Sezon finali
Türkiye’deki kutuplaşmayı keskin çizgilerle ortaya koyan, tarikat yaşamını, tasavvuf söylemleriyle ayetleri karıştırarak gizemli bir sevecenlikle işleyen, diğer yandan laik düzeni yerden yere vuruyor algısı yaratan bir dizi sezon finali yaptı. Son bölümün mesajları ilginçti. Ait olduğu dergâhın törelerine baş kaldıran ve kızının bilimsel eğitim alması için çırpınan bir annenin; “okursan kimse senin yerine karar veremez, kararlarını sen veririsin” cümleleri izleyicinin yüreğine su serpti! Ancak dergâhtaki post kavgası nedeniyle iyice kızışan süreç efendi hazretlerinin zehirlenmesiyle yeni bir ivme kazandı. Bununla da kalınmadı. Baş olmak isteyen kişi “gerçek İslam, koca koca binalar inşa edip bodrum katına ufacık mescit yapanların İslam’ı değildir” türünden bir çıkış yaptı ve posta oturdu. İlk icraatı olarak da gerçek İslam öyle değil böyledir dercesine, hiç sorgu suale gerek duymadan hırsızlık yapan bir müridin elinin kesilmesini izledik.
Bu kadarı da fazla mı olmuştu?
Önce Kur’an’daki ilgi ayeti verelim: “Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık, Allah’tan engelleyen bir ceza olacak biçimde ellerini kesiniz. Allah yücedir, bilgedir.” (Hüseyin Atay Meali; Maide/Sofra, 38) Yani kendince söz ve yetki sahibi olan yeni “efendi hazretleri” Kur’an’a göre davranmıştı. Bugün şeriatla yönetilen birçok İslam ülkesinde bu uygulama aynen yürürlükte ve yetkililer “kültürel ve dini açıdan haklı” olduklarını iddia ediyorlar. Buraya bir not düşelim: Ayete göre el kesmede kadın ve erkek arasında bir ayrıcalık yok. Oysaki, örtünme, miras, evlenme, çocuk yaşta evlilik, boşanma, vb. birçok başlıkta iki cins arasında bir eşitlik söz konusu olmadığı gibi erkek üstün ve ayrıcalıklıdır. Bu konulardaki ayetler tevil gerektirmeyecek kadar açıktır.
Kimileri kutsal kabul edilen metinlere hoşgörü ile yaklaşır, korumacı davranmayı tercih eder. Kimileri sorgulamayı seçer, akıl süzgecinden geçirmek ister. Kimileri de birebir uygulamanın gereğine inanır. Bu birebir uygulama genelde şeriat olarak karşımıza çıkar. Şeriatı uygulayan, bir devlet olabildiği gibi terör örgütü diye tanımlanan IŞİD veya Boko Haram da olabilir.
İnsanlık bugün halâ perde arkasından; iki ana kavmin (Yahudi ve Arap) yaşadığı bir yarımadada ortaya çıkmış, birbirinden türemiş, semavi kabul edilen dinlerin kitaplarıyla yönetiliyor. Kitaplar; Zebur, Tevrat, İncil ve Kur’an. Bunlara uygun hareket edildiği söylenen ülkelerde insan hakları yerlerde ve özellikle kadınların durumu içler acısı. Bu kitapların sahipleri tarih boyunca vaat edilmiş topraklar, İslam’ı yayma (Orta Asya’ya yapılan Arap Seferleri) ve Hristiyanlığı yayma (Haçlı Seferleri) adı altında birbirini kırmış ya da başka ülkeleri kılıç zoruyla ele geçirerek kendi dinini dayatmıştır. Hepsinde temel amaç aslında ganimettir. Rab, Göklerdeki Baba ve Allah bu ganimet işlerine kutsal kitaplar eliyle ortak edilmiştir!
İlginç olan şudur ki hiçbir kavim diğerinin Yaratıcısını kabul etmez! Diğer bir konu da Yahudiler ve Hristiyanlar Muhammed Peygamber’i kabul etmezken, Kur’an bütün İbrani kökenli peygamberlere (İsa peygamber de Yahudi’dir) ve onların kitaplarına inanılmasını ister. Gerçekten üzerinde düşünülesi konular! Burada ayrıca sormak lazım, peygamberler neden devlet kurar ve savaşır diye! Bugün bu savaşlar yok ancak din adına oluşturulan tüm kurumların (bütün dinler için geçerli) temel amacının iktidarda pay sahibi olmak ve maddi güç elde etmek olduğu biliniyor.
2002 yılından beri ülkemiz, her konuyu -özellikle çözümsüz kalındığında- Kur’an üzerinden değerlendirme hevesinde olanlar, (Nass örneği, sabır-şükür tavsiyeleri, Bakara makara sallamaları) İslam’ı referans aldıklarını söyleyip kendilerini topluma kabul ettiren kişilerden oluşan hükûmetler tarafından yönetildi. 2018 yılından beri de yine aynı yapılarla ancak Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi adı ile yönetiliyoruz. Tek kişinin imza yetkisine sahip olduğu bu sistemin başında Cumhurbaşkanı bulunuyor ve düşüncesi, “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz.” şeklinde. (Basın, 29.11.2019)
Sezon finali yapan dizideki el kesme sahnesini düşündüğünüzde sormak zorunda kalıyorsunuz: Hangi İslam’a göre hareket edilecek? Bu bağlamda, “Seferberlik ve Savaş Hali Tüzüğü” nün kaldırıldığını, yerine “Seferberlik ve Savaş Hali Yönetmeliği” nin yürürlüğe girdiğini ve tek yetkinin Cumhurbaşkanında olduğunu da hatırlatalım. (Basın, 22.05.2024)
Değerli okur,
Hepimiz, günü geliyor nerede adalet, nerede insan hakları diyoruz ve hayatımızı yeniden şekillendirmeye çalışıyoruz. Görünen o ki hayatın akışı ile kutsal kabul edilen hiçbir metnin içeriği paralel yürümüyor. Hak duygusuna ters düşmeyen her şey kutsal kabul edilebilir. Hak duygusunun örselendiği yerde ise bilin ki işin içine insan eli girmiştir. İnanç-iman konuları üstünlük aracı değildir ancak saygı duyulmalıdır. Bu saygıyı en güzel koruyacak olan da laik hukuk devleti şemsiyesidir, onun altında yaşamaktır. Çoğu zaman kâğıt üzerinde de kalsa laik bir hukuk devletinde yaşadığım için Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e şükran borçluyum.
Atatürk’e sonsuz saygı duymamın bir nedeni de getirdiği bilimsel laik eğitim sistemidir. Ancak bu sistem bugün fena halde örseleniyor. Genç kuşaklarımız aklı dışlayanların âdeta ablukası altında. Bugünün velileri bu gelişmenin ne kadar farkındadır, bilemiyorum. Birilerinin tevilleri ile oluşturulan ve “din” diye dayatılan yol başta eğlenceli gelebilir ancak içine çekildikçe hayatlar kararır. Zor da olsa bilimin yolundan yürünmelidir. Ne demişti kızının bilimsel eğitim alması için çırpınan anne dizide: “Okursan kimse senin yerine karar veremez, kararlarını sen veririsin.” Aydınlık ve karanlık hep çarpışacaktır. Kurulan çıkarcı sistemler nedeniyle belki de hiçbir zaman hak duygusu ve denge yaşamın gerçek ölçüsü olamayacaktır ancak her hal ve şartta bilimle yürünmelidir.
Atatürk, bana göre, yaşadığı çağı ve öncesini çok derin incelemiş bir bilim insanıdır aynı zamanda. Arap çöllerinden gelen esintilerin koskoca bir imparatorluğu nasıl yıktığını, nasıl yozlaşmaya kapı açtığını görmüştür. Halkın bu “kutsal” dan nasıl korktuğunu görmüştür çünkü halk yüzlerce yıl korkutulmuştur din oyuncuları tarafından. Halk kendi kutsal kitabını kendi dilinden okuyamamıştır. Kolay değildir bu korkuyu beyinlerden, gönüllerden bir anda atmak ve sorgulamaya başlamak. Atatürk, durumu özetlemiş ve uyarısını yapmıştır: “İnsanlıkta din duygu ve bilgisi, her türlü boş inançlardan sıyrılarak gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına, her yerde rastlanacaktır.”
“Din” adına zulmedenlerin yönetimlerinin çok uzun ömürlü olmayacağı yönünde umudum var çünkü bilim hızla ve kanıtla ilerliyor. Bu bilimsel gelişmeler nedeniyle birileri kapalı kapılar ardında mevcut dünya düzenini değiştirme kararı alırsa bilin ki çok farklı gerçeklerle yüzleşeceğiz. Esen kalın.
Canan Murtezaoğlu
Tebrikler… Facebook DOĞRUDAN DEMOKRASİ HAREKETİ GİRİŞİMİ adlı grupta paylaştım… Bahtiyar Çetinbaş