “halkçılık” kazandı!
2019’da iktidar tarafından topal ördek ilan edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Ekrem İmamoğlu da azim ve kararlılık ile yürüttüğü çalışmalarıyla bir ders daha verdi: Cumhurbaşkanı ve bakanların elinden tuttuğu rakibine 1 milyon oy fark attı ve de Belediye Meclisini kazanarak “topal ördek” söylemini iktidara iade etti. Bundan sonraki yol haritası bellidir: Laik bir hukuk devleti olan Cumhuriyetimizin bekası için artık tüm özgür ruhlara uyku haramdır, çalışmak, çok çalışmak ve gereği gibi çalışmak lazımdır.
Seçim sonuçları kutlu olsun Türkiye’m diyerek devletimizi kuran özgür ruhun “uykusuna ve kaçışlarına” da birkaç anekdotla değinelim.
Atatürk’ün, uykuyu hiçbir zaman sevmediği biliniyor. Bir gün Başyaver Cevat Abbas Gürer’e şöyle der: “Hayat pek kısa. Çocukluk ve mektep, hayatın bir kısmını alıp götürüyor. Geriye kalanını da uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda gerekli dinlenme gıdasını verecek komprimeler icat olsa ne iyi olurdu…”
“Mustafa Kemal, henüz Harp Okulu’ndayken Osmanlı’nın çöküşe gittiğini görmektedir. Arkadaşlarına, ‘uluslarına bağımsızlık düşüncesi aşılamaya çalışan’ Bulgar Ivan Vozof’u, Sırp Filip Vişniç’i, Yunan Konstantin Rigas’ı, Macar Petofi’yi ve Lehistanlı Miçiyeniç’i anlatır. Dağılma ve çöküş sürecinin padişahı II. Abdülhamit ise Avrupa’daki bu uyanışla ilgili değildir. Türk ulusunun ‘yüzyıllardır beklediği sesi veren Namık Kemal’ in şiirlerini okuyamamaktan, söylediklerini duyamamaktan yakınan ve henüz 18 yaşında olan Mustafa Kemal kederlidir; adını tam koyamadığı yoğun duygular içindedir. Yakın arkadaşı bir gün ona, ‘kalkıyorsun ama bir türlü uyanamıyorsun. Dâhiliye subayının karyolanı sarsması mı lazım… Bu anlaşılmaz hayatının nedeni nedir,’ diye sorar. Bu konu diğerlerinin de dikkatini çekmiştir. Mustafa Kemal şöyle der: ‘Arkadaşlar, yatağa girdikten sonra ben sizler gibi sakin uyuyamıyorum. Sabahlara kadar gözüm açıktır. Sonunda tam dalacağım zaman, ‘Kalk!’ borusu çalıyor. Onu da doğal olarak işitmiyorum.” (Hiçbir Şey Bitmedi; Tülay Hergünlü-Canan Murtezaoğlu, s.16, Cinius Yayınları-2024)
Mustafa Kemal, yönetmenin toplumla bağ kurmak olduğunu görmüştür. Gözünü kırpmadan sabahı bulduğu geceler boyunca ulusal özgürlüğü kendine mesele edinmiş ve halkın aydınlatılması için örgütlenmek gerektiğine işaret etmiştir. İşte 31 Mart Yerel Seçimlerinde yakalanan başarının altında, bu düşünce yapısı ve onun iki temel unsuru vardır: halkla bağ kurmak ve örgütlenmek.
Çanakkale’den beri yaverliğini yapan Cevat Abbas Gürer; “Atatürk’ün uyanık geçirdiği zamanla uykuda geçirdiği müddet karşılaştırılamayacak kadar farklıdır…” der hatıralarında. “Kendi kendinin polisi olan Atatürk”, savaş zamanlarında olduğu gibi devlet işlerinin yürütülmesinde de yapılan çalışmaların “gece veya gündüzün her saatinde kendisine sunulmasını” ister. Hastalandığı dönemler dışında uykunun dostu değildir; “sabah güneşini görmeden yatağına girmez.”
Savaş sahasında ve muharebe sürerken kesinlikle uyumayan Gazi Mustafa Kemal, “sakin geçen siper muharebeleri esnasında bile gayet tetikte yatmak kaydıyla seyyar karyolasına uzanır, denebilir ki bir gözü açık, bir gözü kapalı” uyur. Cevat Abbas Gürer’in notlarına göre, Kafkas Cephesi Buğlan Gidiği (Bingöl) muharebelerine yetişmek isteyen Mustafa Kemal, “otuz altı saat hayvandan inmeden cebri yürüyüş yapmış ve muharebe cephesinin emir ve kumandasını eline almıştır.” Düşmanın tehlikeli taarruzlarına karşılık üç gün üç geceyi uyumadan geçirmiştir.
Gürer, hatıralarındaki bu bölümü şu cümleyle sonlandırır: “19 Mayıs gününün doğan güneşiyle Samsun’a ayak basan Atatürk, Lozan Barışı’nın imzalanmasına kadar gece uykusu görmedi.”
Nutuk için çalışmalar yapıldığı günlerde Çankaya Köşkü’nde bulunan İzmit Milletvekili Süreyya Yiğit de Atatürk’ün kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan yazı dikte ettirdiğini söylemiştir.
