Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Dinsel

“Bunlar karışık rüyalardır” (1)


Sıradan bir vatandaş eline bir Kur’an meali/çevirisi aldığında ne okuyor?

İbrahim suresi anlatımında, İbrahim’in üç semavi dinin ortak atası kabul edildiğini, Tevrat’ın “birçok ulusun babası” sözünün hayata geçirildiğini, düşmanlarına karşı fetih isteyen peygamberlerine Rablerinin: “Zalimleri mutlaka helak edeceğiz!” cümlesiyle vahyettiğini belirtmiştik.

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın elli dördüncüsündeyiz. İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre yetmişinci sure “Enbiya” dır. (Peygamberler) Sure, Yahudi peygamberler ve onların kavimleriyle olan münasebetlerinden bahsettiği için bu adı almıştır.

Sure; “İnsanların hesabını görme zamanı yaklaştı, fakat onlar hâlâ gaflet içinde yüz çeviriyorlar/yan çizip aldırmıyorlar.” tehdit cümlesiyle başlar. İnkâr edenler Elçi ile çekişmektedir; gelen her yeni bildiriyi, ancak gönülleri oyalanarak, eğlenerek dinlerler.” Gizli toplantılarında da şöyle fısıldaşırlar: “Bu sizin gibi bir beşerden başka bir şey midir? Siz, göz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz?” Elçi ısrar eder: “Rabbim gökte ve yerde söyleneni bilir. O işitendir, bilendir.” İnkârcılar da ısrar eder: “Hayır! Bunlar karışık rüyalardır. Hayır! Onu uydurmuştur, Hayır! O şairdir. Haydi! Önceki peygamberler gibi o da bize bir belge/mucize getirsin.”

Biz devreye girer, onlardan önce yok etmiş oldukları hiçbir kent halkının da inanmadığını belirtir ve sorar: “Bunlar mı inanacaklar?” Biz Muhammed peygamberden önce de “vahyettikleri adamlar/erkekler” göndermiş ve onları “yemek yemez birer ceset” kılmamıştır “ve onlar ölümsüz de değillerdir.”

Biz, onlara verdiği sözü yerine getirmiş, kendilerini ve dilediklerini kurtarmış, aşırı gidenleri ise yok etmiştir.

Biz’in, bu tarzı, yani nokta atışı ile yok etme, tüm Yahudi kavimlerinin öykülerinde, rivayetlerinde görülür.

Biz Arap kavmine/Kureyş’e seslenir ve onlara içinde anıldıkları/bütün şan ve şereflerinin onda olduğu bir kitap indirdiklerini belirtir ve sorar: “Düşünmüyor musunuz/hâlâ akıllanmayacak mısınız?”

Biz, “halkı zalim olan nice kentleri” kırıp geçirmiş ve “onlardan sonra başka ulus” var etmiştir. Onlar, Biz’in azabının şiddetini hissedip oradan kaçmaya koyulunca da Biz şöyle demiştir: “Koşup kaçmayın; size nimet verilen yere, yurtlarınıza dönün ki, sorguya çekileceksiniz.” Onlar, “vay bizlere! Biz gerçekten zalimler idik,” deseler de Biz, “onları biçilmiş ekine, sönmüş ateşe çevirene kadar, o çığlıkları” sürüp gitmiştir.

“Gökleri, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun/boş bir eğlence olsun diye yaratmadık,” diyen Biz, şöyle devam eder: “Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu katımızdan edinirdik. Yapacak olsaydık öyle yapardık. Hayır, biz hakkı bâtılın başına çarparız da onun beynini parçalar. Bir de bakarsın (bâtıl) o anda yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız vasıflardan ötürü size yazıklar olsun.”

Ardından Allah anlatımına geçilir:

“Göklerde ve yerde olan bütün varlıklar O’nundur. Katında olanlar, O’na kulluk etmekten büyüklenmezler ve bıkmazlar. Gece, gündüz, yorulmadan/usanmadan yüceltirler/tesbih ederler.”

Şunu soralım: Katında olanlar ile anlatılmak istenen Biz kavramı mıdır?

Devamla Allah ve diğer ilahlar kıyaslanır ve sorulur:

“Yoksa, yeryüzünde edindikleri tanrılar mı, onlar mı ölüleri diriltecek?” Şu da eklenir: “Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilahlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu.” Arşın Rabbi, “onların nitelemelerinden arıdır” ve yaptığından sorumlu olmazken “onlar sorumlu tutulacaklardır.”

“Yoksa O’ndan başka ilahlar mı edindiler?” sorusunu soran Biz, Muhammed peygamberden kavmine şunları söylemesini ister: “Kesin delilinizi getirin. İşte benimle beraber olanların kitabı ve benden öncekilerin kitabı.” Ancak onların “çoğu gerçeği bilmez de yüz çevirirler.” Biz, Muhammed peygamberden önce de elçiler göndermiş ve onlara şöyle vahyetmiştir: “Benden başka tanrı/ilah yoktur, Bana kulluk/ibadet edin.”

