Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Özgürlüğe Uyanış

Soykırım suçunun konuluş amacı ve çıkarımlar


Giriş

Hukuk, en basit tanımıyla, devletin koyduğu kurallar bütünüdür. Bu kuralların, yetkili organ tarafından yazılı bir şekilde düzenlenmiş en temel haline ise kanun denir.

Yani devletin yetkili organı, belli başlı amaçlar doğrultusunda belirli bazı kurallar koymakta ve öncelikle bu kanunlar ile toplumsal işleyişi düzenlemekte ve korumaktadır. Söz konusu bu amaçlara hukukun koruduğu değerler denmektedir.

İşte biz bu yazı dizimizde, Türk Ceza Kanunu’nun Özel Hükümleri’ni teşkil eden 76 ilâ 343. maddelerini, konuluş amaçlarına göre irdeleyecek, bu konuluş amaçlarının kanunun nasıl bir içeriği olduğu ve ne tarz uygulanması gerektiği konusunda bize verdiği fikirleri tartışacak, ilgili düzenlemelerin bağlamlarından kopartılarak nasıl amaç dışı politize edilmekte olduklarını belirteceğiz.

Yukarı paragrafta bahsettiğimiz hedefler doğrultusunda, ağır ve akademik bir yazımdan ziyade kamuya açık ve sade bir araştırmayla öğrenilebilecek veriler ışığında ve yalın bir anlatımla bezenmiş bir yazım kullanacağız. Zira esas olan, sadece hukuk eğitimi görmüş demografiklere değil, bu demografik dışında kalan kesimlere, özellikle her gün maruz kaldıkları kavramların içini doldurarak ulaşabilmektir. 

Soykırım suçu Türk Ceza Kanunu m. 76’da düzenlenmiştir. İlgili maddenin birinci fıkrasına göre;

Bir planın icrası suretiyle, milli, etnik, ırki veya dini bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:

a) Kasten öldürme.
b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.
c) Grubun, tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.
e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.

Soykırım suçu kavramının ortaya çıkışı, 2. Dünya Savaşı’na, spesifik olarak Hitler Almanya’sı tarafından, çoğunluğu Yahudi olmak üzere, yaklaşık 7.000.000 kişilik farklı nitelikteki grupların ki Naziler tarafından ‘undesirable’ yani istenmeyen/arzulanmayan şeklinde nitelendirilmiş kişilerdir, çeşitli fiiller suretiyle kısmen veya tamamen yok edilmesi girişimine dayanır.

Suç ile korunan hukuksal değer kişilerin ve grupların milli, etnik, ırki ve dini varlıklarının korunmasıdır. Bu amaç nedeniyledir ki kanun özellikle yok etme kastını aramaktadır zira aksi durumda ceza hukukunun kanunilik ve dar yorum ilkeleri zarar görecektir. Gene belirtelim ki bu suç, doğası gereği taksiren (ihmal suretiyle) işlenemez.

İşte yazımızın özünü oluşturan konu burada karşımıza çıkmaktadır. Soykırım suçu, belirli grupların yaşama ve varlıklarını devam ettirebilme hakkını korumaktadır. Burada aranan yok edilme niyeti özellikle fiillerin aktifliğine ve maksattaki nefrete bir göndermedir. Hitler, Birinci Dünya Savaşı’nın ağır getiri ve götürülerinden, tıpkı Kıta Avrupası’nın geçmişindeki güç güruhlarının yaptığı gibi Yahudileri sorumlu tutmuş ve ‘Yahudi Problemi İçin Nihai Çözüm’ adlı planı ile ki maksadı isminden anlaşılmaktadır, sistematik bir şekilde milyonlarca insanı ocaklarda yaktırmış ve gaz odalarında boğdurtmuştur.

Soykırım suçunun çekirdeğini bu anlattığımız tarihi ve hukuki olgular oluşturmakta ise de günümüzde bu kavram artık politize edilmiş ve bir iftira mekanizması olarak kullanılmaktadır. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı için verdiği mücadele bugün özellikle Ermeni ve Yunan Soykırımı adı altında yanlış bir şekilde yeni nesillere aktarılmaktadır. Türklerin, kendileri olası bir yok olmanın eşiğindeyken, en doğal hakları olan savunma haklarını kullanmaları, bu cürümleri işletenler tarafından politika, ki etimolojik olarak “poli” (çok) ve “tika” (yüz) kelimelerinin birleşiminden oluşmakta ve çok yüzlülük anlamına gelmektedir, malzemesi yapılmış ve Türklerin hak etmedikleri suçlamalara maruz kalmasına sebep olmuştur. Tam aksine Ermeni ve Yunan grupları ilgili yıllarda Türkleri Anadolu’nun çok küçük bir yerine hapsetme, o bölge dışında kalan yerdekileri de yok etme peşindeydiler.

Şunu soralım: Günümüz soykırım suçu bu hususta hangi tarafı korumaktadır? Şu husus bir gerçektir ki, meşru savunma savaşları hele de suçun mevcut maddi unsurlar göz önüne alındığında soykırım olarak addedilemez. Zira Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Perinçek-İsviçre Davası neticesinde “Ermeni Soykırımı” kavramının en nihayetinde bir iddia olabileceğini ve özellikle Holocaust ile karşılaştırıldığında tarihi bir gerçeklik addetmediğine karar vermiştir. Elbette ele alınan olgunun politik mahiyeti ve Mahkeme’nin bağlayıcılık çerçevesinin darlığı 31 ülkenin kanuni olarak bir Ermeni Soykırımı tanımaları için yeterli bir sebep olmuştur ki buna Avrupa ülkeleri de dâhildir.

Yazımızı bitirmeden önce şunu da belirtmek isteriz. Savaş yılları esnasında, özellikle Hınçak ve Taşnak komitelerinin ayaklanma ve mukavemet faaliyetleri sonucunda çıkartılan ve kamuoyunda Tehcir Kanunu olarak bilinen kanun uyarınca orduya, bu tür ayaklanma ve mukavemetlere karşı silah kullanma ve ilgili fiillerin faillerine yardım ve yataklıktan ve bu failler adına casusluk yaptıklarından şüphelenilen ahaliyi, istikamet ettikleri bölgeden sürgün etme yetkisi verilmiştir. Kimse Ermeni vatandaşların bu anti-casusluk sürgünleri esnasında zarara uğramadığını iddia etmez, edemez. Lakin, savaş yılları içerisinde bile ceza kanunlarının gayri-muğlakiyet ve genellik ilkesinden ödün vermeyen bir Devlet’in, kendi öz milletini ve hatta kendi öz toprağının insanını, ki Ermeniler Osmanlı’da millet-i sadıka yani sadık millet olarak bilinirdi, korumak için icra ettiği fiilleri de kimse, soykırım olarak addedemez. Devlet terörü lafına sığınanların karşılaştırmalı tarih metoduyla ilgili kanunu ve Hitler’in yukarıda zikrettiğimiz Yahudi planını karşılaştırmalarını ve özellikle suçun maddi unsurlarını ve kanuni saikini de göz önüne alarak yeniden değerlendirmelerini telkin ederiz. Ele alınan konunun hukuki niteliği karşısında, amaç dışı politikleştirme hamleleri ile tarih çarpıtmalarına kapılmak hiçbir taraf için sağlıklı değildir. Zira Ermeniler ve Türkler arasındaki tarihi olguları politik malzeme yapmak, birbirine kara sınırı olan Ermenistan ve Türkiye’yi ilgilendirir. Deniz aşırı ülkelerde ektiklerini kendi ülkelerinde biçip, nadasa bıraktıklarını deniz aşırı toplamaya çalışanlara hatırlatmak isteriz.

Ali Nuri Öztürk


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir