Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Arşiv

İnanç Allah ile insan arasındadır


Geçtiğimiz günlerde Diyanet İşleri Başkanı’nın bir açıklaması hayli tartışma yarattı. Şöyle dedi Başkan:

Hani ‘inanç sokakta olmasın, mahallede olmasın, insanın içinde olsun’ diye bir anlayış var ya. ‘İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın’… Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın oralar, âdeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.”

Başkan’ın sarf ettiği bu cümleler doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasası’nda yer alan laiklik maddesini hedef almaktadır. Anayasa’nın 2. Maddesi şöyle demektedir: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti’dir.

Esasında laiklik ilkesi Anayasa’nın daha başlangıç bölümünde düzenlenerek “…laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı…” açıkça ifade edilmiştir. Kanun koyucular laiklik ilkesinin sözcükten ibaret olmadığını, 24, 42, 58 ve 174. maddelerde Atatürk İlkeleri ve İnkılâpları doğrultusunda belirttiği kurallarla da ortaya koymuş, İslam dininin özelliği nedeniyle “kendimize özgü” bir tarifini yapmıştır. 174. Madde Türkiye Cumhuriyeti’nin İnkılâp Kanunlarını koruma altına almasıyla özel bir öneme sahiptir. İlave olarak bu madde ile bazı kıyafetlerin giyilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Yani Diyanet’in başının, üzerindeki dini kıyafetlerle orada burada gezmesi Anayasa’nın 174. Maddesi gereği yasaktır. Bu durumda patrik, papaz, haham, dede vb. din ve mezhep temsilcileri de diyanetin başını örnek göstererek kendi dinlerini temsil eden kıyafetlerle orada burada gezmeye kalksalar, kim itiraz edebilir?

Cumhuriyetimizin ve aynı zamanda da Diyanet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, laiklik konusunda: “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz…” demekte, bir başka konuşmasında ise: “ … Din ve mezhep hiçbir zaman politika âleti olarak kullanılamaz.” açıklamasında bulunmaktadır. Diyanet’in günümüzdeki uygulaması tam tersi değil midir?

Aynı zamanda da Sünniliğin temsilcisi olan günümüzün Diyanet’inin siyasetin her alanında kendini göstermeye ve müdahale etmeye çalıştığını görüyoruz. Başkan’ı ise bir siyasetçi edasıyla gittiği yerlerde fetvalar veriyor. Kurucusuna beddua ediyor, insanları ayrıştırmaya, ötekileştirmeye çalışıyor. Sarf ettiği sözlere gelecek olursak;

Esasından diyanetin başı “İnanç işte insan ile Allah arasında olsun” cümlesini kullanırken istemeden de olsa laikliğin tam tarifini yapmaktadır.

Evet, laiklik inancın / dinin Allah ile insan arasında olmasını düzenler ve işte bu nedenle devletlerin dini olmaz; devlet laik olur… Laik devlet, yönetimindeki halkın inancına karışmaz, tarafsız olur.  Herkes neye inanıyorsa onun gerekçelerini yerine getirir.

“İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın… diyerek ortalığı ayağa kaldırıyorlar.” diyen Başkan fena halde yanılıyor. Bir kere kimsenin ortalığı ayağa kaldırdığı yok. İkincisi din, insanın rahat etmesi için gelmiştir. Din, aynı zamanda da sosyal hayatı düzenler. Bugün yürürlükte olan kanunların hangisi Kur’an’da tam bir açıklıkla yer alan, sosyal hayata dair suçların cezalandırılmaları konusunda Kur’an’a aykırılık içerir? Kur’an’ı dikkatle okuyan herkes, kesinlik ifade eden ayetlerinde yasakların ve bunlarla ilgili cezaların tek tek sayıldığını, ancak yoruma açık (müteşabih) ayetlerinin çağa ve coğrafi konuma göre yeniden düzenlenmesine olanak sağlandığını görecektir. Aksi olsaydı Kur’an 1400 yıl önce indirildiği çağda donmuş olarak kalacaktı. Oysaki Kur’an, çağlar ötesi bir kitaptır ve yüce Yaratıcı her an yeni bir iş ve oluşta olduğundan, evrende her şey Allah’ın yaratılış kanunları gereği aynı şekilde değişmekte, yeniden oluşmakta ve genişlemektedir.  “O, her an yeni bir iş ve oluştadır.” (Rahman, 29)

İşte, her Kur’an mümini, inancını yaşarken Allah’ın emirlerine de uymak zorundadır. Hal böyle olunca da insan, yaşamına aldığı Kur’an ilkelerini evine, ticaretine, siyasetine, adaletine ve yargısına da yansıtacaktır. Nasıl yapacaktır görelim:
Kur’an:
– Bir tek Allah’a kulluk etmeyi emreder. O’ndan başkasına kulluk etmeyeceksin, O’na ortaklar koşmayacaksın, sadece ve sadece O’ndan korkacaksın, der. Bu şu demek; menfaat uğruna kimsenin önünde el etek öpmeyeceksin, doğruları savunurken başıma ne gelir diye korkmayacaksın. Çünkü sadece Allah’tan korkman gerektiğini bileceksin. Kur’an, pek çok ayetinde insanı şöyle uyarır: “Öyleyse dinine bir şey katmadan kulluğu Allah’a yap.”

– Ahlaklı olmayı emreder. Zina yapmayacaksın, çalmayacaksın, yalan söylemeyeceksin, dedikodu, gıybet yapmayacaksın, iftira atmayacaksın, alay etmeyeceksin, kimsenin ayıbını araştırmayacaksın, kendini de başkasını da öldürmeyeceksin, gözlerini yere indireceksin, (hem kadına hem de erkeğe, gözlerinizle kimseyi rahatsız etmeyeceksiniz) der.  

Adaleti dimdik ayakta tutmayı emreder. Düşmanın bile olsa aleyhte şahitlik yapmayacaksın, kin gütmeyeceksin, iftira atmayacaksın, tartıda hile yapmayacaksın, der. Hadi bunu biraz açalım: Geçmişte hep yaşadık; gizli tanıklarla ve yalancı şahitlerle insanların hayatları söndürülmedi mi? “Benden değilsen, dövülürsün, ceza da almazsın; benden olanı döversen cezalardan ceza beğenirsin” düşüncesiyle gerçekleşen olayları basından okumadık mı? Öldürülen kadınların, kızların kıyafetlerine bakıp, “o da böyle giyinmeseydi” diyerek yargısız infaz yapılmadı mı? “Camilerde içki içildi, başörtülü bacımıza saldırıldı” hezeyanları ispatlanabildi mi? Seçimlerde devlet kurumu eliyle hile ve baskı yapılmadı mı? Daha geçmişe gidelim; Alevi yurttaşların evleri yakılmadı mı -ki failleri ceza da almadı- Gayrimüslim vatandaşların dükkânları talan edilmedi mi? Siyasi konumlarını, ticarete âlet ederek, devleti soyanlar olmadı mı? İşte yakın zamanda yaşadık; kadın Ticaret Bakanı, kendi şirketinde ürettiği dezenfektanları fahiş fiyatla yine kendisinin temsil ettiği bakanlığa satarak, haksız kazanç elde etmedi mi? Bu konuda yargılandı mı? Tartıda hile yapmak sadece bakkalın, manavın terazisinin kefelerini denk tutmak anlamına gelmemektedir. Ticaretin her alanında hile yapmayacaksın anlamına gelmektedir. Rüşvet alan bakanlar Yüce Divan’a gönderildi mi? İktidarın vekillerine trafik cezası bile kesilemezken, yandaş müteahhitlerin vergi borçları silinirken, yandaş olmayan gazetecilere akreditasyon uygulanırken hangi adalet kavramından söz ediliyor? Diyanet’in başı bunlara karşı çıkıyor mu?

Anaya- babaya iyi davranmayı emreder. Yetimi- öksüzü itip kakmayacaksın, Akrabaya, çaresize, yolda kalana, yoksula yardım et; saçıp savurma, cimrilik de yapma; iyilik ve güzelliği özendir, kötülük ve çirkinliği sakındır.  Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme, yeryüzünde kasılarak yürüme. (Sen benim kim olduğumu biliyor musun?) Yürüyüşünde doğal ol, sesini alçalt. Namazı duayı yerine getir, zekâtı ver… Namazı sadece Allah için kılacaksın, (Cuma’lara birilerinin gözüne girmek için gitmeyeceksin) Hakkında bilgin olmayan şeyin peşine düşmeyeceksin.

Kim, Kur’an’ın bu saydığımız ve sayamadığımız, sosyal hayatı düzenleyen emirlerine yanlış diyebilir! Peki, bu emirlere uyan ahlaklı bir insan inancını, yaşamını evine, siyasetine, ticaretine, adaletine, yargısına kısaca toplumun tüm kesimine yansıtmış olmaz mı? Böyle bir insan, inançtan ayıklanmış bir insan mıdır? Kur’an’ın tüm yasakları zaten insan hayatını kolaylaştırmak için konulmamış mıdır? Bu yasaklar İbrahim dininde de Musa’nın tabletlerinde de yok muydu?

“Gerçek şu ki Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez.” (Ra’d, 11)
***
Diyanetin başı, neyi düzenlemeye ya da getirmeye çalışıyor? Taliban ya da IŞİD dinini mi?  Bu kişinin devlet kurumlarında arz-ı endam etmesini sağlamakla amaçlanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yeniden “şeyhülislamlık”  düzeninin getirilmesi mi? Ülkeyi, “Şeriat” düzeniyle yönetmek isteği mi, ki burada bahsedilen şeriat düzeni, Kuran’daki şeriat düzeni değil kendi din anlayışlarının dayattığı düzendir.

İnsan, kendini düzeltmeden toplumlar düzelmez. Suç işleyenler ceza almazsa, suçta caydırıcılık olmaz. Namazları insanı insan yapmıyorsa, o namazlar geçersizdir. Önce insanı eğiteceksiniz ki toplumun her kademesine adalet ve sevgi hâkim olsun. Elde kılıç ile mihraba çıkıp inerek bu işler başarıya ulaşmaz. Kur’an’ın kendi dilinden okunması engellendikçe, birileri çıkar ve kendi din anlayışını topluma dayatmaya çalışır. Bu kabul edilemez.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, laik bir devlettir ve öyle de kalacaktır.

Fazla uzatmadan biz susalım, Kur’an konuşsun:
“Bunların içinde oldukları din çökmüştür. Yapmakta oldukları şey boştur.” (Araf; 139)

Tülay Hergünlü – SMMM

 

 

Dinlemek için tıklayın


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir