Zulüm görenin zulmü
Yazımızın konusu Yusuf peygamber. Kıskançlık yüzünden kardeşleri tarafından kör kuyuya atılan, oradan çıkarılarak Firavun’un görevlisine satılan, bir iftira ile zindana düşen, sonra da Mısır’a yönetici olan Yusuf peygamberin başından geçenler, Kur’an’da tek bir sure içinde verilir.
Yusuf’un ailesi, dünyaya gelişi ve yöneticiliği konuları ise Tevrat’ta genişçe yer almaktadır. Şöyle ki Yusuf, İbrahim peygamberin torunu Yakup’un oğludur. Yakup, İshak ve Rebeka’nın ikiz oğullarından biridir. İlk doğan bebek “kıpkırmızı ve tüylü” olduğu için adını tüylü anlamına gelen Esav koyarlar. (Yaratılış, 25: 25) Kardeşi ise doğarken eliyle Esav’ın topuğunu tuttuğu için İshak ona Yakup adını verir. Yakup, “topuk tutar ya da hileci” anlamlarına gelmektedir. (Yaratılış, 25:26) Büyüdüklerinde Yakup önce “ekmekle mercimek çorbası” karşılığında ilk oğulluk hakkını Esav’dan alacak, ardından gözleri iyi görmeyen babasına kendini Esav gibi tanıtarak babasının onu kutsamasını sağlayacaktır.
Yakup’un bu davranış tarzı, din-siyaset ilişkisinde amaç için her yolu mübah (yapılmasında sakınca görülmeyen) sayanlarla ilginç bir paralellik göstermektedir.
Kutsamanın ne anlama geldiğini, kişilere karşılıklı olarak ne kazandırdığını açıkça bilemesek de “kutsayan ya da kutsanan” kişilerin RAB’le iletişim halinde oldukları Tevrat metinlerinde sıkça yer alıyor, İncil ve Zebur’da da. Bir örnek verelim: Yakup Harran’a doğru yola çıktığında, düşünde “Tanrı’nın melekleri” nin bir merdivenden çıkıp indiğini görecek, RAB yanı başında duracak ve “Atan İbrahim’in, İshak’ın Tanrısı RAB benim … Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim.” (Yaratılış, 28: 13) diyecektir!
Burada şunu soralım: Acaba düzmece sebeplerle başka ülkelerin içişlerine karışmayı, toprak bütünlüklerine musallat olmayı kendilerinde hak gören yöneticilerin dayanakları RAB’bin bu ve benzer yönlendirmeleri midir?
Yakup, dayısı Lavan’ın evine varır. Dayısının iki kızı vardır; Lea ve Rahel. Yakup ilk görüşte beğendiği Rahel’i almak için dayısının yanında yedi yıl çalışır. Ancak düğün sabahı Yakup şaşkınlık içinde kalır. Tevrat’tan verelim:
“Sabah olunca Yakup bir de baktı ki, yanındaki Lea! Lavan’a, “Nedir bana bu yaptığın?” dedi, “Ben Rahel için yanında çalışmadım mı? Niçin beni aldattın?” Lavan, “Bizim buralarda adettir. Büyük kız dururken küçük kız evlendirilmez” dedi, “Bu bir haftayı tamamla, Rahel’i de sana veririz. Yalnız ona karşılık yedi yıl daha yanımda çalışacaksın.” Yakup kabul etti. Lea’yla bir hafta geçirdi. Sonra Lavan kızı Rahel’i de ona verdi. (Yaratılış, 29: 25-28)
Kutsal kabul edilen metinlerin aynı kaynaktan geldiği düşünülüyor ancak çelişkiler olduğu da açık. Örneğin iki kız kardeşle birlikte evlilik Kur’an’dan onay almaz. Nisa Suresi 23. ayette; “… iki kız kardeşle bir anda evlenmek, ancak geçmişteki artık geçmiştir, size haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlayandır, acıyandır.” denmektedir. Tevrat, bu “geçmiş” içinde midir, sorusunun cevabını ise uzmanlara bırakıyoruz.
