“Musa’nın tanrısına çıkayım da bakayım” (1)
Önceki yazımızda gökler tarafından ayrıcalıklı bir kul olduğu vurgulanan Süleyman’ın, Yahudilik ve Hristiyanlıkta kral, İslam’da ise hükümdar-peygamber olarak kabul edildiğini belirterek semavi dinlerin kaynağı tek ise birinin sadece kral kabul ettiği neden diğeri için peygamber de oluyor diye sormuştuk.
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz birincisindeyiz.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk yedinci sure “Kasas” tır. (Anlatma, hikâye etme) Arap alfabesinin “Tâ, Sîn, Mîm” harfleriyle başlayan suredeki göksel kavramlar Biz, Rab ve Allah’tır. Ana konu, Musa ve Firavun’dur. Bir Yahudi peygamberin hikâyesi neden Arap kavmine ısrarla ve aynı kalıplarla anlatılır üstelik de “iman” meselesi yapılarak çünkü Biz şöyle der: “İman edecek bir kavim için Musa ile Firavun’un haberlerinden bir kısmını sana dosdoğru okuyacağız.”
Firavun, halkını sınıflara ayırmıştır; güçsüz zümrenin (önceki surelere göre bunlar İsrailoğullarıdır) oğullarını boğazlamakta, kızlarını sağ bırakmaktadır. Biz ise “güçsüz sayılanlara iyilikte bulunmak, onları önderler kılmak, onları vâris yapmak, onları o yere yerleştirmek, Firavun, Haman ve her ikisinin askerlerine, çekinmekte oldukları şeyin ne olduğunu göstermek” istemektedir.
Biz (Kur’an) ve RAB (Tevrat) İsrailoğulları’nın yurt edinmesi ve yönetmesi için özellikle çaba harcamaktadır.
Musa’nın annesine çocuğu emzirmesi, başına bir şey gelmesinden korktuğu zaman onu suya bırakması vahyedilir ve şöyle teselli edilir: “Korkma, üzülme, doğrusu Biz, onu sana geri döndüreceğiz ve onu elçilerden/peygamberlerden yapacağız.” Burada şunu soralım:
Hristiyanlığın kurucusu İsa’nın ve Museviliğin kurucusu Musa’nın annesine vahyedilir de neden İslam peygamberinin annesiyle ilgili benzer bir anlatım Kur’an’da yoktur? Nedeni, Amine’nin “Muhammed doğmadan önce Mekke’de sık sık yapılan şiir yarışmalarında üst üste yedi defa şampiyon olmuş müthiş bir şair” olması mıdır? (Prof. Dr. Celal Şengör; Cehaletten Kurtulma Sanatı, Masa Kitap, 2024, s.77) Kur’an’ın şaire/şiire olumsuz baktığını, elçisi Muhammed için kullandığı “Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da…” ifadelerinden bilmekteyiz.
Firavun’un adamları/Firavun ailesi onu yitik olarak alır. Musa, “sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa” olacaktır; “Firavun ile Haman ve askerleri” yanılmaktadır. “Benim de, senin de gözün aydın olsun,” diyen Firavun’un karısı, onun öldürülmemesini ister; “belki bize faydalı olur yahut onu oğul ediniriz,” der. İşin sonunu sezmekten uzaktırlar. Musa’nın annesi ise kaygılıdır/yüreği bomboştur. Biz şöyle der: “Güvenenlerden olması için kalbini pekiştirmeseydik, neredeyse durumu açığa vuracaktı.”
Musa’nın annesi, ablasına onu izlemesini söyler; o da kimse farkına varmadan, onu uzaktan gözetler. Biz, annesine geri vermezden önce ona (Musa’ya) süt annelerini/emzikçileri yasaklamıştır. Ablası, “size, sizin adınıza ona bakacak, iyi davranacak bir aileyi tavsiye edeyim mi,” diye sorar. Biz, “annesinin gözü aydın olsun, üzülmesin, doğrusu Allah’ın verdiği sözün gerçek olduğunu bilsin diye” ona geri çevirir “ancak onların çoğu bilmezler.”
Biz, “ergenlik/yiğitlik çağına gelip olgunlaşınca” Musa’ya, “bilgelik ve ilim” verir. İyi davrananlar Biz tarafından böyle ödüllendirilmektedir.
Musa, “halkının haberi olmadığı bir zamanda” şehre girer. Orada, “biri kendi adamlarından, (Sıpti) diğeri de düşmanlarından olan (Kıpti) iki adamın” dövüştüğünü görür. İsmail Hakkı İzmirli mealinde konu ile ilgili şu notu paylaşmıştır: “Kıpti Firavun’un aşçısıydı ki angarya olarak Sıpti’ye odun yükletmek istiyordu.” Kendi tarafından olanın yardım istemesi üzerine Musa, ötekine bir yumruk indirir ve ölümüne sebep olur. Musa şöyle der: “Bu, şeytanın işidir; doğrusu o apaçık, saptıran bir düşmandır. Rabbim! Doğrusu kendime yazık ettim, beni bağışla!” Rab onu bağışlar; Musa da “suçlulara bundan böyle arka olmayacağım,” der.
Şunu soralım: Şeytan kavramı, insanın sorumluluktan kaçması için mi vardır?
Musa, korku içinde ve etrafı gözetleyerek sabahlar ancak bir gün önce kendisinden yardım isteyen kişi, bağırarak yine bir başka “Kıpti” için kendisinden yardım ister. Musa ona, azgın biri olduğunu söyler. Musa, “ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak isteyince” Sıpti, kendisini öldürecek zannıyla Musa’ya şöyle seslenir: “Dün bir cana kıydığın gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen arabuluculardan olmayı istemiyorsun, ancak yeryüzünde bir zorba olmak istiyorsun.”
Olay, Tevrat’ta da benzer ifadelerle verilir. Musa bir Mısırlı’nın bir İbrani’yi dövdüğünü görüp onu öldürür ve kuma gizler. Ertesi gün iki İbrani’nin kavga ettiğini görür ve haksız olana “niçin kardeşini dövüyorsun,” diye sorar. O da “kim seni başımıza yönetici ve yargıç atadı,” diye yanıtlar ve “Mısırlı’yı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun,” der. Musa korkar ve “bu iş ortaya çıkmış,” diye düşünerek Midyan’a kaçar. (Mısır’dan Çıkış 2: 11-14) Kur’an’dan devam edelim…
Şehrin öbür ucundan koşarak gelen bir adam Musa’ya, ileri gelenlerin kendisini öldürmek için aralarında görüştüklerini ve hemen uzaklaşmasını söyler. “Rabbim! Beni zalimler güruhundan kurtar,” diye yakaran Musa, “korku içinde çevresini gözetleyerek” oradan çıkar ve Medyen’e doğru yönelir. Musa, Rab’den kendisine doğru yolu göstermesini ummaktadır. Medyen suyuna vardığında, orada “davarlarını sulayan bir insan topluluğu” gören Musa, hayvanlarını suyun olduğu yerden geri çeken iki kadına, “sıkıntınız nedir” diye sorar ve şu yanıtı alır: “Babamız çok yaşlı/büyük bir pir olduğu için, çobanlar ayrılana kadar biz sulamayız.” Onların davarlarını sulayıp gölgeye çekilen Musa, “doğrusu bana indireceğin iyiliğe/hayra muhtacım,” diyerek Rabbine yakarır. “Derken, o iki kadından biri utana utana yürüyüp” Musa’ya gelir ve “doğrusu babam, sana sulamanın karşılığını ödemek için seni çağırıyor,” der. Musa başından geçenleri anlatır. Kadınların babası Şuayb şöyle der: “Korkma, artık zalim kavimden kurtuldun.”
Şuayb’ın Medyen halkından olan Eykeliler’e gönderilen elçi olduğunu, Tevrat’ta Reuel ve Midyanlı Kâhin Yitro olarak iki farklı adla geçtiğini Sâd suresi anlatımında vermiştik. Şuayb’ın iki kızından birisi babasına, Musa’yı ücretli olarak tutmasını, güçlü ve güvenilir olduğunu söyler. Şuayb, Musa’ya, sekiz yıl çalışmasına/ kendisini ona kiralamasına karşılık iki kızından birini ona nikâhlamak istediğinden bahseder ve ekler: “Eğer on yıla tamamlarsan o senden olur/ben on sene şart etmekle sana güçlük vermek istemem.” Musa yanıtlar: “Bu seninle benim aramdadır. Demek ki, bu iki süreden hangisini doldurursam doldurayım bir düşmanlığa uğramayacağım. Söylediklerimize Allah vekildir.”
Süre dolunca Musa ailesi ile birlikte yola çıkar. Dağ/Tur tarafından bir ateş gören Musa, “belki ondan size bir haber yahut tutuşmuş bir odun getiririm de ısınırsınız,” der. Oraya vardığında; “kutlu yerdeki derenin sağ kıyısındaki ağaçtan” kendisine seslenilir: “Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’ım.” Musa’dan değneğini yere atması istenir. Değneğin yılan gibi kıvrıldığını gören Musa arkasına bakmadan kaçar. Kendisine; dönmesi, korkmaması için seslenilir, “güvende olanlardan” olduğu belirtilir. Ardından lekesiz beyaz çıkması için elini koynuna koyması, korkudan (açılan) kollarını kendine çekmesi istenir.
