Ölü toprağı mı, yoksa çağdaş uygarlık için vatan toprağı mı?
Değerli Okuyucu,
Cana, mala, değerlere hoyratça kıyan, o süreçte yönetim ve siyasî güç getiren yapay kariyer ve zenginliği liyakatsizce yapanlar tarihte çok fark yaratmışlardır. Böyle ilerlerken de ülkelerde liyakat, nitelikli istihdam ve toplum niteliği ile altyapı gelişimine yönelik bilgi, karar ve yasama ile uygulamalar hep arkadan bulunup getirilmek durumunda kalınmıştır.
İşte ülkelerin sınırlı gelişimi yolunda bu adımlar atılırken, zaten yönetim basamaklarını önden tırmanmış, kendisi gibi güç ve korku ile iş görenleri makam sahibi yapmış olan eksikli yöneticiler, dış bağlantılarının çıkarları ile kucaklaşabildikleri ölçüde uygarlığı kendi hırs ve korkuları ile yavaşlatmış, geriletmiştir.
Ortaklaşan hukuksuz ve toplum ahlakından yoksun çıkar odakları, adaletin yüksek inceliği ve şaşmaz terazisinden sonsuza kadar kaçınabileceği “güdüsü ve bilinçsizliği” ile toplumu ve ülkesini sürekli hata tekrarı ve travmalara zorlayıp yerinde saydırmıştır.
Adalet alınıp satılan bir lüks, toprak ise arsa ve maden değeri için toplumun ve köylüsünün ayağının altından çekilip alınan bir mal muamelesi görürse, kişilerde sevgi ve hakikat odaklı yaşam tarzı yok olmakta, yalan, hırs ve travmalar beslenmektedir. Örnek vermek gerekirse, milyonlarca sivil ve asker şehidi 20. yüzyılın ilk çeyreğinde vererek kurtarılan Anadolu ve Trakya, yakın geleceğin topraklarımıza tohumladığı dev uluslararası şehir, lojistik ve jeopolitik önemde dış planlamaların odağındadır. Ancak, Türk toplumu küresel düzeyde teknoloji üretimi ve bunun katma değer getirileri ile sağlanacak yaşam kalitesinden, tüm saydıklarımız ve diğer dışlayıcı yöntemlerle yoksun kalma riski altındadır. Bu tip iç ve dış kaynaklı bilinçli ve bilinçsiz stratejik bilgi, varlık ve olanak kaçırmalar, aslında yeni değildir. Uygar değerlerin hırsızı cahil güç simsarlarına tarihten mirastır. Toplumların hak ettikleri yüksek yaşam kalitesinden “bugünden” mahrum edilip sürdürülemez yoksunluk ve yoksulluğa alıştırılmaları yolsuzluğunda kullanılmaktadır.
Bu süreçlerden elbet ayrıcalıklı iç kesim ve (tarihsel geleneğindeki akılcılık ile bilime rağmen) hırslarına yenilen dış bağlantıları yararlanmaktadır:
*Maddî birikim,
*Jeopolitik güç devşirimi ile,
*Dış ekonomi paydaşlarına ucuz girdi, fahiş fiyatlı ürün ve hizmet satım pazarları sağlanırken,
*Ulusal güvenlik, istikrar, hukuk ve yönetimi yokluğundaki demografik yayılım.
Vatan’a zarar vermek pahasına elde edilmektedir. Toplumda cahilin ve suçlunun eylem, şiddet ve bağırtı ile insan baskılama sistematiği, yetmiyorsa fizik ve sanal cephelerde terör ile vekâlet savaşçılarının şiddet ve silah kullanımı, birçok ülkede toplumlara verilen ekonomik ve ruhsal zararın kamuflajı olmaktadır.
Çağımızda. “Denge ve Denetleme” başlığı ile demokratik kurumsallaşma, akıl, bilim ve adalet ile liyakat getirme gayreti çok değerlidir. Ancak, “sözde yönetim erki” ni sürdürerek kendine maddî varlık ve narsistçe itaat sağlayanları resmî mevkilerde tutmak yükselen eğilimdir.