Bu ifadede de açıkça görüleceği gibi Biz ve Allah kavramları bir bütünlük algısı yaratmaktadır. Diğer yandan, aynı cümle içindeki özne-yüklem uyuşmazlığı birçok soru işaretini de beraberinde getirmektedir.

Konu meleklere gelir. İnanmayanlar “Rahman çocuk edindi,” derler. Oysa melekler Allah’ın çocukları değil “ikram olunmuş/şerefli kılınmış kullardır. Onlar Allah’ın sözünün önüne geçmezler, hep O’nun emriyle hareket ederler. Allah, onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, Allah’ın hoşnut olduğu kimseden başkasına şefaat etmezler. Hepsi de O’nun korkusundan titrerler. İçlerinden kim: ‘Ben, O’ndan başka bir ilahım’ derse, biz ona cehennemi ceza olarak veririz. Zalimleri biz böyle cezalandırırız.”

Bu bağlamda daha önce Saffat suresinde bahsedilen “meleklerin ve şeytanların arasındaki savaş” konusunu da hatırlayalım ve şu sorularımızı yineleyelim:

Biz kavramı; Kur’an’ın sahip çıktığı melek, melekler yüksek topluluğu, Ruh, iblis, cin ve hatta Muhammed peygamberin de içinde olduğu bir oluşum mudur?

Alt kollarıyla bir çeşit panteon görüntüsü veren bu oluşum, Allah’ın Vahit sıfatıyla bağdaşır mı?

Muhammed peygamberin, Arap kavminin yerleşik inanç düzeni olan Allah ile birlikte tapılan putlar panteonundan kurtulma ve sadece Allah’a tapma mücadelesi nasıl değerlendirilmelidir?

Sureden devam edelim…

Biz sorar: “İnkâr edenler, gökler ve yer bitişikken onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan meydana getirdiğimizi bilmezler mi? Hâlâ, inanmıyorlar mı? Ve yeryüzüne, onlar sarsılır diye, dağlar yerleştirdik; doğru gitsinler diye orada geniş yollar var ettik. Ve göğü korunmuş bir tavan kıldık, oysa onlar bundaki delillerden yüz çeviriyorlar. Ve geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri kendi dairesi içinde yüzmektedir.” Bu ifadelerdeki ögeler de öncekilerin tekrarıdır: Gök, yer, dağlar, geniş yollar, gece, gündüz, güneş ve ay…

Biz, Muhammed peygamberden “önce de hiçbir beşeri ölümsüz” kılmamıştır. Ardından her canın ölümü tadacağı vurgulanır. Biz şöyle der: “Bir sınav olarak sizi iyilik ve kötülükle deneriz. Sonunda Bize geri döndürülürsünüz.”

Devamla konu, Elçi ile inkârcıların çekişmesine gelir. İnkârcılar Muhammed peygamberi gördüklerinde, “sizin tanrılarınızı diline dolayan bu mudur,” diyerek onu alaya alırlar. Onlar “Rahman’ın kitabını” inkâr etmektedir. Ben devreye girer ve şu kalıp ifade tekrarlanır:

“İnsan aceleci olarak yaratılmıştır. Size yakında (azaba dair) alâmetlerimi göstereceğim. Şimdi siz acele etmeyin.” İnkârcılar da sorar: “Doğru sözlü iseniz bu söz ne zamandır?”

Ardından kâfirlerin uğrayacağı azap anlatılır. “Ateşi yüzlerinden ve sırtlarından savamayacakları ve yardım da göremeyecekleri” zaman gelecektir. “Bu azap onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık ne geri çevrilmesine güçleri yetecek ne de kendilerine süre verilecektir.”

Muhammed peygambere hitapla, ondan önceki birçok peygamberle de alay edildiğini, alay edenleri o alay ettikleri şeyin/azabın kuşattığını belirten Biz, Elçi’den şunları söylemesini ister:

“Geceleyin ve gündüzün sizi Rahmandan kim koruyabilir? Ama onlar Rablerinin kitabından yüz çevirmektedirler. Yoksa kendilerini bize karşı savunacak tanrıları mı var? O tanrılar kendilerine bile yardım edemezler, katımızdan da dostluk görmezler. Doğrusu biz o kâfirleri ve atalarını yaşattık, hatta o ömür onlara uzun geldi. Fakat şimdi yerküreyi/memleketi her yandan eksilttiğimizi görmüyorlar mı? O halde üstün gelen onlar mıdır?”

Muhammed peygamber vahiy ile uyarmaktadır ancak “uyarıldıkları zaman, sağırlar çağrıyı duymazlar.” İnkârcılara Rabbin azabından “bir esinti dokunsa, ‘vah bize! Doğrusu, biz haksızlık yaptık/biz gerçekten zalimlerdik’ derler.”

Biz, Kıyamet günü doğru terazileri kurar, “hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğratılmaz.” Biz, “hardal tanesi kadar bile olsa yapılanı ortaya” koyar ve hesap gören olarak Biz yeter.

Enbiya suresi anlatımı devam edecektir.

Canan Murtezaoğlu


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir