Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Özgürlüğe Uyanış

Oy kullanmaya giderken bunları unutma! (2)


Ergenekon sürecinde atılan iftiraları onuruna yediremeyen Yarbay Ali Tatar intihar etti. Ergenekon’un kasası dedikleri kanser hastası Kuddusi Okkır’ı uzun süre cezaevinden çıkartmadılar. Sağlığı bir hayli bozulmuştu ve konuşamıyor, ayakta duramıyor, kişisel gereksinimlerini tek başına gideremiyor, ağız yoluyla ilaç tedavisi olamıyor ve ağızdan beslenemiyordu. Mecburen serbest bıraktılar. Okkır kısa bir süre sonra hayata gözlerini kapattı. Ergenekon’un finansörü denilen Okkır’ın üzerinde tek bir kuruş bile bulamadılar; iftiraydı çünkü…

80 ihtilâlinin ve 28 Şubat sürecinin yaşlı komutanlarını yargıladılar, cezaevlerine attılar. Bazıları burada öldü. Nasıl bir kinmiş ki demans-alzheimer hastası komutanları bile içeride tuttular. Yakınlarının cenazelerine gitmelerine bile izin vermediler.

Gezi olayları patladı. Taksim Gezi Parkı’nın yıkılmasını önleme amacıyla başlayan olaylar iktidarın izlediği politikalara karşı gösterilen tepkilerle büyüdü. Hiçbir organizenin içinde olmayan binlerce insan kendiliğinden sokaklara döküldü. Coplu, biber gazlı, plastik mermili, içine kimyasal madde katılmış tazyikli su ile polis şiddeti kendini göstermeye başladı. Palalılar ortaya çıktı. Türkiye’nin gençleri dövülerek ya da polis kurşunuyla öldürüldü. İnsanlar kör kaldı. Plastik mermilerle yaralandılar. Kimyasal su ile derileri haşlandı. Tıpkı Ergenekon ve Balyoz davalarında olduğu gibi yine iftiralara sarıldılar. “Dolmabahçe camisinde bira içtiler” ve “başörtülü bacıma saldırdılar” yalanları ortaya atıldı.

Kimse ceza almadı…

Sözde “15 Temmuz kalkışması” yapıldı. “Asker darbe yapıyor” dediler. Darbenin ne olduğunu bilen 50 yaş üstü insanlar “bu nasıl darbe” diye birbirlerine sordular. “Asker darbe yapsa burnunuzu dışarı uzatamazsınız” dediler.

Tarihinde ilk kez Türk ordusunun komutanı kendi askerine (!) esir düştü.

Yine palalılar ortaya çıktı. 5-10 günlük ana kuzusu erler boğaz köprüsü üzerinde boğazlandı.

Dünya lideri, halkı sokağa döktü. 250’den fazla vatan evladı öldü.

Gazi Meclis bombalandı! Neyse ki hiç kimsenin burnu bile kanamadı!

Yıllardır “beraber yürüdükleri” cemaatin başı ile güç kavgasına tutuşmuşlardı. Pensilvanya’da ABD ve CIA koruması altında yaşayan ağabeyleriyle kanlı bıçaklı oldular.

Beklenen fırsat ele geçirilmişti; OHAL ilan edildi.

Harp Okulu öğrencileri hapishanelere atıldı. Okulları kapatıldı. GATA kapatıldı.

Katliam yapılan köprünün adı “15 Temmuz Şehitler Köprüsü” olarak değiştirildi.

Yetmedi; referandum yapıldı ve parlamenter sistem kaldırılarak yerine dünyada bir örneği olmayan “tek adam” sistemi getirildi.

“Yetmez ama Evet” çiler türedi.

Tek adam KHK’ları ve OHAL ile yönetilen Türkiye’de devletin tüm sistemleri ve elbette ekonomi allak bullak oldu. Döviz fırladı, altın fırladı. Enflasyon fırladı. Haliyle fiyatlar da…

Devlette ehliyet ve liyakat tamamen kaldırıldı. “Eş, dost ve bendensin” anlayışı her yere hâkim oldu. KPSS’de 100 puan alanlar mülakatta elendi. Hakları yandaşlar tarafından gasp edildi. Hukuk rafa kaldırıldı.

“Sen yık, hukuk arkadan gelsin!” sistemi başlatıldı.

Darp, gasp ve kadın cinayetleri patladı. “Benim adamımsa ceza yok, muhalefetin adamıysa hapse tık” dönemi başladı.

Çiftçi bitirildi, tarım bitirildi, hayvancılık bitirildi. Tarımda üretim dibe vurdu. Samanı bile yurtdışından ithal eder olduk. Canlı hayvan ve karkas et ithal ettik.

Ayçiçek tarlaları yabancılara verildi. Çeltik tarlaları yok edildi. Savaşta olan Ukrayna ve Rusya’dan alkışlar eşliğinde Ayçiçek yağı ithal ettik. Kendi kendisine yeten yedi ülkeden biri olan Türkiye, savaştaki ülkelere bile muhtaç edilmişti.

Avrupa’nın zehirli çöplerini bereketli Çukurova’nın topraklarına gömdüler. Olayı ortaya çıkaran, bir İngiliz basın mensubuydu. Dünyanın “çöp deposu” olmuştuk.

Ülkenin endemik bölgeleri çok uluslu maden şirketlerine verildi. Köylü hukuk mücadelesini kazansa da hukuku kimse sallamadı. Tarım arazileri gasp edildi. Toprağı betona boğdurdular.

Sınır kapıları açıldı. Milyonlarca Suriyeli, Afgan ülkeye dolduruldu. Türkiye, dünyanın dört bir yanından mülteci akınına uğradı. AB, “Para verelim mültecileri sen ülkende tut!” dedi, “Geri Kabul Anlaşması” imzalandı. Millî Savunma Bakanı, “9 milyon Suriyeliyi besliyoruz” dedi. Yabancılara peynir ekmek gibi Türk vatandaşlığı dağıtıldı. 250 bin doları bastıran yabancı, emlak alarak Türk vatandaşı oldu. Sınırları kanla çizilen ülkenin vatandaşlığı o kadar ucuzdu yani! Çanakkale’nin, Sakarya’nın çocuk şehitlerinin kemiklerini sızlattılar…

Yabancılar oy kullanma hakkı kazandı. Hatay ve Kilis’te nüfus yapısı Türk nüfusun aleyhine döndü. Suriyeli nüfus çoğaldı. Suriyeliler ülkede doğum oranlarında patlama yaşattılar. Ülkenin demografik yapısının değişme tehlikesi ortaya çıktı.

Bir AKP’li çıkıp, “Elbette bu ülkeyi biraz Araplaştıracağız” dedi. Bir diğeri hem de MEB yardımcısı olan şahıs “Türkçe Öldü!” dedi. Yetmedi, imam hatiplerde Türkçe konuşmayı yasaklamayı önerdi.

Çok dilli bir ülke görünümü başlamıştı. Arapça ikinci resmi dil gibi işlem görmeye başladı. Arapça tabelalar, Arapça konuşanlar çoğaldı. Rusya-Ukrayna savaşından kaçanlar ülkenin güneyine yerleşmeye başladılar.

Dil, bir ülkenin millî birlik ve bütünlüğünü sağlayan birinci unsurdur. Ulusal birliğimiz tehdit altındaydı ama kimsenin umurunda bile değildi.

Yabancılara danışmanlık yapmak için peş peşe mülteci danışmanlık büroları açıldı. Emlâkçılar ve elbette Türk halkı yabancıya mülk satmak için birbiriyle yarışır oldu. İstanbul’un bazı semtleri Arap mahallelerine dönüştü.

Dünyada Covit-19 salgını başladı. Hazırlıksızdık. Ekonomimiz zaten sıkıntılıydı. Fena yakalandık. Aşı kurumlarımız kapatıldığı için yabancıların aşılarına muhtaç olduk. Yasaklamalar sonucunda ticarî hayat ve eğitim durdu. Firmalar, özellikle de küçük esnaf peş peşe iflas etmeye başladı. Devletin ekonomik yardımları yetersiz kaldı, hükümet maske bile dağıtamadı!

Uzaktan eğitime geçildi. Binlerce çocuk tablet, bilgisayar ve internet yoksunluğu nedeniyle eğitimden uzak kaldı. Bazı STK’lar ve vatandaşlar tablet kampanyası başlattı.

Salgının da etkisiyle hayat pahalılığı her geçen gün artmaya başlamıştı. Çarşı, pazar yangın yerine döndü. Devleti yönetenler “ucuz tanzim çadırları” açmışlardı ama çözüm olmamıştı. Büyük marketleri “fahişçi” ilan ettiler. Patates, soğan depolarını bastılar. Tüm komşularla kavga etseler de Mısır, Irak ve Suriye ile alışveriş devam ediyordu. Patates ve soğan ithal ettiler, yeterli olmadı. Sudan ve başka ülkelerde tarım arazileri satın alıp tarım yapmaya soyundular; olmadı. Sudan’da savaş patladı. Türkiye’nin milyon dolarları heba edildi.

Devam edecek…

Tülay Hergünlü – SMMM


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir