“Saray” imparatorluğunun Anadolu yolları
Mustafa Kemal Paşa, İsmet Bey’le Şişli’deki evinde görüşür. Tarih 15 Ocak 1919’dur. Amacı, “Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtuluş çarelerini aramak” tır.* En uygun mıntıka ve oraya gitmek için en uygun yol hangisidir diye öğrenmek ister İsmet Bey’den.
“Anadolu topraklarının Osmanlı dönemindeki ihmal edilmişliği” ni** bilmektedir Mustafa Kemal.
Dr. Cengiz Aslantepe, kaleme aldığı “20. Yüzyıl Ortalarına Kadar Türkiye’de Ulaşım” başlıklı ayrıntılı makalesinde, Anadolu yolları için şöyle demektedir: “Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Osmanlı İmparatorluğu’ndan 10 bin km kadar bir karayolu kalmıştı. Ancak bu yollar, uzun yıllar kervanlar ve ordular tarafından kullanılmış olan belirli geçiş güzergâhlarındaki toprağın zamanla oturması ve sıkışmasıyla oluşmuş yollardı. Her mevsim kullanılmaları olanaksızdı. Köprüler sadece anayollarda vardı…. Diğer yollarda kuru havalarda akarsuyun yatağından karşıya geçiliyor, suların yükseldiği dönemlerde sallar, sandallar kullanılıyordu. Mola yerleri kuyu başlarıydı, konaklama yerleri de hanlar ve kervansaraylardı.”**
Anadolu’daki hanların, özellikle kış şartlarında yapılan yolculuğun durumunu öğrenmek için “Bilinmeyen Türkler”*** adlı bir çalışmaya göz atalım. 1921 yılının Ocak ayında, “Public Ledger” gazetesinin yazarı Clarence K. Streit, İstanbul’dan Samsun’a gitmek için gemiye biner. Amacı; “İç Anadolu’daki Türk Millî Mücadelesi’nin Ankara’daki karargâhına varmak” tır. Streit şöyle yazar; “Yeni hükümet sağlam bir biçimde kurulduğundan bu yana Ankara’ya tek yabancı muhabir gitmemişti. Aldığım uyarılara rağmen, seyahatin yapılabileceğini düşündüm ve en azından denemeye karar verdim. Amerika hiçbir zaman Türkiye’ye savaş ilan etmedi. Biz, İstanbul hükümeti ile ilişkilerimizi kopartmıştık…”
Gerekli izin Ankara’dan, iki gün içinde gelir. Amerikalı gazeteci bu durumu; “Türk milliyetçileri, durumlarının Amerikan kamuoyu tarafından bilinmesini istiyorlardı.” şeklinde yorumlayacaktır.
Samsun’da hem yetkililerle hem de ailelerle görüşen gazeteci Streit; “Samsun’dan, iç bölgelere götürecek demiryolu yok. Genelde seyahat için hafif, üstü örtülü ‘yaili’ (yaylı) adı verilen bir araba kullanılıyor. Samsun’dan Ankara’ya yaylıda gidecek birisi yolculuğun iki hafta tuttuğunu hesaba katmalıdır.”*** diye yazacak ve şehirde bulunan “Near East Relief” adlı bir yardım kuruluşundan sağlanan bir kamyonetle yolculuğu başlatacaktır. Kamyonet yolculuğu ancak Çorum’a kadardır. Çünkü buradan sonra yollar, taşıtlar için geçilmezdir.
600 yıllık “Saray” imparatorluğunun Anadolu yolları bu durumdadır.
