“Yok olup gittiler” (3)
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz üçüncüsü ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk dokuzuncu sure olan “Hud” suresi anlatımı sürmektedir.
Medyen ve Şuayb anlatımından devamla…
Kavmi şunu sorar: “Ey Şuayb, atalarımızın taptıklarını terk etmemizi veya mallarımızda dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi sana namazın (salât) mı emrediyor? Oysa ki sen yumuşak huylusun ve aklı başında bir adamsın.” Musa’nın kayınpederi de olan ve Tevrat’ta Kâhin Yitro olarak geçen Şuayb, önceki elçilerin ifadesini tekrarlar: “Ey kavmim! Şayet ben Rabbimden ispat edici bir delil üzerinde bulunuyorsam ve şayet bana, O kendi katından güzel bir rızık ihsan etmişse, söyleyin bakalım ben ne yapmalıyım? Size yasakladığım şeylerde size aykırı davranmak istemem. Gücümün yettiği kadar düzeltmekten başka bir dileğim yoktur. Başarım ancak Allah’ın yardımıyladır. Ona güvendim ve Ona yöneliyorum.”
Şuayb, kendisine karşı gelinmesi durumunda, Nuh, Hud ve Salih kavimlerinin başlarına gelen felaketlerin kendi başlarına gelebileceğini de belirtir ve “Lut kavmi de sizden uzak değildir,” der. Kavminin Rab’dan bağışlanma dilemelerini, O’na yönelmelerini ister. Kavmi şöyle der: “Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz ve doğrusu seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer, yandaşların/akrabaların olmasaydı, inan ki, seni taşlardık/recm ederdik. Zaten bizde bir değerin de yoktur./Senin bize hiçbir üstünlüğün yoktur.” Şuayb da “elinizden geleni yapın, şüphesiz, ben de yapacağım. Kime horlayıcı azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözetleyin, doğrusu ben de sizinle beraber gözetliyorum,” diyerek kavmini yanıtlar.
Biz’in emri gelince Şuayb ve onunla beraber inanmış olanlar kurtarılır ancak haksızlık yapanları/zalimleri bir çığlık/korkunç bir gürültü yakalar ve oldukları yerlerde dizüstü düşüverirler/ oldukları yerde çöküp kalırlar. “Sanki orasını hiç şenlendirmemişlerdir./Sanki orada hiç güzel gün görmemişlerdir.” Semud kavmi yok olduğu gibi, Medyenliler de yok oldu gitmiştir.
Dört kıssada da giriş, gelişme ve sonuç bölümleri, benzer kalıplarla örülmüş birbirini tekrar eder yapıda anlatımlardır.
Musa ve Firavun… Biz, Musa’yı da ayetler ve apaçık bir yetki ile Firavun ve ileri gelenlerine göndermiştir. İleri gelenler ise Firavun’un emrine uymuştur; oysaki Firavun’un “emri hak/sağduyuya uygun değildir.” Firavun Kıyamet günü kavminin önüne düşer, onları ateşe götürmüştür; “varacakları yer ne kötü yerdir!” Orada da ve de Kıyamet gününde “peşlerine lanet takılmıştır. Verilmiş ödül ne kadar kötü bir ödüldür!”
Muhammed peygambere hitapla şöyle denir: “Bu sana anlattıklarımız kentlilerin/helâk olmuş memleketlerin başlarından geçenlerdendir. Onların kimi ayakta/yerinde durmaktadır, kimi de biçilmiş gibi yerle bir edilmiştir.” Biz, onlara zulmetmemiş, onlar “kendi kendilerine” zulmetmiştir. “Allah’tan başka taptıkları tanrıları kendilerine hiçbir yarar sağlamamış, Rabbinin buyruğu gelince, tanrıları onların zararını artırmaktan başka bir işe” yaramamıştır. Rab, “zalim memleketleri cezalandırdığı zaman böyle cezalandırır. Çünkü O’nun cezası çok acı, çok çetindir. Bu kasabalarda, ahiret azabından korkana delil/ibret vardır.”
Devamla, kıyamet günü ve hesap döngüsü önceki benzer ifadelerle tekrarlanır. O gün bütün insanlar toplanacak, o gün mutlaka görülecektir. Biz onu “sadece belli bir süreye kadar” ertelemektedir. “O gün gelince, hiç kimse Allah’ın izni olmadan konuşamaz. Onların kimi bedbaht, kimi mutludur. Bedbaht olanlar ateşte olup, orada ah edip inlerler./Onlar orada başka türlü soluyacak, başka türlü haykıracaklar. Rabbinin dilemesi dışında, gökler ve yer sürdükçe orada temelli kalırlar. Doğrusu, Rabbin dilediğini pek yapandır. Mutlu kılınanlar ise cennettedirler. Rabbinin dilemesi dışında, gökler ve yer sürdükçe sonsuz bir bağış olarak orada temellidirler.” Muhammed peygambere; “bunların taptıklarının ne olduğundan şüphen olmasın. Onlar da daha önce babalarının tapmış oldukları gibi taparlar. Doğrusu, onlara paylarını/nasiplerini eksiksiz olarak ödeyeceğiz,” dendikten sonra konu yine konu yine Musa’ya gelir.
Biz Musa’ya kitabı vermiştir ancak onda ihtilafa/ayrılığa düşmüşlerdir. “Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir karar olmasa idi, elbette haklarında hüküm verilmiş bitmişti,” denir. Rab, onların yaptıklarından haberdardır. Muhammed peygamber uyarılır: “Sen ve seninle beraber tövbe edenlerle birlikte, sana emrolunduğu gibi dosdoğru ol. Aşırı gitmeyin. Doğrusu, Allah yaptıklarınızı görür. Haksızlık yapanlara gönül vermeyin. Yoksa, ateş size de dokunur. Allah’a karşı hiçbir dostunuz bulunmaz. Sonra yardım da göremezsiniz.”
Muhammed peygambere, “gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında/gündüze yakın olan saatlerinde” namaz kılması emredilir; “iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür/ inanacaklara bir anımsatmadır.”
Elçi Muhammed’den sabretmesi istenir; “Allah iyi davrananların ücretini zayi etmez/Allah iyilik edenlerin mükâfatını yitirmez.” Önceki kuşaklar içinde akıllı olanların bozgunculuğa engel olmaları gerekirken pek azı bunu yapmıştır. Haksızlık edenler/zulmedenler “kendilerine verilen görkeme kapılıp/şımartıldıkları refahın peşine düşüp” azmış ve suçlu olmuşlardır.
Sonraki ayetler, İslam dünyasındaki zorlamalara âdeta set çekmektedir; ancak işleyiş tam tersidir. Şöyle denir: “Senin Rabbin, halkı dürüst olan kentleri, putperesttir diye yok etmez./Halkları iyi ve ıslahatçı iken, o memleketleri haksız yere helak edecek değildir.”
Rab insanları tek bir ümmet/millet yapsaydı da aralarındaki ayrılık/ihtilaf sürecektir, “yalnız Rabbinin esirgediği başka.” Rab “onları bu ihtilaf için yaratmıştır.” Rabbin “Andolsun, cehennemi hep insan ve cinlerle dolduracağım’ sözü tamamlanmıştır.”
İnsanın, hem yaratılışının gereğini yapması hem de hesap verme durumunda bırakılması burada da açıktır.
Biz, Muhammed peygambere elçilerin başından geçenleri, onun “yüreğini pekiştirecek her şeyi” anlatmaktadır. Bunlarda ona “gerçek ve inananlara bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.” İnanmayanlara; “elinizden geleni geri koymayın! Biz de yapacağımızı yapacağız; bekleyin, doğrusu biz de bekliyoruz,” demesi istenir.
Sure şu ayetle sonlanır: “Göklerin ve yerin görülmeyeni/gaybını bilmek Allah’a aittir. Bütün işler Ona götürülür./Her iş O’na döndürülür. O’na kulluk et/ibadet et ve O’na güven. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”
Hud suresinin anlatımı tamamlanmıştır. Çalışmamız devam edecektir…
Canan Murtezaoğlu