Toplumu elçiyi sorguluyor
Yâ-Sîn suresini işlediğimiz önceki yazımızda; Kur’an’da geçmediği halde birtakım rivayetlerle, ölmek üzere ya da ölmüş olan için ya da kabir başında “Yâsîn” okunmasının yüzyıllardır bir gelenek olarak yerleştirildiğini belirtmiştik. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın yirmi dördüncüsündeyiz.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırkıncı sure “Furkan” dır. (Ölçüt) Surede geçen göksel kavramlar; O, Biz, Rab ve Allah’tır. Hitap Muhammed peygamberedir. “Furkan, hakkı bâtıldan ayırt eden demektir ve Kur’an-ı Kerim’in isimlerindendir.” (Elmalılı) “Dünyaları uyarmak üzere kuluna Ölçütü indiren yücedir.” (H. Atay)
O zamiri ile ifade edilen yaratıcı, “göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin olan, çocuk edinmeyen ve hükümranlıkta ortağı bulunmayan ve her şeyi yaratıp onu bir işleve göre düzenleyendir.” Burada, her şeyi yaratanla özdeşleşen “O,” neden önceki surelerde “Biz” dir, yani neden biri tekil diğeri çoğuldur? Örnekleri hatırlatalım: “Andolsun, insanı Biz yarattık, kendi kendine ne fısıldadığını biliriz. … Cehennem için birçok cin ve insan yarattık. … Andolsun, sizi yarattık, sonra size şekil verdik. … Sizi topraktan yarattık, oraya döndüreceğiz ve sizi bir kez daha oradan çıkaracağız.”
Ardından Arap kavmine işaret edilir ve onların, “kendileri yaratılmış olan, kendilerine zarar da, fayda da veremeyen; öldürmeye, diriltmeye ve ölümden sonra tekrar canlandırmaya güçleri yetmeyen” tanrılar edindikleri belirtilir.
İnkârcılar; Kur’an, Muhammed peygamberin uydurmasıdır, “ona başka bir kavim yardım etmiştir” diyerek haksızlık etmişler, “asılsız bir söz” uydurmuşlardır. Elmalılı başka kavmi yabancılar ya da Yahudiler olarak vermiştir. Yine inkârcılara göre; Kur’an, “öncekilerin masallarıdır; başkalarına yazdırılarak sabah akşam onun yanında okunmaktadır.” Muhammed Peygamber’den, “onu, göklerin ve yerin sırrını bilen indirmiştir,” demesi istenir. Kavminin, Muhammed peygamber için düşüncesi de şöyledir: “Bu ne biçim elçi, yemek yer, sokaklarda yürür? Kendisine bir melek indirilip onunla beraber uyarıda bulunmalı değil mi idi? Yahut kendisine bir hazine verilseydi veya besleneceği bir bostanı olsaydı ya!” Bu örnekler nedeniyle, onların artık yol bulamayacakları belirtilir. Yaratan (O) dilerse Muhammed peygambere “altından ırmaklar akan cennetler verir” ve onun için köşkler de yapar!
Toplumu elçiyi sorgulamakta, gökler de gönderdiği elçiyi korumayı sürdürmektedir.
Ardından ateşle tehdit başlar; azap, cehennem ve cennet sahneleri verilir. Saat yani Kıyamet’i yalanlayan Arap kavmi için Biz, “alevli bir ateş” hazırlamıştır; “elleri birbirlerine çatılı olarak, onun dar bir yerine atıldıkları zaman, orada, yok olmak için yalvarırlar.” Saygılı olanlar/takva sahipleri ise “temelli kalacakları cennette, diledikleri şeyleri” bulacaktır. Rab, onları Allah’tan başka taptıkları şeylerle toplar ve şöyle der: “Siz mi saptırdınız şu kullarımı, yoksa kendileri mi yolu kaybettiler?” Onlar da şöyle cevaplar: “Hâşâ! Seni bırakıp başka dostlar edinmek bize yaraşmaz. Ancak, Sen onlara ve babalarına nimetler verdin de, sonunda Seni anmayı unuttular ve yok olmayı hak eden bir kavim oldular.” Ardından diğerlerine, taptıklarının onları yalancı çıkardığı, yardım göremeyecekleri belirtilir; büyük azabı tadacaklardır.
Muhammed peygamberden önce de gönderilen elçiler yemek yemiş, sokaklarda yürümüşlerdir ancak Biz’e kavuşmayı ummayanlar; “bize ya melekler indirilmeli ya da Rabbimizi görmeliyiz,” demişlerdir. Gökler de meydan okumayı, hesaplaşmayı sürdürür; melekleri görecekleri gün “suçlulara iyi haber yoktur. O gün cennetliklerin kalacağı yer çok iyi, dinlenecekleri yer çok güzeldir. O gün gök, bulutlar halinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirilecektir. O gün, gerçek egemenlik Rahman’ındır. İnkârcılar için zor bir gündür.” Elçi Muhammed şu şikâyette bulunur: “Ey Rabbim! Doğrusu, ulusum bu Kur’an’ı umursamadı.” Biz de şöyle der: “Her peygamber için, böylece suçlulardan bir düşman ortaya koyarız.” Bu ifade, düşman yaratıp kitleleri kontrol etmek isteyen iktidarların rejimi güçlü tutma yöntemini çağrıştırmaktadır.
Ardından Biz devreye girer ve “Kur’an ona bir defada indirilmeli değil miydi” diye soran inkârcıları şöyle cevaplar: “Biz, onu senin kalbine yerleştirmek için azar azar indirir ve onu ağır ağır okuruz. Onların sana getirdikleri her bir örneğe karşı, mutlaka Biz sana gerçek olanı ve en güzel açıklamayı getiririz.”
Ayet 35’le birlikte Yahudi kavimlerine ait hikâyeler tekrarlanmaya başlar. Biz, Musa’ya kitap vermiş, kardeşi Harun’u ona yardımcı yapmış, “ayetlerimizi yalan sayan o kavme gidin” demiş ve sonunda o kavmi, yola gelmediklerinden, yerle bir etmiştir. Nuh kavmini de peygamberleri “yalancılıkla itham ettiklerinde” suda boğan ve kendilerini insanlar için bir ibret kılan Biz, “zalimler için acıklı bir azap” hazırladığını belirtir ve şöyle devam eder: “Âd, Semûd ile Ress’lilere ve bunların arasında birçok nesillerin her birine örneklerle anlattık, ancak, dinlemedikleri için hepsini kırdık, geçirdik.”
Mekkeli putperestlerin de “bela ve fenalık yağmuruna tutulmuş olan beldeye” uğradıkları belirtilir ve “peki onu da görmüyorlar mıydı,” diye sorulur. Tefsirlerde bu kent Lut kavminin yaşadığı Sodom’dur; Kureyş, Şam’a ticarete giderken buraya uğramaktadır. Ardından “Allah’ın gönderdiği elçi bu mudur? Eğer diretmeseydik, doğrusu, neredeyse bizi tanrılarımızdan uzaklaştıracaktı.” sözleriyle alaya alınan Muhammed peygambere Biz şöyle seslenir: “Hevesini kendine tanrı edineni gördün mü? Onun savunucusu sen mi olacaksın? Yoksa, sen onların çoğunun söz dinlediklerini veya düşündüklerini mi sanırsın?” Biz, onların “davarlar gibi belki yolca daha da sapkın” olduklarını belirtir. Elçinin sözünü dinlemeyen insanlar için kullanılan bu benzetmeyi A’raf suresinde de görmüştük.
Ardından gölgenin uzadığı-güneşin ona kanıt olduğu, gecenin uykuyu rahatlık kıldığı, gündüzün kalkmak için, rüzgârların da haberci olduğu ve bunların hepsini yaratanın da Rab olduğu anlatılır. Hemen ardından Biz, “ölü bir yeri diriltmek” ve yarattığı hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirdiğini belirtir. Her şey “düşünüp öğüt almak” içindir. Biz, “türlü biçimlerde” anlatır ancak “insanların çoğu nankörlükte direnir.” Biz; “dileseydik her kente bir uyarıcı gönderirdik,” der; ancak bu uyarıcı gönderilenlerin Yahudi kavimleri ile sınırlı kaldığını ve hikâyelerinin benzer ifadelerle tekrarlandığını görmekteyiz. Elçi Muhammed de inkârcılara karşı olanca gücüyle çaba göstermelidir.
Devamında konu farklılaşır ve şöyle denir: “Birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarına bir engel, yasaklanmış bir perde koyan O’dur.” Burada geçen “iki deniz” ifadesi ırmak ile aktığı denizi ifade eder. (İsmail Hakkı İzmirli) Berzah kelimesi de iki deniz arasındaki dil demektir. “Bazılarına göre tatlı sudan murat Nil gibi büyük ırmak, acı sudan murat da bahri-kebirdir. Bunların berzahı da aralarına giren kara parçası yani dildir.” (H. B. Çantay)
“Beşeri sudan yaratarak ona soy sop veren de O’dur.” Elçi Muhammed, Biz tarafından “sadece müjdeci ve uyarıcı olarak” gönderilmiştir. “Ölümsüz ve diri olana güvenip O’nu överek yüceltmesi” istenen Elçi de şöyle der: “Rabbine doğru yol tutmak isteyen kimseler olmanızdan başka bir ödül istemiyorum.”
“Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı aşamada yaratan” Rahman’a secde edin dendiğinde inkârcılar, “Rahman da nedir? Senin emrettiğine mi secde edeceğiz,” derler. Burada Kaf suresi 38. ayeti hatırlatarak yukarıda farklı bir örneğini gördüğümüz tekil-çoğul çelişkisine dikkat çekelim: “Andolsun, gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı aşamada yarattık ve Biz bir yorgunluk da duymadık.”
Toplum, gönderilen elçiye, yeni “din” e direnmeyi sürdürürken, vahiy de doğa olayları ile örnekler vermeyi sürdürür: “Gökte takım yıldızlar var eden, orada ışık veren kandili ve aydınlatan ayı var eden ne yücedir! Düşünüp öğüt almak veya şükretmek isteyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O’dur.”
Devamında ve surenin sonuna kadar Rahman’ın kulları betimlenir. Onlar, “yeryüzünde ağırbaşlı yürürler. Bilgisizler kendilerine takıldıkları zaman, ‘esenlikle’ derler.” Gece, “Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek yatarlar” ve cehennem azabının kendilerinden uzaklaştırılmasını isterler. “Onlar, verdikleri zaman, ne savurganlık ederler ne de cimrilik; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Onlar, Allah’la beraber başka tanrıya yalvarmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar. Zina etmezler.” Bunları yapan kişi ise günaha girmiştir; “diriliş günü de azabı kat kat olur, orada horlanarak temelli kalır.”
Pişman olup yararlı iş işleyenler ise “Allah’a gereği gibi yönelmiş olur.” Rahman’ın kulları, “yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile geçip giderler. Kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.” Duaları şöyledir: “Rabbimiz! Bize göz aydınlığı olarak eşler ve çocuklar bağışla ve bizi saygın olanlara önder kıl!” Onlar, “cennetin en yüksek makamları ile ödüllendirilirler. Orada esenlik ve dirlik ile karşılanırlar.”
Surenin, yaratılanın önemsiz olduğunu vurgulayan son ayeti ise tehdit içerir. Elçi Muhammed’den şöyle demesi istenir: “Yakarışınız olmasa, Rabbim size ne diye ilgi göstersin? Artık, yalanladığınız için azap yakanızı bırakmayacaktır.”
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu