“Neredeyse (cinler) etrafında keçeler gibi oluyorlardı”
Dört bölüm halinde yayınladığımız önceki yazı grubumuzda 206 ayet içeren A’raf suresini işlemeye çalışmıştık. Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın yirmi ikincisindeyiz.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre otuz sekizinci sure “Cin” dir. Surede geçen göksel kavramlar; Rab, Allah ve Biz’dir. Hitap Muhammed peygamberedir. Osmanlıca-Türkçe sözlükte “cinn” kelimesinin karşılığı; “insanlardan gayri, göze görünmez, latif cisim olan yaratık” şeklinde verilmektedir. (Mustafa Nihat Özön) TDV İslam Ansiklopedisine göre de kelime; “örtmek, örtünmek, gizli kalmak anlamındaki cenn kökünden türeyen bir isim olup tekili olan cinnî, örtülü ve gizli şey anlamındadır.”
Belki de insanlık tarihi kadar eski olan ve hemen her toplumun mitolojisinde yer alan cin kavramı, Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan geldiğine inanılan Sâmi kavimlerin yaşamında da vardır. Dil ve kültür benzerlikleri olan bu Orta Doğu halkları yani Sâmi kavimler; “Akadlar, Babilliler, Asurîler, Amurîler, Âramîler, Süryanîler, Kenanîler, Nabatîler, Fenikeliler, İbranîler, Araplar ve Habeşler” olarak kabul ediliyor. (TDV, İslam Ans.) Kötü ruh veya cin inancı Sümerlerden diğer topluluklara (Babilliler) aktarılmış; bunların insanlara musallat olduğu düşünülmüş, uzaklaştırmak için, özellikle çocukların boyunlarına büyülü muskalar asılmıştır.
Eski Mısır dinine göre cinler, sürüngen veya kara vücutlu insan şeklinde yaratıklardır ve delilik, sara gibi hastalıklara sebep olurlar. Eski Roma ve Yunan’da cin, Tanrı ile insan arasında aracılık yapan yarı tanrı bir varlık olarak düşünülmüş; ancak sonradan insanlara bedenen ve zihnen zarara veren kötü ruhlar olarak ifade edilmiştir. Platon’a göre Tanrı’dan gelen bir ışıma olan cin, Sokrates’e göre bir “iç ses” tir.
Çinlilere göre cin, görünen âlemden görünmeyene gitmiş olan insan ve hayvanların ruhlarıdır; her yerde bulunurlar; zihinsel ve bedensel birçok hastalığın nedenidirler. Korunmak için, rahiplerin muskalar ve tılsımlarla önlemler aldıkları bilinmektedir. Japonlar da cin ve kötü ruhlardan korunmak için tedavi merkezleri kurmuşlardır. (bazı mezhepler) Eski Hint kutsal metinlerinde (Vedalar) görünmeyen varlıklardan bahsedilir. İnsanlara iyi davrananlar göklerde, düşman olanlar ise mağaralarda, yer altında yaşarlar; hastalık ve ölüm nedenidirler. İran’ın Zerdüşt dininde cinler kötü güç tarafından yaratılmıştır.
İslam öncesi Türk inancında, doğaya yayılmış ve insana yardımcı olan iyi ruhlar vardır. Hastalık ve kötülüğün nedeni olan cinler/kötü ruhlar ise Şamanlar tarafından ayinlerle uzaklaştırılır. Babil sürgünü öncesi Yahudilikte, dış etkilerle cin (şedim) ve kötü ruh anlayışı ortaya çıkmıştır. Şöyle denir: “Tanrı olmayan cinlere, Tanımadıkları ilahlara, Atalarınızın korkmadıkları, Son zamanlarda ortaya çıkan, Yeni ilahlara kurban kestiler.” (Yasa’nın Tekrarı, 32/17) Bir diğer ifade: “Yabanıl hayvanlarla sırtlanlar orada buluşacak, tekeler karşılıklı böğürecek. Lilit oraya yerleşip rahata kavuşacak.” (Yeşeya, 34/14) şeklindedir. Lilit, Mezopotamyalıların Lilitus’u gibi, harabelerdeki cinnî varlıktır. Ortaçağ Yahudiliğinde ve kabalist gelenekte cinler önemli bir yer işgal etmiştir.