Rahel ve Lea çocuk doğurma yarışına girerler, hatta cariyelerini de bu amaçları için kullanırlar. Lea altı erkek çocuk doğurur. “Artık kocam bana değer verir. Çünkü ona altı erkek çocuk doğurdum.” der. (Yaratılış, 30: 20)
Ne ilginçtir ki; erkek çocuk doğuran kadını el üstünde tutmak, kız çocuk doğuran kadına ise aksi bir tavır içinde olmak toplumumuzda da yerleşmiş ancak itici bir düşünce tarzıdır. Erkek çocuğu bulana kadar üst üste doğum yapmak zorunda bırakılan kadınların durumu ise hepten acıklıdır. Bugünün kadını hâlâ, binlerce yıl öncesinin bu şuur düzeyinin tutsağıdır! Oysaki çocuğun cinsiyetine karar veren, babanın sperminden geçecek olan kromozomun X ya da Y oluşudur ve bu rastlantısaldır.
Tevrat kaynaklı geleneklerin (büyük kız dururken küçük kızın evlendirilmemesi gibi) ya da zihniyet yapısının (erkek çocuk doğuran kadının kocasının gözünde değer kazanması gibi) Müslüman Anadolu’da bu kadar yaygın olması da ayrıca düşündürücüdür. Acaba nedeni, Müslüman’ın kendi kitabını ana dilinde okuyup anlamamakta diretmesi midir?
Yusuf’un doğumuna gelelim ve Tevrat’tan aktaralım: “Tanrı Rahel’i anımsadı, onun duasını işiterek çocuk sahibi olmasını sağladı. Rahel hamile kaldı ve bir erkek çocuk doğurdu. “Tanrı utancımı kaldırdı. RAB bana bir oğul daha versin!” diyerek çocuğa Yusuf adını verdi. (Yusuf, daha çok versin anlamındadır) (Yaratılış, 30: 22-24)
Lavan’ın çocukları Yakup’tan rahatsızdır. “Yakup babamızın sahip olduğu her şeyi aldı.” derler. (Yaratılış, 31: 1) Devreye giren “RAB Yakup’a, atalarının topraklarına, akrabalarının yanına dön … seninle olacağım.” der. (Yaratılış, 31: 3) Yakup, eşleri ve on bir oğlu ile yola devam eder. Biz de Tevrat’tan satırlarla devam edelim: “Tanrı Yakup’a, “Git, Beytel’e yerleş” dedi, “Ağabeyin Esav’dan kaçarken sana görünen Tanrı’ya orada bir sunak yap.” Yakup ailesine ve yanındakilere, “Yabancı ilahlarınızı atın” dedi, “Kendinizi arındırıp giysilerinizi değiştirin.” (Yaratılış,35: 1-2) Ardından Tanrı, Yakup’un adını İsrail olarak değiştirir ve yerine döner: “Sonra Tanrı Yakup’tan ayrılarak onunla konuştuğu yerden yukarı çekildi.” (Yar.35: 13)
Ölmek üzere olan Rahel doğum yapar ve çocuğa Benyamin adı verilir. (sağ elimin oğlu anlamındadır) Kur’an’da “Benyamin” kelime olarak geçmez; “Yusuf ve kardeşi” (Yusuf, 8) veya “Babanız bir olan kardeşiniz” (Yûsuf, 59) olarak geçer.
Yusuf’un Mısır’ı yönetmesi, Firavun’un peş peşe gördüğü iki düşünü yorumlamasıyla başlar. Yoruma göre 7 sene bolluk ancak arkasından 7 sene kıtlık olacaktır. Bu, ülkeyi kasıp kavuran “kuraklık ve kıtlık” olayı Kur’an’da da ifade edilmiştir: “Andolsun biz de Firavun ailesini hatırlayıp düşünmeleri için yıllarca kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (A’raf/Yükseklikler,130)
Yusuf öğütlerini sıralar:
“Bu konuda iki kez düş görmenin anlamı, Tanrı’nın kesin kararını verdiğini ve en kısa zamanda uygulayacağını gösteriyor. “Şimdi firavunun akıllı, bilgili bir adam bulup onu Mısır’ın başına getirmesi gerekir. Ülke çapında adamlar görevlendirmeli, bunlar yedi bolluk yılı boyunca ürünlerin beşte birini toplamalı. Gelecek verimli yılların bütün yiyeceğini toplasınlar, firavunun yönetimi altında kentlerde depolayıp korusunlar. Bu yiyecek, gelecek yedi kıtlık yılı boyunca Mısır’da ihtiyat olarak kullanılacak, ülke kıtlıktan kırılmayacak.” (Yaratılış, 41: 32-36)
Firavun Yusuf’a şöyle der; “… Madem Tanrı bütün bunları sana açıkladı, senden daha akıllısı, bilgilisi yoktur”… “Sarayımın yönetimini sana vereceğim. Bütün halkım buyruklarına uyacak. Tahttan başka senden üstünlüğüm olmayacak. Seni bütün Mısır’a yönetici atıyorum.” (Yar.41: 39-41)
Böylece Yusuf bütün Mısır’ı dolaşır, 7 yıl bolluk olur, toprak çok ürün verir, her kentin çevresine o kentte yetişen ürünler depolanır, buğday ölçülmeyecek kadar çoktur. Buraya kadar her şey akıllıca ve adil görünmektir. Kuraklık başlayıp kıtlık bütün ülkeyi ve çevre ülkeleri sarınca Yusuf depoları açar ancak ürünü hakkaniyetle dağıtmak yerine buğdayı parayla satmaya başlar. Dahası da gelecek; dış güçlerin (kuraklık) yarattığı fırsatın çarkları iç güçlerin (yönetenlerin) lehine dönecektir. Zulme uğrayan ise her zamanki gibi halk olacaktır!
Yusuf, buğday almaya gelen kardeşlerine de bazı tertipler uygulatır ve en küçük kardeşlerini Mısır’a getirmeleri için onları zorlar. Neticede Yusuf, ağabeyleri ile yüzleşir ve olan biten her şey Firavun’a ulaşır. Firavun şöyle der:
“Babanızı ve ailelerinizi buraya getirin. Size Mısır’ın en iyi topraklarını vereceğim. Ülkenin kaymağını yiyeceksiniz.’ Onlara ayrıca şöyle demeni de buyuruyorum: ‘Çocuklarınızla karılarınız için Mısır’dan arabalar alın, babanızla birlikte buraya gelin. Gözünüz arkada kalmasın, çünkü Mısır’da en iyi ne varsa sizin olacak.’” (Yar.45: 18-20)
Yönetenlerin “en iyiye ulaşması ve ülkenin kaymağını yemeleri” demek ki yeni değilmiş, Firavunlar devrine kadar uzanıyormuş!
Buğdayı halka parayla veren Yusuf, ailesine aynı kuralı uygulamaz; yönetici olmanın ayrıcalığını kullanır. Yusuf, çok sorgulanacak, ilginç bir peygamber/yönetici örneği sergilemektedir. Tevrat şöyle der: “Böylece babasına Mısır’da en iyi ne varsa hepsiyle yüklü on eşek, yolculuk için buğday, ekmek ve azık yüklü on dişi eşek gönderdi.” (Yar.45: 23)
Yakup yani İsrail de sahip olduklarıyla birlikte Mısır’a gider. Yolda RAB yine devreye girer: “O gece Tanrı bir görümde İsrail’e, “Yakup, Yakup!” diye seslendi. Yakup, “Buradayım” diye yanıtladı. Tanrı, “Ben Tanrı’yım, babanın Tanrısı” dedi, “Mısır’a gitmekten çekinme. Soyunu orada büyük bir ulus yapacağım. Seninle birlikte Mısır’a gelecek, soyunu bu ülkeye geri getireceğim. Senin gözlerini Yusuf’un elleri kapayacak.” (Yar.46: 2-4) Güvenceyi alan Yakup, 70 kişilik ailesiyle Mısır’a göçer. Tevrat’tan devam edelim: “Yusuf babasıyla kardeşlerini Mısır’a yerleştirdi; firavunun buyruğu uyarınca onlara ülkenin en iyi yerinde, Ramses bölgesinde mülk verdi. Ayrıca babasıyla kardeşlerine ve babasının ev halkına, sahip oldukları çocukların sayısına göre yiyecek sağladı.” (Yar.47: 11-12) Yusuf’un ailesi sınırsız imkânlara ulaşırken, Mısır ve Kenan ülkeleri kıtlıktan kırılmaktadır. Tekrar Yusuf’un yöneticiliğine dönelim:
“Yusuf sattığı buğdaya karşılık Mısır ve Kenan’daki bütün paraları toplayıp firavunun sarayına götürdü. Mısır ve Kenan’da para tükenince Mısırlılar Yusuf’a giderek, “Bize yiyecek ver” dediler, “Gözünün önünde ölelim mi? Paramız bitti.” Yusuf, “Paranız bittiyse, davarlarınızı getirin” dedi,” Onlara karşılık size yiyecek vereyim.” Böylece davarlarını Yusuf’a getirdiler. Yusuf atlara, davar ve sığır sürülerine, eşeklere karşılık onlara yiyecek verdi. Bir yıl boyunca hayvanlarına karşılık onlara yiyecek sağladı. O yıl geçince, ikinci yıl yine geldiler. Yusuf’a, “Efendim, gerçeği senden saklayacak değiliz” dediler, “Paramız tükendi, davarlarımızı da sana verdik. Canımızdan ve toprağımızdan başka verecek bir şeyimiz kalmadı. Gözünün önünde ölelim mi? Toprağımız çöle mi dönsün? Canımıza ve toprağımıza karşılık bize yiyecek sat. Toprağımızla birlikte firavunun kölesi olalım. Bize tohum ver ki ölmeyelim, yaşayalım; toprak da çöle dönmesin.” Böylece Yusuf Mısır’daki bütün toprakları firavun için satın aldı. Mısırlıların hepsi tarlalarını sattılar, çünkü kıtlık onları buna zorluyordu. Toprakların tümü firavunun oldu. Yusuf Mısır’ın bir ucundan öbür ucuna kadar bütün halkı köleleştirdi. Yalnız kâhinlerin toprağını satın almadı. Çünkü onlar firavundan aylık alıyor, firavunun bağladığı aylıkla geçiniyorlardı. Bu yüzden topraklarını satmadılar. Yusuf halka, “Sizi de toprağınızı da firavun için satın aldım” dedi, “İşte size tohum, toprağı ekin. Ürün devşirdiğinizde, beşte birini firavuna vereceksiniz. Beşte dördünü ise tohumluk olarak kullanacak ve ailelerinizle, çocuklarınızla yiyeceksiniz.” “Canımızı kurtardın” diye karşılık verdiler, “Efendimizin gözünde lütuf bulalım. Firavunun kölesi oluruz.” Yusuf ürünün beşte birinin firavuna verilmesini Mısır’da toprak yasası yaptı. Bu yasa bugün de yürürlüktedir. Yalnız kâhinlerin toprağı firavuna verilmedi. (Yar.47: 14-26)
Kardeşleri tarafından zulme uğrayan Yusuf’un, gücü eline geçirdiğinde zulümle yönetmesi acaba insanoğlunun hangi dersi alması içindir?
Bugün dünya devletleri farklı sistemlerle yönetiliyor görünse de perde arkasındaki yöneticiler kutsal kabul edilen metinleri siyasetle harmanlayan zihniyetlerdir. Semavî kabul edilen dinlerin metinleri ortadadır. Yöneticiye hesap sorma durumunda olması gereken halk, yapılan çeşitli yönlendirmelerle köleleştirilmektedir. Ne hikmetse “din adamları” bu kölelik sisteminin hep dışındadır. Aslında hikmeti bellidir; dini siyasete âlet etmek toplumların yönlendirilmesinde kullanılan en etkili yoldur ve bunun için din adamlarına ihtiyaç vardır!
Yazımızı; Kenya’nın kurucu Başkanı Jomo Kenyatta’nın sözüyle bitirelim.
“Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.”
Canan Murtezaoğlu