Atatürk; yurt sorunlarının görüşüldüğü, edebî sohbetlerin yapıldığı, bilgi sahibi ve donanımlı kişilerin yer aldığı, “her birinin içinde bir tarih yaprağının yaşandığı” ve uzun saatler süren sofralarında da davetlileri yakından inceler; tahammüllerinin tükendiğini gözlerinden anlayınca, onlara tuzlu leblebi veya şamfıstığı vererek uykularını açmaya çalışır, kendisine yakın bildiklerini de yüzlerini yıkamaya gönderir. Diğer yandan; davetliler arasında hükümetin ileri gelenleri varsa, diledikleri zaman sofradan ayrılabileceklerini kendilerine önceden söyler; onlar ertesi gün işbaşında olacaklardır. Ayrıca, sarhoşluktan hiç hoşlanmaz, alkolün etkisinde kalanların, sofrasından ayrılmalarına hemen izin verir.
Uykuda geçen saatleri büyük kayıp olarak gören Mustafa Kemal Atatürk, “Yirmi dört saatlik hayatını hiçbir zaman bir programa sığdıramamıştır.” Yaradılışı da buna engeldir. Savaş zamanlarında ani karar ve uygulamalarıyla bilinen Gazi, Çankaya ve Dolmabahçe’de geçen günlerinde de halkın arasına katılmak için belli bir programı takip etmemek için direnmiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Dolmabahçe Sarayı’ndan gizlice ayrılıp halkın arasına karıştığına dair birçok anekdot yakın çevresi tarafından kaleme alınmış ve Türk milletine aktarılmıştır. Kimi zaman, üzerinde sade bir gömlek ve pantolonla Saray’ın kapısından çıkar ve kaş göz arasında bir taksiye atlayarak bir müddet kaybolur, kimi zaman da herkes yattıktan sonra Saray’dan ayrılıp bilinmeyen bir semte gider.
Bu kaçışlardan birinde, Beşiktaş’taki bir sabahçı kahvesine gidip kahve söyler. Ocakçı kendisini tanır ve kahvedeki balıkçılara Atatürk’ün orada olduğunu haber verir. Etrafında toplanan balıkçılarla kaynaşan ve onlara kahve ısmarlayan Atatürk, kimseye haber vermemelerini öğütler ve geceyi onlarla birlikte geçirmeyi teklif eder. Hep birlikte Kireçburnu Gazinosu’na giderler. Vali, pür telaş içinde aradığı Atatürk’ü, sabaha karşı bu gazinoda balıkçılarla omuz omuza vermiş, Kasap Havası oynarken bulacaktır.
Yine bir gece Saray’dan gizlice ayrılır, bir taksiye atlayarak Anadolu sahiline geçer. O sırada bir grup Askeri Lise öğrencisi, Beykoz’a doğru gece yürüyüşü yapmaktadır. Otomobilin içinde tek başına oturan Atatürk’ü görünce çok şaşırırlar. Atatürk araçtan iner ve “Haydi gelin şöyle bir kenarda oturalım,” der. Atatürk’ün yere çökmesiyle öğrenciler etrafını sarar ve askerî bir konuyu tartışmaya başlarlar. Atatürk’ün şakağında ince bir kan sızıntısı vardır. Bir öğrenci mendiliyle siler. Atatürk, “Merak etmeyin önemsiz bir şey, kaçarken oldu,” diyecektir. Ancak aradan henüz beş dakika geçmemiştir ki, motor gürültüleri duyulur. Atatürk sohbeti yarıda keser ve şöyle der: “Eyvah, geliyorlar! Yakalandım. Bu gece tek başıma şöyle bir dolaşayım dedim. Fakat beni yine buldular. Anlaşılan yine yalnız kalamayacağım.”
Kanlı savaş meydanlarında yitip giden gençlik yılları… Dağılan bir imparatorluktan bağımsız bir Türk Devleti yaratmak… Yazarak, konuşarak, belgelendirerek asırlar sonrasına bile yol göstermek… Milletinin sinesini, sığınabilecek en büyük yer olarak gören Gazi Mustafa Kemal Atatürk için sarayların, köşklerin ne değeri olabilirdi ki?
Uykuyu kendine haram kılan Atatürk, gerçek bir özgürlük savaşçısıdır; milleti için mücadele etmiş ve hayatını milletine adamıştır. Türk milleti, zaman zaman baskı ve etki altında kalsa da sapmalar yaşasa da elbette bu özgür ruhu takip edecektir; kendini saraylarda saklayanların, binlerce aracın oluşturduğu konvoylarda saklambaç oynayanların ya da koruma orduları içinde görünmez olanların yolunda asla olmayacaktır.
Atatürk, inandığı yolda yürüdü, umutsuzluğun içindeki umudu görünür kıldı ve başardı. Türk ocağında, şerefine tertiplenen bir ziyafette şöyle demiştir: “Her millet yaşamak mecburiyetindedir; yaşamak için mücadele şarttır!”
Evet, yaşamak için mücadele şarttır. Yürünen yol akılcı olursa da sonuç alınır. 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri, yeniden aydınlık diyenlerin, iyiye ve güzele yönelik değişim isteyenlerin, ortak akılla yürüyenlerin, laik cumhuriyet ve kuruluş ilkelerine inananların oy sandıklarına attığı imzadır.
Siyasî iklimi değişmiş bir Türkiye’de hayatın güzelliklerinin paylaşılabileceği nice bayramlara..
Canan Murtezaoğlu
Yararlanılan Kaynaklar:
Niyazi Ahmet Banoğlu; Atatürk’ün İstanbul’daki Günleri, Alfa Yay. 2012, s.1-3 ve s. 47
Cevat Abbas Gürer; Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer, s. 367-369
Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağının Gizli Defteri, s. 69, 85-86