Hristiyanlıkta cinler insanların içine girebilir ve içinden çıkarılabilir. Bu bağlamda cin çıkarma olgusu vardır. Cin konusunda İncil’den şu iki örneği verelim: “Öyleyse ne demek istiyorum? Puta sunulan kurban etinin bir özelliği mi var? Ya da putun bir önemi mi var? Hayır, yok! Dediğim şu: Putperestler kurbanlarını Tanrı’ya değil, cinlere sunuyorlar. Cinlerle paydaş olmanızı istemem. Hem Rab’bin, hem cinlerin kâsesinden içemezsiniz; hem Rab’bin, hem cinlerin sofrasına ortak olamazsınız.” (1.Korintliler, 10: 19-21) Peygamberlik ve de cin kavramı açısından şu ifade de ilginçtir: “O gün birçokları bana diyecek ki, ‘Ya Rab, ya Rab! Biz senin adınla peygamberlik etmedik mi? Senin adınla cinler kovmadık mı? Senin adınla birçok mucize yapmadık mı?’ O zaman ben de onlara açıkça, ‘Sizi hiç tanımadım, uzak durun benden, ey kötülük yapanlar!’ diyeceğim.” (Matta 7: 22-23)
İslam öncesi Arap toplumunda da cinler, yeryüzündeki ilahlar olarak kabul edilir; taş, ağaç, kuyu, mağara gibi yerlerde yaşarlar ve doğa olayları dahil pek çok olayın nedenidirler. Ayrıca insanları kaçırır, onlarla evlenir ve yılan gibi çeşitli hayvan şekline girerler. Deliler, cinlerin saldırısına uğramış kimselerdir. Kâhinler cinlerle iletişime geçebilir ve bunlar; ṣahip, mevla ve veli gibi tabirlerle adlandırılır. Şairler ilham cinleriyle ilişki kurar. Arap toplumunun yaşamında cinler çok etkindir. Kur’an’da, Muhammed peygamberin yer yer “mecnun/deli” olmadığının belirtilmesinin nedeni bu cinlerle iç içelik olsa gerektir. Delilik anlamına gelen “cünûn” ve “mecnûn” kelimelerinin Arapça “cinn” kelimesinden türediğini de hatırlatalım.
Cinler Kur’an’ı dinleyip hidayete geldikleri için sure bu adla anılmıştır, yorumunu yapan Elmalılı, surenin iniş nedeni için de şu rivayeti aktarır: Amcası Ebu Talip ve eşi Hatice’yi kaybeden Muhammed peygamber Taif’e gider ancak orada çirkin davranışlarla karşılaşır. Kureyş’teki müşrikler de düşmanlıklarını artırmıştır. Taif dönüşünde Muhammed peygamber bu sure ile teselli edilir; çünkü sadece insanlar değil artık cinler de Kur’an’a tâbi olmuştur.
Surenin ilk ayetlerine göre cinler, hidayete erdiren bir Kur’an / olağanüstü bir okuma dinlemişler ve “Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız,” demişlerdir. Rabbin şanı çok yüksektir ve “ne bir arkadaş edinmiştir, ne de bir çocuk.” Cinler; “insanların ve cinlerin Allah’a karşı yalan söylemeyeceklerini” sanmaktadır ve şöyle derler: “Doğrusu, insanlardan kimi kişiler/bazı erkekler, cinlerden kimilerine/cinlerden bazı erkeklere sığınırlardı da, onların beyinsizliklerini/şımarıklıklarını artırırlardı. Ve doğrusu onlar da sizin Allah’ın kimseyi diriltmeyeceğini sandığınız gibi sanırlardı.”