Perde arkasından bir ülke ve coğrafyasının kaynaklarını karmaşık ağları ile üleşip jeopolitiği de bu şekilde yavaşça değiştirme saplantısındaki sözde seçkinler, gezegenimize ve yaşayan insan, bitki, hayvan ve toprak dahil canlı toplumlarına sürekli zarar vermektedir. Bu şekilde bilinçsiz ama güdümlü azınlıklara özgü “üretimsiz veya hukuksuz sermaye birikimi” söz konusudur. Bu birikim sistemi liyakat, dürüstlük, yaratıcılık ve alın teri ile yapılan emek ve katma değerin üretimi ve birikiminden oluşan “denetimli ekonomi ve eğitimli toplumsal gelişim” in önünden artık çekilmelidir. Böylelikle insana ve doğaya değer veren ağlar ile kurallı ve şeffaf uygarlaşmanın tekrar yolu açılmalıdır.
“Zengine plan, diğer halk kesimlerine pilav” kültürsüzlüğü tarihin “kıssadan hisse arşivlerinde” yerini almalıdır. “Merkezî ve Yerel Stratejik Planlama” geleneği yüzyıllara varan kamusal deneyimler güncellenerek özellikle ülkemizde kurumsallaşmalıdır. Tüm bu süreçler zengini ve yoksulu ile bilinçsiz toplumların hata ve eksikliklerinden, bir arada el ele, gönül gönüle çalışma kültürünün benimsenmemesinden kaynaklanmakta, tek çözüm birlikte taşın altına el koymaktadır. Unutmayalım. Ayrılık ve farklılık hissi veya öfke, düşmanlık gibi duygular Türkün yaşamında kendine veya dünyaya karşı yoktur. Bu sayede insan, kurum ve değerlerimiz Hint, Çin, Sibirya, Japonya gibi uzak gözüken coğrafyalarda izlerimiz silinmeyecek şekilde o yörelerin kültür ve halkları ile kucaklaşmıştır. Norveç, İskandinavya’da da “Atatürk gibi düşünmek” deyimi tarihe mâl olmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, komşuları ve diğer Dünya Devletleri ile diyalog ve adil iş birliğinin yollarını üretmek, ve bunu Anadolu ve yerkürede insan ve diğer canlılara iyi birer yaşam sunmak için değerlendirmekle sorumludur. Sorumluyuz. Öyle ise yazımızı birkaç gezegen bilgesinin günümüze erişen sözleri ile noktalayalım:
- Yalan dörtnala gider. Hakikat ise adım adım yürür, fakat yine de vaktinde ulaşır. (Japon atasözü)
- Başkasından üstün olmamız önemli değildir. Asıl önemli olan şey, dünkü halimizden üstün olmamızdır. Beyaz olan her şey süt değildir. (Hint atasözü)
- Başkalarını tanımak akıllılıktır; kendini tanımak bilgeliktir. Başkalarını yönetmek kuvvettir; kendini yönetmek iradedir. (Lao Tzu)
- Barış zamanında bir yumurta, savaş zamanında bir öküzden daha iyidir. (Alman atasözü)
- Özgürlük, halk arasında genel bilgi birikimi olmadan korunamaz. (John Adams)
- Yalnız bir kalp tek başına atamaz. (Afrika atasözü)
- Gerçek gümüşten temizdir. (Sibirya atasözü)
- Onun ayakkabıları ile bir mil yürümediğiniz sürece bir kişiyi asla eleştirmeyin. (Kızılderili atasözü)
- Bin millik yolculuk basit bir adımla başlar. (Aborjin atasözü)
- Az kork, çok umut et; az ye, çok çiğne; az homurdan, çok nefes al; az konuş, çok anlat; az nefret et, çok sev ve en güzel şeyler seninle olsun. (İskandinav atasözü)
- Millî hedef belli olmuştur. Ona ulaşacak yolları bulmak zor değildir. Önemli olan, çetin olan o yollar üzerinde çalışmaktır. Denebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz. Yalnız tek bir şeye çok ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak. Toplumsal hastalıklarımızı incelersek temel olarak bundan başka, bundan önemli bir hastalık keşfedemeyiz; hastalık budur. O halde ilk işimiz bu hastalığı esaslı bir şekilde tedavi etmektir. Milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun doğal sonucu olan refah ve mutluluk, yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygar buluşlardan azami derecede istifade etmek zorunludur. Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek, birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir. Fikrin serbest hareketi ise, ancak bireyin düşündüğünü serbest olarak söylemek, yazmak ve verdiği karara göre her türlü girişimde bulunmak serbestisine sahip olmakla mümkündür. (Atatürk)
Ölü toprağını üstümüzden atarak, vatanımıza ve toprağımıza sahip çıkmak utkusu dileğiyle.
Esin vermesi, yaşamınıza değer katması dileğiyle.
Cengiz Gökdeniz