Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

 Jokerli mucize


Tek tanrı inancının kutsal kabul edilen kitapları; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an’dır. Görünen o ki, hepsindeki temel amaç, Yaratıcı ile insanoğlu arasında elçiler aracılığı ile bağ kurmak. Ancak bu bağ kurma durumu kitaptan kitaba farklılıklar gösterdiği gibi, “Yaratıcı” kavramı da farklılıklar göstermektedir.

Bu yazımda, dört kitap ve dört peygambere çok kısa bazı dokunuşlarım olacak. Yeri gelmişken hatırlatmalıyım ki, din içerikli yazılarımda konu iman ya da inanç olmayacaktır. O alan kişinin sadece kendisine aittir, sorgulanamaz. Amacım, kutsal olarak kabul edilen metinlerin bende uyandırdığı ilk izlenimleri paylaşmaktır.

Öncelikle, Musa peygamber tarafından yazıldığı düşünülen Tevrat’a bakalım. Metinde; yaradılış, İbrahim, İshak, Yakup ve Yusuf peygamberler, İsrail soyu, Musa’ya verilen “On Emir”, sorumluluklar ve tapınma düzenleri ayrıntılı olarak işleniyor. Bugün ülkemiz coğrafyasında yerleşmiş bulunan birçok gelenek ve göreneğin Tevrat kaynaklı olduğunu görmek de düşündürücü.

Tevrat’ın ilk bölümü Yaratılış ve bu bölümde, Kur’an’daki gibi “Biz” kavramını görüyoruz:

“Tanrı, ‘Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım’ dedi, ‘Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.” (1/26)

Ancak RAB Âdem ve Havva ile başlattığı süreci beğenmeyecek ve bir tufanla hepsini yeryüzünden silecektir.

Nuh peygamberle yeni dönem başlar. Onun soyundan gelenler, “RAB” olarak ifade edilen Tanrı ile iç içedirler. RAB onlara görünür ve konuşmasını bitirince yukarıya çekilir. Örnek olacak satırları verelim: “RAB Avram’a görünerek, ‘Bu toprakları senin soyuna vereceğim’ dedi. Avram kendisine görünen RAB’be orada bir sunak yaptı.” (12/7) … Artık adın Avram değil, İbrahim olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım. (17/5) … Tanrı İbrahim’le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.” (17/22)

RAB; “Ben baban İbrahim’in Tanrı’sıyım” (26/23) diyerek İshak peygambere, “Sana Yakup diyorlar, ama bundan böyle adın Yakup değil, İsrail olacak” diyerek de Yakup peygambere görünecektir. (35/10)

Musa peygamberin, halkıyla/İsraillilerle Mısır’dan çıkışı ise, Tanrı Dağı’nda sürekli RAB’le buluşması, RAB’bin kendisine birebir verdiği emirlerle yürütülecektir. Şu örnek cümle gerçekten ilginçtir: “RAB Musa’ya, ‘Sana koyu bir bulut içinde geleceğim’ dedi, ‘Öyle ki, seninle konuşurken halk işitsin ve her zaman sana güvensin.” (Mısır’dan Çıkış; 19/9)

Acaba, Tevrat’taki “RAB” kavramı için, Kur’an’da sıklıkla geçen “Biz” kavramını çağrıştırıyor, diyebilir miyiz? “Biz onları oymaklar halinde on iki topluluğa ayırdık. Hani, ulusu Musa’dan su istemişti…” (Araf/Yükseklikler,160) ayeti buna örnek olabilir mi?

Zebur’a bakalım… Kur’an’da, “Davud’a Zebur’u verdik.” (İsra,55) ifadesini okuyoruz. Zebur metni, RAB’le Davud peygamber arasındaki ilişki üzerine oturmuş. Örneklendirelim:

“RAB’be seslenirim/Yanıtlar beni kutsal dağından. (Mezmur, 3/4) … RAB’bi seviyorum/Çünkü O feryadımı duyar. (Mezmur,116/1) … Sıkıntıya düşünce RAB’be seslendim/Yanıtladı beni. (Mezmur,120/1)” Bu seslenişlerden bazıları sitem de içerebiliyor: “Ey Tanrım, gündüz sesleniyorum, yanıt vermiyorsun/Gece sesleniyorum, yine rahat yok bana. (Mezmur, 22/2) … Kasaplık koyuna çevirdin bizi/Ulusların arasına dağıttın. (Mezmur,44/11) … Uyan, ya Rab! Niçin uyuyorsun/Kalk! Sonsuza dek terk etme bizi! (Mezmur,44/23)”

Bunların haricinde Davud peygamber, RAB’den sürekli yardım istiyor, bağışlanmak için yalvarıyor, kurtuluş için dualar ediyor, düşmanlarını cezalandırmasını istiyor ve verdiği berekete şükrediyor. Davud peygamberin yer yer Rab adına konuştuğunu da okumak mümkün ve RAB sadece İsrail soyu için var görünüyor: “… Çünkü RAB, Davut hakkında, ‘Halkım İsrail’i kulum Davut aracılığıyla Filistlilerin ve bütün düşmanlarının elinden kurtaracağım’ demişti.” (2.SAMUEL 3:18)