“Bu ikisi Firavun ve ileri gelenlerine karşı” Rabbin iki delilidir.
Musa, onlardan bir cana kıydığını, öldürülmekten korktuğunu belirtir. Dili kendisininkinden daha düzgün olan kardeşi Harun’un kendisini destekleyecek bir yardımcı olarak gönderilmesini ister; yalanlanmaktan endişe etmektedir. Sonraki ayette tekil-çoğul özne durumunu bir arada görürüz: “Seni kardeşinle destekleyeceğiz; ilkelerimizle ikinize bir güç vereceğiz ki, onlar size el uzatamayacaklardır. İkiniz ve ikinize uyanlar üstün geleceklerdir’ dedi.” Musa onlara apaçık belgelerle gider ancak onlar şöyle der:
“Bu sadece uydurma bir büyüdür. Önceki atalarımızdan böylesini işitmemiştik.”
Musa yanıtlar: “Rabbim, kendi katından kimin hidayet rehberi getirdiğini ve hayırlı akıbetin kime nasip olacağını en iyi bilendir. Muhakkak ki zalimler/haksızlık edenler kurtuluşa eremezler/başarıya erişemezler.”
Firavun ileri gelenlere seslenir: “Sizin benden başka bir tanrınız/mabudunuz olduğunu bilmiyorum. Ey Haman! Benim için ateş yakıp balçıktan tuğla yap, bana bir köşk/kule yap ki Musa’nın tanrısına çıkayım da bakayım. Ben Musa’yı yalancılardan zannediyorum.” Firavun ve askerlerinin memlekette haksız yere büyüklük taslamaları üzerine Biz; onları yakalayıp suya atar, onları ateşe çağıran öncüler kılar. Onlar Kıyamet günü yardım alamayacaklardır. Bu dünyada arkalarına lanet takılmıştır ve Kıyamet/Diriliş gününde kötülenmişler arasında olacaklardır.
Biz; “ilk nesilleri yok ettikten sonra Musa’ya; olur ki düşünür, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, hidayet rehberi ve rahmet olarak o Kitabı” vermiştir. Ardından Muhammed peygambere şöyle denir: “Musa’ya emrimizi bildirdiğimiz zaman, sen, batı yamacında değildin, tanıklar arasında da yoktun. Ne var ki nice nesiller var ettik de onların üzerinden uzun zamanlar geçti. Sen onlara ayetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; aksine biz (başka) peygamber göndermiştik. (Musa’ya) seslendiğimiz zaman da Tur’un yanında değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı gelmeyen bir kavmi uyarman için Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik), ola ki onlar düşünüp öğüt alırlar.”
Muhammed peygamberin gönderiliş nedeni, “yaptıklarından dolayı başlarına bir yıkım geldiğinde” kavminin, “Rabbimiz! Keşke bize bir elçi gönderseydin de ilkelerine uyup inananlardan olsaydık, olmaz mıydı?” diyecek olmalarıdır. Şunu da diyeceklerdir: “Musa’ya verilenin bir benzerinin buna da verilmesi gerekmez mi?” Onlar daha önce Musa’ya verileni de inkâr etmiş, “yardımlaşan iki büyücü/birbirini destekleyen iki sihir, doğrusu biz hiçbirine inanmıyoruz” demişlerdir.
Muhammed peygamberden şunu söylemesi istenir: “Eğer doğru sözlü iseniz, Allah katından, bu ikisinden (Tevrat ve Kur’an) daha doğru yol gösteren bir Kitap getirin de ona uyayım.” Bu öneri üzerine ona şöyle denir: “Eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık kim olabilir? Elbette Allah zalim kavmi doğru yola iletmez.”
Burada soralım: Neden “doğru yol gösteren bir kitap” olarak anılanların içinde İncil yer almamıştır? Oysaki Al-i İmran 3. ayetteki ifade açıktır: “Önceden insanları doğru yola iletmek için Tevrat’ı ve İncil’i indirmişti.” Bunun nedeni İsa’nın adının Tevrat’ta geçmemesi ve Yahudiliğin, hiçbir dönemde, Hristiyanlığın İsa’ya yüklediği nitelikleri kabul etmemiş olması mıdır?
Ayrıca Muhammed peygamber Yahudi kavminin dinini anlatmak, aktarmak için mi gönderilmiştir?
Kasas suresi anlatımı devam edecektir.
Canan Murtezaoğlu