Araçtaki dört kişi, kar kaplı güzergâhta çok zorlu bir mücadele verir ve sonunda Doruk Han’a varılır. Streit durumu şöyle anlatır: “Hanın sahibi tüm oda ve yataklarının dolu olduğunu ve bize ekmek ve çay dışında ikram edecek bir şeyi bulunmadığını söyledi…” Doruk Han’da, ertesi günün yiyeceklerini hazırlamak için hamur yoğuran deve sürücülerinden birine seyahatin güvenli olup olmadığını soran gazeteci şu cevabı alacaktır: “Birkaç ay evvel bu yolda seyahat edemezdiniz. Ama artık babamız Mustafa Kemal Paşa sağolsun, eşkıya tehlikemiz yok. Allah ona uzun ömür versin!..”
Yaşadıklarından etkilenen Streit durumu şöyle ifade edecektir; “Anadolu’da nereye gitsem, hiç şüphesiz olağandışı bir güç gösterisi olmadan korunan mükemmel bir nizam buldum. Önceki sene ülkede egemen olan kaos ile Türklerin ellerindeki ulaşım araçlarıyla Ankara ve Samsun arasında birlikleri getirip götürmesinin New York’tan San Francisco’ya gitmek için harcadığımızdan daha çok zaman aldığı düşünüldüğünde, insan, milliyetçilerin bu uzak dağlık bölgelerde nizamı korumak için sahip olması gereken halk desteğini daha da çok takdir eder.”
Evet, “Samsun’dan iç bölgelere götürecek demiryolu yok” tur. Olmadığı gibi, Anadolu’daki demiryolları birbirinden kopuktur. Çünkü onları yapan yabancı şirketler, kâr gütmenin yanı sıra “mensup oldukları devletin siyasal ve ekonomik amaçları doğrultusunda”** çalışmışlardır. Bu durum aynı zamanda, “Osmanlı’da bir iç pazarın ortaya çıkamamasının, piyasa için üretim yapılamamasının önemli nedenlerinden biridir.”**
Ayrıca, ne ilginçtir ki bugünkü yönetim anlayışında olduğu gibi o gün de “kilometre garantisi”** vardır. Aslantepe şöyle yazmaktadır: “Bir demiryolu hattını yapmayı üstlenen şirketin kârı, önceden sözleşme sırasında belirleniyor ve Osmanlı Devleti şirkete bu kârı garanti ediyordu. Yolun önemine göre, ekonomik ve ticari açıdan hareketli bölgelerden geçip geçmediğine göre, kilometre başına yıllık bir kâr miktarı belirleniyor, şirket faaliyete geçtiğinde elde ettiği gelir, sözleşmede belirlenen miktarın altında kalırsa, aradaki farkı Osmanlı Devleti ödüyordu… Diğer yandan Osmanlı Devleti, bazı hatlarda çok yüksek miktarlara ulaşan farkları ödemede zorlandığı için borçlanmak zorunda da kalabiliyordu.”
Türk’ün Kurtuluş Mücadelesi milletin azim ve kararı ile başarıya ulaşır.
Demiryollarının önemini, kurtuluş mücadelesiyle yakından bilen ve yaşayan “İlk Meclis Hükümeti”, 3 Mayıs 1920 programını okurken, demiryollarının onarılması ve yenilerinin yapılmasını gündeme getirecektir.
“1940’ların bir yayınındaki ifadeyle, ‘Dünyanın bütün ateşleri başına yağarken, yârinki varlığı hazin bir şüphe altında iken, vatandaşlar yalınayak ve sopa ile işgalcilere karşı koymaya çalışırken ve hazinesinde bir tek lirası yok iken’ bu onarımlara karar verilmişti.”**
Türk Kurtuluş Mücadelesi, “ücret istemeyenler” in mücadelesidir. Hatıralarını her daim saygıyla anacağız.
Canan Murtezaoğlu
Yararlanılan Kaynaklar:
*Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Kaynakçalı Atatürk Günlüğü
**Kemalin Türkiye’si; Boyut, 20. Yüzyıl Ortalarına Kadar Türkiye’de Ulaşım
***Clarence K. Streit; Bilinmeyen Türkler, Bahçeşehir Üni. Yayınları, I. ve II.Bölümler