“Eski Ahit” olarak da bilinen Tevrat ve Zebur’dan sonra gelen İncil ise, Hristiyan dünyada “Yeni Ahit” olarak adlandırıyor. İncil’in ilk dört kitabını okuduğumuzda, İsa peygamberin hayatının mucizelerle dolu olduğunu görüyoruz. İsa peygamber; hastaları, cinlileri, felçlileri, cüzzamlıları iyileştiriyor, ölüyü diriltiyor, kötü ruhları kovuyor, körlerin gözünü açıyor, suyun üzerinde yürüyor, fırtınayı yatıştırıyor, böldüğü beş ekmekle binlerce insanı aynı anda doyuruyor.

Her iki “Ahit” arasında benzerlikler de var.
Örneğin; Tevrat’taki “bulut” tan seslenme İncil’de de yer alıyor. Şöyle diyor: “Onların gözü önünde İsa’nın görünümü değişti. Yüzü güneş gibi parladı, giysileri ışık gibi bembeyaz oldu. O anda Musa’yla İlyas öğrencilere göründü. İsa’yla konuşuyorlardı. Petrus İsa’ya, ‘Ya Rab’ dedi, ‘Burada bulunmamız ne iyi oldu! İstersen burada üç çardak kurayım: Biri sana, biri Musa’ya, biri de İlyas’a.’ Petrus daha konuşurken parlak bir bulut onlara gölge saldı. Buluttan gelen bir ses, ‘Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum. O’nu dinleyin!’ dedi.” (Matta, 17/2-5)

Burada şunu soralım: Özellikle Ortadoğu coğrafyasında, geçmişin “evliya” olarak nitelendirilen, keramet (olağan üstü, sıra dışı olay) sahibi insanlarına, acaba peygamberlerin kutsal metinlerde yer alan hayat hikâyeleri mi etki etmiştir? Doğru kulunu yaratan bilir ve bize düşen onları saygıyla anmak olmalıdır. Ancak diğer yandan günümüz Türkiye’sinde neredeyse her köşe başını tutmuş “kerameti kendinden menkul” birtakım şarlatanları nereye koyacağız? Çünkü bu iletişim çağında artık her şey gözler önünde!

Şimdi Kur’an’daki Muhammed peygambere bakalım. Yukarıda sayılan mucize niteliğinde anlatımlar Muhammed peygamber için mevcut değil. Örneğin “bulut” ile Hz. Muhammed arasında bir ilişkiye rastlamıyoruz. Dahası, yaşadığı toplum mucize göstermemesinden şikâyetçi oluyor.

Şöyle diyorlar: “Ona bir melek indirilmeli değil miydi?” (En’am/Sığırlar,8) ya da “Dediler: ‘Bu ne biçim elçi, yemek yer, sokaklarda yürür! Kendisine bir melek indirilip, onunla beraber uyarıda bulunmalı değil mi idi?” (Furkan/Ölçüt,7)

Peygamberler, kutsal metinler hakkındaki düşünceler, duygular sonsuzluk gibidir; âdeta bir algılar sarmalıdır. Diğer yandan, kutsal sayılan metinlerde ve de özellikle Kur’an’da, ayaklarımızı yere bastıran, elle tutulur dünyanın daha yaşanabilir olması için aklın yolunu gösteren ifadeler de vardır. Bunları, özellikle Kur’an’da, Hz. Muhammed’e doğrudan hitap eden cümlelerde aramak, gerçek mucizeyi aramak olacaktır.

Bu yazımda, sadece birkaçına değineceğim:

“Oku!” (Alak/Yapışkan, 1)
“Nûn! Kaleme ve yazdıklarına andolsun ki…” (Kalem, 1-2)
“Ey bürünen! Kalk da uyar.” (Müddessir/Bürünen, 1-2)
“Ve zihnini arındır.” (Müddessir/Bürünen, 5)
“De ki: ‘Düşünmez misiniz?” (Kasas/Öykü,71)

Bu beş cümlede insanlık dünyasının beş mucizesini görebilirsiniz; okumak, yazmak, uyarmak, zihni arındırmak ve düşünmek! Bu mucizeleri tercih eden bir toplum elbette öne geçecektir. Bu mucizeleri görmezden gelen yöneticilerin elindeki bir toplum ise elbette her anlamda seviye kaybı yaşayacaktır. Son ve çarpıcı örnek; başkentini bilmeyen sözde eğitimli bir öğrenci ve ona yardım etmede %40’la sınıfta kalan bir toplumun sergilediği “jokerli mucize” dir!

Övgü ve esenlik tüm peygamberlerin, bilim insanlarının ve akıl sahiplerinin üzerine olsun…

Canan Murtezaoğlu

 

Dinlemek için tıklayın

 

Not: Tevrat, Zebur ve İncil’deki metinler; kutsalkitap.org sitesinden alınmıştır.


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir