“Balık sahibi gibi olma!”
Bir yazı dizisinin ilkini okumak üzeresiniz. Söz konusu din olduğunda kişinin inandığı değerlere, bunlarla yaşamasına saygı göstermeyi esas alarak, Kur’an’ın Mekkî (Mekke’de gelen vahiy) sureleri ile ilgili vatandaş okuması yapmaya çalışacağım; yani ayetlerin düşündürdüklerini, çağrıştırdıklarını paylaşacağım.
610 yılında kendini; “Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.” (Vakıa/Kaçınılamaz Olay, 80) olarak tanımlayan bir metin insanımızı nasıl etkilemektedir? Din, yönetmek ve çıkar sağlamak için bir araç mıdır? Aldatılmamak için irdelemeliyiz. Kur’an kendini “Bu, bir hatırlatma ve apaçık bir Okuma’dır.” (Yâ-Sîn, 69) cümlesiyle de tanımlar ancak bu “hatırlatma ve apaçık Okuma” kişiden kişiye, yönetimden yönetime değişmektedir. Çok bilinen iki örnek verelim: Hırsızlık yapanın “… Allah’tan engelleyen bir ceza olacak biçimde ellerini kesiniz…” (Maide, 38) ayeti birçok İslam ülkesinde uygulanıyor. Hırsızlığın sınırı belli değildir; simit çalan da hırsızdır, devleti soyan da ancak eli kesilen hep “simit çalan” olmaktadır! Diğer bir örnek: “Saygın aylar çıkınca ortak koşanları bulduğunuz yerde öldürün…” (Tövbe, 5) ifadesidir. Ortak koşmanın sınırı belirlenebilir mi? Kişinin iç dünyasını okuyabilir misiniz? Sınırlama olamadığı için IŞİD, Taliban, Boko Haram gibi oluşumların bağlıları “Allahu ekber” diyerek kafa kesiyor ve bunu da inandıkları dininin gereği olarak meşru sayıyorlar. Benzer şekillerde bugün milyonlarca kadın ve erkek istemedikleri bir hayat tarzı altında zulme maruz kalıyor. Yönetimin istediği tarzda baş örtüsü kullanmadığı için öldürülen, peçelerin, çuvalların içinde nefessiz kalan kadınlar ya da fikrini söylediği için “dinden çıkmış” kabul edilerek asılan kadınlar/erkekler. Kime göre dine girilir ya da kime göre dinden çıkılır? Cevabı olmayan bir soru gibi görünse de aslında bir cevabı vardır: Gücü ele geçiren, her konuda olduğu gibi bu konuda da karar verendir ve üç semavi dinin güç sahipleri asırlardır göklerden geldiğini kabul ettikleri emirleri istedikleri gibi yönlendirmede sınır tanımamış ve de tanımamaktadır.
Birinin inancı diğeri için zulüm ise orada evrenin yaratıcısından geldiği söylenen bir “din” olabilir mi?
Çeviriler (meallendirme) konusuna da kısaca değinelim. Çevirilerde; kelimelerde ve anlamda farklılıklar göze çarpmakta, özgün metne parantez içinde eklemeler yapılmakta ya da çeviri, olumlu/olumsuz tamamlayıcı cümlelerle desteklenebilmektedir. Ayrıca bazı meallerde çeviriyi yapan kişi kelimenin farklı bir anlamı üzerinden de yürüyebilmekte ve bu durumda bambaşka bir meal ile karşı karşıya kalınmaktadır. Acaba ateş, yanmak, yakılmak, kavrulmak vb. gibi olumsuz kavramların olmadığı çevirilerden amaç “Allah kelamını”, dolayısıyla inancı/imanı bir çeşit koruma gayreti midir? Benzer durumlar çevirilerin güvenilirliğini sorgulatmakta ve inanan kişide “acaba” lara neden olabilmektedir. Düşünceme göre meal hazırlamada artık kişi devri kapanmalı, farklı konuları temsil eden bilim insanlarının oluşturacağı kurullar bu işi üstlenmelidir; inanıp inanmamak önemli değildir yeter ki tarafsız kalma sağlanabilsin.
Diğer yandan, kutsal kabul edilen tüm metinlerin rivayetler yoluyla insanlığa sunulduğu gerçeğini ve konumuz İslam olduğu için Muhammed peygamberin, “din” gibi kabul edilen hadislerinin de rivayetler yoluyla toplandığını hatırlatalım.
Ana konuya girmeden önce, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisinde yer alan; “Mekki-Medeni Sure Tertipleri: Hz. Aişe, İbn Abbas-Kurayb, Mucahid ve Ḳatade Rivayetleri” adlı makalede yer alan şu bilgiyi paylaşalım: “İbn Abbas (ö.687-88) Kurayb (ö.716) Rivayeti: Mekki ve Medeni Sureler İbnu’l-Arabi’nin ‘Mekke’de Nâzil Olanlar’ başlığı altında naklettiği diğer bir rivayet, Kurayb b. Ebi Muslim kanalıyla İbn Abbas’a dayanmaktadır. … Aṭa el-Ḫurasani (ö.753), Ebu Ṣaliḥ ve İbn Cureyc (ö.767, sadece Medeni sureler) kanalıyla İbn Abbas’a ulaşan beş farklı Mekki-Medeni sure tertibi olduğu bilinmektedir. İbnu’l-Arabi’nin naklettiği yukarıdaki iki rivayet daha erken bir isim olan Kurayb tarafından İbn Abbas’a ulaşması bakımından değerlidir.” Makalenin yazarı Doç. Dr. Esra Gözeler’in verdiği bilgilere göre İbn Abbas’tan nakledilen Mekkî sure sayısı 80’dir; genelde Mekkî olarak değerlendirilen Fatiḥa, Yunus, Ankebût, Rûm, İnşiḳâḳ ve Fecr sureleri bu tertipte yer almamaktadır. Gözeler’in ifadesiyle; “Rivayetin nakli sürecinde bu surelerin eksilmiş olması muhtemeldir.”*
Hadis rivayetinde esas kabul edilen isimlerden biri olan İbn Abbas’ın doğum yeri ve tarihi, kaynaklarda Mekke 619 olarak geçmektedir; yani Muhammed Peygamber vefat ettiğinde (632) İbn Abbas on üç yaşında bir çocuktur. TDV İslam Ansiklopedisi’nde İbn Abbas hakkında şu bilgileri okumaktayız: “Hicretten muaf tutulanlardan (müstaz’af) olan annesiyle Mekke’de kaldı. Bir süre sonra onunla birlikte Medine’ye göçtüğü şeklindeki rivayet yanında, babası Abbas’la birlikte fetih yılı (630) hicret ettiğine dair de rivayetler vardır.” Bu ön ve kısa bilgiler ışığında Mekkî surelerin çağrıştırdıklarına özet ifadelerle değinmeye çalışalım.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre ilk inen sure A’lak’tır. (Yapışkan) Surede geçen göksel kavramlar; Allah, Rab ve Biz’dir ve hitap doğrudan Muhammed peygamberedir. Allah ya da Rab adına iş yapan “Biz” kavramının neyi temsil ettiği sorusunun yanıtı, bazı yorumlar olsa da henüz verilememiştir. Surenin ilk kelimesi olan “ikra” okumak, çağırmak-davet etmek anlamlarına geldiği gibi, kökü itibariyle (karea) bu okumanın, düşünerek okumak ya da okuduğunu anlamlandırmak olduğu da ifade edilmektedir. Ancak “Oku!” emrinin yer aldığı Alâk suresinin, resmi sıralamalı Kur’an meallerinde yeri 96. sıradır. Kur’an, 114 sure olduğuna göre, Kur’an’ı ilk kez okuyan kişi “Oku!” emrini ancak sonlara doğru görebilecektir; o da eğer metni kendi dilinde okuyorsa! Diğer yandan, okumanın ve yazmanın önemini anlatarak başlayan surede Yaratıcı’nın insana ağır tehditlerle meydan okuduğunu görmekteyiz. Din dilindeki Yaratıcı, yarattığını ve ruhundan üflediğini (Secde, 9) söylediği insana neden meydan okur? Kutsal kabul edilen metinlere göre yaşam, Yaratan ile yarattığı arasında bir meydan okumadan ya da bir antlaşmadan mı ibarettir?
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre ikinci sure Leyl’dir. (Gece) Surede geçen göksel kavram Biz’ dir yani Allah ya da Rab adına iş yapan kuvvet/kuvvetlerdir! “Biz”, Allah’ı doğrulayanın işlerini kolaylaştırırken diğerlerinin de güçlüklere uğramasını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca “O kimse aşağıya yuvarlandığı zaman malı onu kurtarmaz.” (11. Ayet) İnsan, alevler saçan ateşle uyarılır. Bu ateşe yaslanmamak ve arınmak için malı vermek ve bunu Rab’bin hoşnutluğu için yapmak gerekmektedir. Malın kurtarıp kurtarmayacağını bilebilmek mümkün değildir -sadece inanabiliriz- ancak halkı soyanların binlerce yıldır neredeyse hiçbir güçlüğe uğramadığını, yolun açık olması için “şeklen” Allah’ı doğrulamanın yeterli olduğunu görebilmekteyiz. Bu durumda sabah-akşam sabır, şükür ve porsiyon küçültme tavsiyesi alanların, yani soyulanların işlerinin kolaylaştığını görmek ne zaman mümkün olabilecektir, diye de beklemekteyiz.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre üçüncü sure Kalem’dir. Surede geçen göksel kavramlar; Biz, Ben ve Rab’dır. “Kaleme ve yazdıklarına andolsun” ifadesiyle yazmanın önemi belirtilirken, Muhammed peygambere “Oku!” emri tarzında bir “Yaz!” emri verilmemiştir. İnsan yürüyüşünde ya doğru yoldadır ya da sapkınlardandır. 10-15. ayetlerde, Muhammed peygambere uymaması gereken insanların özellikleri verilir. Bu ayetleri okuyunca, çıkar peşinde olan siyasileri, hükûmetleri esir alan sınırsız güç ve para sahiplerini düşünmemek elde değildir, hani şu “yatacak yeri yok” türünden olanları! 16-20. ayetlerde “Biz” bahçe sahibi olan birilerinin bahçesini bir salgınla yok eder. Nedeni de bahçe sahiplerinin “Allah’ı anmamış” olmalarıdır. Bir tarafta evrenin efendisi Allah kavramı, diğer tarafta bir bahçe ve sahipleri ve bahçenin yok edilişi! Acaba bu yok ediliş örneği, her şey Allah’tandır, itaat et, irdeleme düşüncesinin toplum tarafından benimsenmesi için midir? Acaba kendilerini Tanrı tarafından seçilmiş kral, çar, diktatör olarak görenler ya da Allah’ın gölgesi olduğunu düşünen padişahlar bu zihniyetle mi toplumları zulüm altında inletmiş ya da kanlı savaşlara sürüklemiştir? “Allah’ı anmamış olmak” ifadesi için çevirinin yeterli olmadığını düşünenler olabilir ancak Allah’ı anmanın gün boyu tesbih elde, sayı tutturmacasına kelime tekrarı olduğunu düşünenler çoğunluktadır. Bu konunun; renkli, taşlı ve incili çeşitleriyle bol kazançlı bir zikirmatik piyasası yarattığını da hatırlatalım. Zikirmatik nedir derseniz, zikirmatik parmağa takılan ve dua sayan bir çeşit kronometredir. Teknolojinin sevap (!) kazanmaya katkısını akılda tutarak acaba para saymada ya da paraları sıfırlamada zikirmatik devreye girmekte midir, diye de soralım.
48-52. ayetler surenin son ayetleridir ve bir bütün olarak verilir. Burada Muhammed peygamber, “Biz” tarafından “Sen Rabbinin hükmüne kadar dayan. Balık sahibi gibi olma…” ifadesiyle ve bir İbrani peygamber olan Yunus örneği ile uyarılır. Kur’an neden Tevrat’la sürekli bir bağlantı içindedir? Tevrat’taki, “Yunus / Yunus Rab’dan kaçıyor / Bölüm 1” başlığı altındaki bilgilere de kısaca değinirsek yukarıdaki ayet daha açık hale gelecektir. “Kötülükleri yükselen” Ninova halkını uyarmak için görevlendirilen Yunus, Rab’bin alacağı tavır konusunda şüphe duyar ve Rab’dan kaçmak için bir gemiye biner. Fırtına kopar, gemi parçalanmak üzeredir. Gemiciler Yunus’u ambarda uyurken bulur ve kalkıp tanrısına yalvarmasını isterler. Gemiciler kimin yüzünden bu bela başımıza geldi diye kura çekerler. Bu eylem birçok açıdan ilginçtir. Bugün din adına ahkâm kesen dincinin “hep senin yüzünden” yol ve yöntemi, hiçbir olumsuzluğu üstlenmemesi belli ki Tevrat’ın Arap Yarımadası dinlerine bir hediyesidir. Devam edelim… Gemiciler Yunus’un Rab’dan uzaklaşmak için kaçtığını bilmektedir. “Bu şiddetli fırtınaya benim yüzümden yakalandınız,” diyen Yunus, denize atılmasını ister. Sular o zaman durulacaktır yani bir “kurban” gereklidir. Bu, kurban verme/etme/kesme konusunun Ortadoğu coğrafyasındaki toplumları nasıl esir aldığı ayrı bir yazı konusudur. Ülkemizde, yeni bir araba alanın kazadan-beladan korumak için kurban kesmesi, kan akıtması çok yaygın bir gelenek değil midir? Anadolu topraklarında süregelen birçok gelenek ve göreneğin Tevrat kaynaklı olduğunu hatırlatarak konumuzu bağlayalım. “RAB Yunus’u yutacak büyük bir balık” sağlar ve denize atılan Yunus üç gün üç gece bu balığın karnında kalır. RAB balığa buyruk verince de balık, Yunus’u karaya kusar. Ondan sonrasında Yunus ve RAB hesaplaşacaktır.
İlk üç surede Yaratıcı’nın yarattığına meydan okuyan ifadeleri açıktır. Bu meydan okuma sonraki zamanlarda mızraklara Kur’an sayfaları geçirerek ya da günümüzde olduğu gibi, seçim platformlarında elde Kur’an sallayarak kendini gösterecektir. Beyaz Saray önündeki protestolar sürerken elinde İncil ile kiliseye yürüyen Donald Trump da kutsal metinlerle meydan okuma kervana katılanlardandır.
Kalem suresinin son cümlesinde ise şu şaşırtıcı ifade yer alır: “Oysa, o, âlemlere bir hatırlatmadan başka bir şey değildir.” Yani Kur’an “âlemlere bir hatırlatmadan başka bir şey değildir.”
Kutsal meydan okumanın arka planında Elçi’yi korumak mı vardır, bilemiyoruz ancak günümüzde birçok siyasetçiyi koruduğu açıktır.
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu
*Esra Gözeler; Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi 58:1 (2017), ss.225-238 DOI: 10.1501/Ilhfak_0000001468
Youtube:
“Balık sahibi gibi olma” https://youtu.be/kZiKByp6qmU
Yazılan söylenen;
“Düşünceme göre meal hazırlamada artık kişi devri kapanmalı, farklı konuları temsil eden bilim insanlarının oluşturacağı kurullar bu işi üstlenmelidir; inanıp inanmamak önemli değildir yeter ki tarafsız kalma sağlanabilsin.”
Haklısınız. Bunun yapılması gerekir. Gerekir de nasıl? Sanırım yönetimde paylaşma ilkesinin olduğu Paylaşımcı Doğrudan Demokrasi modelinde… Kim bilir? Belki bir gün ülkemizin insanları bu yepyeni demokrasi yönetim modeli ile tanışır…
Selamlar…