Cinler, göğe dokunmuş ancak onu, “kuvvetli bekçiler ve alevlerle dolu” bulmuşlardır. Daha önce “göğün dinlenebileceği” bir yerde oturan cinler, “ama şimdi kim dinleyecek olsa, kendisini gözleyen parlak bir alev” in bulduğunu söylerler. Cinlerden iyi olanlar da vardır olmayanlar da. “Yeryüzünde Allah’ı aciz bırakamayacağımızı, kaçsak da O’nu aciz kılamayacağımızı anladık,” diyen cinler, “hidayet rehberi” ni dinlediklerinde ona iman etmişlerdir. İçlerinde; “doğruya içtenlikle bağlananlar/Müslümanlar da, sapkın olanlar/zulmedenler de” vardır. “Cehennemin odunu” olan sapkın cinler için Muhammed peygambere şöyle vahyedilir: “Onlar gerçekten o yol üzere dosdoğru gitselerdi, elbette kendilerine bol bir su verirdik ki onları onunla sınayalım.”
Ayet 18’de şu uyarı yapılır: “Mescitler (secde yerleri) kuşkusuz Allah’ındır. Allah’ın yanında başka birine dua ve ibadet etmeyin.” Devamla, Muhammed peygamberin Allah’a dua ettiği sırada cinlerin onun etrafında “keçe gibi” birbirlerine geçtikleri belirtilir. Elmalılı’nın yorumuna göre; “kesret ve izdiham ile etrafına öyle toplandılar ki az daha keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.” Hz. Peygamber’den özetle şöyle söylemesi istenir: “Haberiniz olsun, ben size kendiliğimden ne bir zarar verebilirim, ne de bir yol gösterebilirim. … Benim yapabileceğim, sadece Allah’tan size duyuru yapmak ve O’nun elçilik görevlerini yerine getirmektir.”
Sonrasında; Allah’a ve onun elçisine baş kaldıranlar için “ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır,” tehdidi gelir. Muhammed peygamberden, vaat edilen şeyin yakın olup olmadığını bilmediğini, gaybı (görülmeyen, bilinmeyen) sadece O’nun bildiğini, fakat gaybını, seçtiği elçi dışında kimseye açmadığını, söylemesi istenir. O, elçinin “önünden ve ardından gözetleyiciler” salar. Bu, “elçiliklerini” yerine getirip getirmediklerini bilmek içindir; “Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatır ve her şeyi bir bir sayar.”
Muhammed peygamberin korunup kollanma ve toplumu tarafından onaylanma mücadelesinin göklerin eliyle pekiştirildiğini Mekki surelerde yer alan şu önceki ifadelerden de bilmekteyiz: “Rabbinin nimetinden dolayı deli değilsin. … Doğrusu sana kesintisiz bir ödül vardır. …Ve doğrusu sen büyük bir ahlak üzeresin. … Arkadaşınız asla deli değildir. … Rabbin seni ne bıraktı ne de darıldı. … Seni öksüz bulup da barındırmadı mı? … Seni şaşırmış bulup yol göstermedi mi? … Seni fakir bulup zenginleştirmedi mi? … Senin göğsüne genişlik vermedik mi? Belini büken ağırlığını indirmedik mi? Senin şanını yükseltmedik mi? … Doğrusu, Biz sana pek çok şey verdik. …Doğrusu, sana kin tutan, sonu kesilecek olandır. … Arkadaşlarında bir deliliğin olmadığını düşünmüyorlar mı? O, ancak apaçık bir uyarıcıdır.” Cin suresiyle birlikte, cinlerin de bu sürece dahil edildiğini görmekteyiz.
Cinlerin, vahyin konusu yapılması Arap kavmindeki yaşamın bir parçası olmaları nedeniyle midir? Arap kavmi, hemen her alanda birlikte olduğunu düşündüğü bir kavramla mı ikna edilmek istenmiştir? Kur’an’ın ikna yönteminde, tehdit ve korkutmanın yanı sıra, amacı ilgi çekici kılmak da olabilir mi?
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu