Gece yürüyüşü (2)
Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz ikincisi ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk sekizinci sure olan “İsra” suresi anlatımı sürmektedir.
Biz onların, elçi Muhammed’i dinlerken “siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini iyi bilmektedir. Ardından daha önce de yer yer tekrarlanan şu ifade gelir: “Onlar ‘Biz kemik ve ufantılar olduğumuz zaman, doğrusu, biz yeniden yaratılıp diriltilecek miyiz?’ derler.” Muhammed peygamber yanıtlar: “İster taş, ister demir veya zihninizde büyüttüğünüz bir yaratık olun!” (Elmalılı: Muhakkak öldürülecek ve diriltileceksiniz.) Tekrar sorarlar: “Bizi kim geri getirir?” Peygamber yanıtlamayı sürdürür: “Sizi ilk defa yaratan. Şaşarak sana başlarını sallarlar ve ‘Peki, ne zamandır bu?” derler. De ki: “Yakında olabilir.”
Ardından şöyle denir: “Sizi çağırdığı gün, Onu överek, çağrısına gidersiniz ve (kabirlerinizde) az bir süre kaldığınızı sanırsınız.” Rab, insanı en iyi bilendir; dilerse acır, dilerse azap eder ve “Biz, seni onlara koruyucu/vekil göndermedik,” denir. Konu tekrar değişir.
Biz, “peygamberlerin kimini kimine üstün kılmış, Davud’a da Zebur’u vermiştir.” Üstünlük örneği, Yahudi kavminin kralı Davud’dur. Konu tekrar değişir ve “O’ndan başka, ilah olduğunu sandığınız şeyleri çağırın, size yardım etsinler. Onlar, ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar. Ve O’nun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.” cümleleriyle inkârcılara meydan okunur. Kıyamet gününden önce helak edilmeyecek ya da şiddetli azaba uğratılmayacak hiçbir kent/şehir (halkı) da yoktur ve bu Kitap’ta yazılıdır.
Arap kavmine; “evvelkiler mucizeleri yalan saymasalardı o istedikleri mucizeleri şimdi göndermeye bizim için hiçbir mani yoktu,” denir ve örnek olarak Semud kavmi verilir. Onlar, kendilerine mucize olarak verilen dişi deveyi boğazlayarak kendilerine yazık etmişlerdir; oysa Biz, “o mucizeleri ancak korkutmak için” gönderir. Bu ayetin (59) iniş nedeni Elmalılı tefsirinde, İbn Abbas’tan rivayetle şöyle verilmektedir: “Mekke ahalisi Safa’nn altın yapılmasını ve Mekke civarındaki dağların izale olunup kabili ziraat arazı yapılıvermesini istemişlerdi. Resulullah bunu Allah tealadan dileyince buyuruldu ki: İstersen yaparım ve lakin şu şart ile ki küfrederlerse evvelki kavimler gibi ihlak ederim. Bunun üzerine Resulullah onu istemem Yarabbi! Teenni (bir işi aceleye getirmeme durumu) arzu ederim dedi.”
Muhammed peygambere izafe edilen bu rivayet ne kadar doğrudur bilemiyoruz ancak anlatım, Tevrat’taki RAB ile onun elçileri arasındaki iletişimin âdeta bir örneğidir.
Biz, Muhammed peygambere, daha önceki bir vahyi hatırlatır. O vahye göre Rab, “ilim ve kudretiyle insanları kuşatmıştır.” Yine o vahye göre; Muhammed peygambere gösterilen rüya/temaşa (İsmail Hakkı İzmirli; Muhammed peygamberin Miraç gecesinde, Hudeybiye senesinde ya da Bedir senesinde gördüğü rüya, demiştir.) ve Kur’an’da lanetlenen ağaç (cehennemde biten ağaç ya da zakkum ağacı) sadece insanları sınamak için meydana getirilmiştir. Şöyle denir:
“Biz onları korkutuyoruz, ama bu, ancak onların büyük azgınlığını/taşkınlığını artırıyor.”
Ardından daha önce de birkaç kez verilmiş bir konuya geçilir. Biz; “meleklere: ‘Âdem’e secde edin” demiş, İblis ise “ben bir çamurdan yarattığın kimseye mi secde ederim,” demiş ve şu sözlerle pazarlık yapmıştır: “Eğer, kıyamet gününe kadar beni ertelersen, andolsun, onun soyunu, azı bir yana, ayartacağım/pek azı hariç, onun zürriyetini kendi buyruğum altına alacağım.” Bu istek onaylanır ve şöyle denir:
“Çekil git! Onlardan kim sana uyarsa, doğrusu, hepinizin karşılığı tam bir ceza olacak olan cehennemdir. Ve onlardan gücünün yettiğini sesinle ayaklandır, üzerlerine yayalarınla ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaatlerde bulun. Ancak, şeytan onları aldatmak için vadeder. Doğrusu, Benim kullarıma senin bir etkin olmaz. Rabbinin vekil ve gözetici olması elverir.”
Konu tekrar değişir ve şöyle denir: “Bolluğundan elde edesiniz diye, Rabbiniz sizin için denizde gemiler yüzdürür. Doğrusu, O size acımaktadır.” İnsan pek nankördür. Örneğin, denizde başına bir sıkıntı gelse O’ndan başka yalvardıkları ortadan kaybolur. Sonra O, insanı karaya çıkarsa, insan yüz çevirir. Anlatım şöyle sürer: “O’nun karada da sizi yere batırmasından veya üzerinize taş yağdırmasından güvende misiniz? Sonra, kendinizi savunan birini de bulamazsınız. Ya da, sizi tekrar denize döndürerek, kırıp geçiren bir kasırgayı üzerinize gönderip, inkâr etmenizden ötürü sizi suda boğmasından güvende misiniz? Sonra bu yaptığımıza karşı, bizim aleyhimize size yardım edecek bir koruyucu bulamazsınız.” Tekil-çoğul özne birlikteliği bu ayette de açıktır.
Biz, insanoğullarını şan ve şeref sahibi kılmış, onları karada ve denizde gezdirmiş, temiz yiyeceklerden onları rızıklandırmış ve onları yarattıklarının birçoğundan üstün kılmıştır. Kıyamet günü bütün insanlar önderleriyle çağrılacaktır. Kitabı sağdan verilenler kitaplarını okuyacak ve kıl kadar haksızlığa uğratılmayacaklardır ve şöyle denir: “Ve bu dünyada kör olan, ahirette de kör, yolca da daha sapkındır/gidişçe daha şaşkındır.” Sonrasında Muhammed peygamber uyarılır: “Bize karşı başka bir şeyi uydurman için, az kalsın sana vahyettiğimiz şeyden seni caydıracaklardı. O zaman seni dost edineceklerdi. Ve eğer, Biz seni sağlam tutmasaydık/biz sana sebat vermemiş olsaydık, andolsun, az da olsa neredeyse onlara yönelecektin. O durumda, muhakkak hayatın da, ölümün de azabını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın. Yakında seni yurdundan çıkarmak için, muhakkak ki rahatsız edecekler ve o takdirde onlar da senin ardından pek az kalacaklardır. Bu, senden önce gönderdiğimiz elçilerimizin yasasıdır. Bizim yasamızda değişiklik bulamazsın.”
Muhammed peygamberden “güneşin batmaya yüz tutmasından, gecenin kararmasına kadar” namaz kılması, tan ağarırken de okuması istenir. Tan ağarırken okumanın bilinçlenmeye yaradığı belirtilir. Ayrıca, gecenin bir kısmında da sadece kendine özgü bir nafile (artık) olmak üzere uykudan kalkması, onu okuması/gece namazı kılması istenir. “Belki de Rabbin seni övülecek bir makama (makam-ı mahmuda/şefaat makamına) yükseltecektir.” ifadesinden sonra şunu da demesi istenir: “Rabbim! Girilecek yere dürüst girmemi sağla, çıkılacak yerden dürüst çıkmamı sağla. Katından bana yardımcı bir yetki ver.”
Hak gelmiş/gerçek gelmiş, bâtıl/saçmalık yok olmuştur; bâtıl yok olmaya mahkûmdur. Biz, inananlara Kur’an’dan “şifa ve rahmet/acıma kaynağı olacak şey” indirmektedir. Bu, “zalimlerin de ancak zararını artırır.” Biz, insana iyilikte bulunduğunda “yüz çevirir ve yan çizer. Ona bir kötülük dokunsa, umutsuz olur.” Şöyle denir: “Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir.” Ardından gelen cümle ruhla ilgilidir ve şöyle denir: “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”
Muhammed peygamber şöyle uyarılır: “Dileseydik, sana vahyettiğimizi alıp götürürdük. Sonra, Bize karşı duracak bir koruyucu da bulamazdın. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak (biz bunu yapmadık). Gerçekten O’nun senin üzerindeki lütfu çok büyüktür.” Devamla, insanlar ve cinlerin, “Kur’an’ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile” benzerini ortaya koyamayacakları belirtilir.
Biz, “Kur’anda, insanlara her şeyden örneklerle türlü açıklamalarda” bulunmuştur; ancak “insanların çoğu nedense” inkârlarında ısrarcıdır. İnkârcılar şöyle derler: “Bize yerden bir kaynak fışkırtmadıkça, Veya senin hurmalıkların, bağların olup aralarından ırmaklar fışkırtmadıkça, Yahut da sandığın gibi, göğü tepemize parça parça düşürmedikçe, ya da Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe, Veyahut altından bir evin olmadıkça, yahut göğe çıkmadıkça, sana inanmayacağız ve okuyacağımız bir kitabı bize indirmedikçe göğe çıkmana da inanmayacağız.” Burada şunu sorabiliriz: Aynı bölgede yaşayan Yahudi kavmi, Tevrat ve İncil’deki “mucize” anlatımlarla uyarılmışsa, neden Arap kavminin istekleri yanlış bulunmaktadır?
Muhammed peygamber yanıtlar: “Rabbimi tenzih ederim. Nihayet ben de, peygamber olan bir insandan başka bir şey değilim.” Biz de şöyle der: “Kendilerine doğru yolu gösteren peygamber gelince, insanların iman etmelerine engel olan sebep sadece: ‘Allah bir insanı mı Peygamber gönderdi?’ demeleridir. Eğer, yeryüzünde yerleşip dolaşanlar melek olsalardı, Biz de onlara gökten elçi olarak bir melek gönderirdik.”
Bu durumda, Tevrat’taki RAB’bin ve İncil’deki İsa’nın “mucizleri” nasıl açıklanacaktır?
Ardından, Biz’in yukarıdaki; “Kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Ve kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur.” kuralının, seçim hakkının değiştiğini, iplerin göklerin elinde olduğunu görmekteyiz. Şöyle denir: “Ve Allah kime doğru yol göstermişse/hidayet vermişse, o doğru yolundadır. Kimleri de sapkınlıkla bırakmış ise/hidayetten uzak tutarsa, onlara artık Allah’tan başka dostlar bulamazsınız.” İnkârcıların; “diriliş günü/kıyamet günü yüzükoyun, körler, dilsizler ve sağırlar olarak” toplanacağı, yurtlarının cehennem olacağı bildirilir. Biz; “ateş azaldıkça onlara alevi” artıracaktır. Bunun nedeni Biz’in ayetlerinin inkâr edilmesi ve “biz kemikler ve ufantılar/ufalanmış toz olduğumuzda da mı, yeniden yaratılarak diriltileceğiz,” demeleridir. Biz; “gökleri ve yeri yaratan Allah’ın, onların benzerlerini de tekrar yaratabileceğini görmüyorlar mı,” diye sorar ve Muhammed peygamberden, “eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, fakirlik korkusunu yine de elden bırakmazdınız. Doğrusu insan çok cimridir,” demesini ister. Ardından konu yine Musa ve İsrailoğullarına gelir.
Biz, Musa’ya “apaçık dokuz mucize” vermiştir. Musa İsrailoğullarına geldiğinde Firavun ona, “Ey Musa! Ben senin büyülenmiş olduğunu sanıyorum,” demiş, Musa da onu; “Ey Firavun! Pekâlâ bilirsin ki, bu mucizeleri, birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi. Ey Firavun! Ben de senin yok olacağını sanıyorum,” diyerek yanıtlamıştır. Bunun üzerine Firavun onları ürkütüp Mısır’dan sürmek isteyecek, Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğacak, İsrailoğullarına da “siz ülkede yerleşin, sonraki sözün/kıyametin vakti gelince, hepinizi karma bir topluluk olarak getiririz” diyecektir. Devamında konu değişir.
Biz şöyle der: “Ve onu gerçek olarak indirdik ve o da gerçekten indi. Seni yalnız müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Ve Kur’an’ı, insanlara ağır ağır okuman için bölümlere ayırdık ve onu aralıklarla indirdik.”
Ardından Muhammed peygamberden, söylemesini istedikleri sıralanır. Ona (Kur’an) ister inanılsın ister inanılmasın, o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar yüzleri üzerine secdeye kapanmışlar, “Rabbimiz uludur. Doğrusu, Rabbimizin verdiği söz yerine gelecektir,” demişler ve ağlayarak yüzleri üzerine kapanmışlardır. Kur’an, onların teslimiyetlerini/bilinçli saygılarını artırmıştır. İster Allah ister Rahman diye çağrılsın, en güzel isimler O’nundur. Sure şu buyruklarla sonlanır: “Yakarışında/namazında sesini yükseltme, sesini pek de kısma, ikisi ortası bir yol bul. Ve de ki: ‘Övgü, çocuk edinmemiş olan, egemenliğinde ortağı bulunmayan, güçsüzlükten ötürü bir yardımcısı olmayan Allah’adır. Onu yücelttikçe yücelt.”
İsra suresinin anlatımı tamamlanmıştır. Mekkî surelerle ilgili başlattığımız çalışma devam edecektir…
Canan Murtezaoğlu