Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Gece yürüyüşü (1)


Musa-Firavun-Karun üçlüsünün yoğun olarak yer aldığı önceki yazımızda; kim yönetecek kavgasının insanlık kadar eski olduğunu, bu kavganın, dinsel metinlerde göklere bağlanmış olarak karşımıza çıktığını,  göklerin yol ve yönteminin de insanoğlunu hâlâ güttüğünü yazmıştık.

Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz ikincisindeyiz.

İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk sekizinci sure “İsra” dır. (Gece Yürüyüşü) Sureye “Sübhan” veya “Sure-i Benisraîl” de dendiğini yazan Elmalılı, “isra” kelimesinin kökenini “gerek piyade gerek süvari olsun gece yürüyüşü demektir,” şeklinde açıklar. Surede geçen göksel kavramlar Biz, Rab ve Allah’tır. Sure: “Kulunu geceleyin Saygın Mescid’den (Mescid-i Haram) bir kısım belgelerimizi/ayetlerimizi kendisine göstermek için, çevresini bereketli kıldığımız en uzak tapınma yerine (Mescid-i Aksa) götüren Zat yücedir. Doğrusu, O, işitendir, görendir.” cümlesiyle başlar. Mescid-i Haram, Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescit, Mescidi Aksa da Beyt-i mukaddes’tir. (Beyt-i Makdis)

İsra olayını takiben başladığı kabul edilen “miraç,” kelime olarak, “yukarı çıkma vasıtası, merdiven, demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder.” (TDV, İslam Ans.) İslam kaynaklarında bu olaya ait yer alan açıklamalar rivayet yorumlardır. Muhammed peygamber kat kat gökyüzünü geçmiş, her birinde bir İbrani peygamberi selamlamış, cenneti-cehennemi görmüş, Musa’nın önerisiyle namazla ilgili olarak Allah’la pazarlık yapmış, farz kılınan elli namaz bu pazarlık sonucu beşe inmiştir. Kimi yoruma göre Muhammed peygamberin ruhu bedeninden ayrılıp tekrar bedenine girmiştir; kimi yoruma göre de bu gece yürüyüşü ile Peygamber’e ayet gösterilmişse de amaçlanan, Peygamber’in, kendisinin bir ayet olarak kâinata gösterilmesidir. Rivayetlerde öne çıkan ise yine Yahudi peygamberlerin üstünlüğüdür ve sure, Yahudi peygamberleri ve kavimleri ile devam eder.

Musa’ya kitap verilmiş ve İsrailoğulları için hidayet rehberi/doğruluk göstergesi kılınmıştır. Nuh’la birlikte gemiye taşınarak kurtarılanların soyuna hitap edilir ve Nuh’un çok şükredici bir kul olduğu söylenir.

Biz, Kitap’ta/Tevrat’ta İsrailoğullarına, “andolsun siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz,” diye bildirmiştir. Birinci fesadın “vakti geldiği zaman, pek güçlü olan kullarımızı üzerinize saldık ve yurtlarınız arasında dolaştılar. Bu yerine getirilecek bir söz verme idi. Sonra sizi onlara üstün getirdik/o istilacılar üzerine galip kıldık. Size mallar, oğlanlar verdik ve sizin sayınızı artırdık,” diyen Biz şunu da ekler: “İyi davranırsanız kendinize iyi davranmış olursunuz; eğer kötü davranırsanız kendinize olur.” Diğer fesadın/sözün vakti gelince de Biz düşmanları tekrar gönderecektir. Şöyle denir: “Suratlarınızı ekşitecek/yüzünüzü karaltacak, ilk defa tapınağa/Beyt-i Makdis’e girdikleri gibi girecek ve ele geçirdiklerini yerle bir edeceklerdir.” Biz, cehennemi kâfirler/inkârcılar “için kuşatıcı bir zindan” yapmıştır.

Ardından konu değişir. En doğru yolu gösteren Kur’an, Biz’in, “yararlı işler işleyen inananlara büyük ödül olduğunu ve sonraya inanmayanlara acı azap” hazırladığını bildirir. İnsan, acelecidir; hayrın/iyiliğin gelmesine dua ettiği gibi kötülüğün gelmesine de dua eder. Biz, gece ve gündüzü iki simge yapmıştır. Şöyle denir: “Gecenin simgesini silip gündüzün simgesini aydınlatıcı yaptık ki, Rabbinizin bolluğunu arayın ve yılların sayısını ve hesaplamayı bilin. Her şeyi uzun uzadıya açıklıyoruz.”

Her insanın amel defteri boynuna asılmıştır. Kıyamet günü “açılmış bulacağı kitabı önüne” çıkarılacak ve “kitabını oku, bugün, kendi hesabını kendin görmen yeter/hesap görücü olarak sana nefsin yeter,” denecektir.

Biz, şu kuralı açıklar: “Kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Ve kim de saparsa, ancak kendi zararına sapmış olur. Ve sorumlu olan başkasının sorumluluğunu çekmez/Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Ve elçi göndermedikçe azap edecek değiliz.”

Seçim yapma durumu, insanın kendisine bırakılmış gibi görünse de ardından gelen ifadeler farklıdır. Şöyle denir: “Biz bir ülkeyi/kasabayı yok etmek istediğimiz zaman, peygamber lisanıyla onların refah ve nimet sahiplerine/şımarık varlıklılarına/görkemlilerine emrederiz, onlar itaat etmeyip orada kötülük işlerler/bozgunculuk yaparlar. Böylece onlara karşı verilen söz gerçekleşir/Artık onlar azabı hak ederler. Sonra biz de orasını yerle bir ederiz.”

Bu 16. ayet, günümüz dünyasında; bozuk giden düzenlere, haksızlıklara, hukuksuzluklara, adaletsizliklere, eşitsizliklere karşı kimi inananlarca umut ışığıdır ancak “yerle bir edilmek” binlerce yıldır yaşanmadığı için bu düşüncenin; âleme nizam verenler ve gücü elinde tutanlar için pek bir anlamı yoktur.

Biz, Nuh’tan sonra nice kuşakları yok etmiştir. Biz, çabuk geçen bu dünyayı isteyenlerden dilediklerine burada çabukça verir; sonra da cehennemi ona ayırır. O da “yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya yaslanır.” Ahireti isteyene de “mümin olarak/inanmış olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa” karşılığı verilir. Dünyayı isteyenlere de ahireti isteyenlere de Rabbin ihsanından/bahşişinden verilir; Rabbin bağışı kısıtlı/yasak kılınmış değildir. Muhammed peygambere; “öyle ise Allah’la beraber başka tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve yüzüstü bırakılmış oturursun,” dendikten sonra anne-babalar için şu emirler verilir:

“Ve Rabbin, yalnız Kendisine tapmanızı ve ana babaya iyi davranmanızı buyurdu. Eğer, ikisinden biri veya her ikisi senin yanında kocayacak olursa, onlara ‘Öf’ bile deme ve onları azarlama, onlara yumuşak söz söyle. Ve onlara acıyarak, alçak gönüllülük kanatlarını ger/acıyarak tevazu kanatlarını indir ve ‘Rabbim! Küçükken beni büyüttükleri gibi Sen de onlara acı’ de.”

Burada “Oku!” adlı çalışmamdan bazı satırları paylaşacağım. (Kitapçık, Türkçe ve İngilizce olarak vatandaşokuması adlı sitemizde okuyucuya açıktır.) Yalnız Allah’a tapılması buyruğunun ardından anne ve babaya saygı gösterilmesi ve hizmet edilmesi gerektiğini belirten Kur’an, anne ve babamızın yanımızdaki ihtiyarlık durumu ile küçüklüğümüz arasında bağ kurmamızı istemekte ve bize, hayatın akışı içinde geride bıraktığımız anne ve babamız için çok hassas bir görev ve ödev yüklemektedir.  Günümüzde anne-babaları yanlarında yaşlanan aile sayısı azalmış, yaşam koşulları, çalışma hayatı, vs. gibi nedenlerle geniş aile kavramı, yerini çekirdek aileye bırakmıştır. Bu durumun yararlı olup olmadığı tartışılabilir ancak geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanlar arasında sığınılan sevgi dolu limanlar azalmakta, anayurdun sıcaklığından yoksun kalınmaktadır. “Öf!” bile denmemesi istenen yaşlı, artık büyük çoğunlukla bakım evinde ömrünü tamamlamakta, bebek ya da çocuk da kreşte yaşamı öğrenmeye çalışmaktadır. Sureden devam edelim…

Rab, içimizden geçenleri çok iyi bilir. İyi/yararlı kimseleri, kendisine tövbe edenleri bağışlayıcıdır. Devamla uyulması gereken ilkeler sıralanır: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma. Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir.” İnsandan istenen; elini boynuna asıp bağlamaması yani cimri olmaması ancak onu büsbütün de açıp saçmaması yani israf etmemesidir ve “aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın,” denir. Rab, “dilediği kimsenin rızkını genişletir ve dilediğini kısar.” Yoksulluk korkusuyla/geçim korkusuyla çocuklar öldürülmemelidir. Şöyle denir: “Sizi de onları da Biz rızıklandırıyoruz. Doğrusu, onları öldürmek büyük günahtır.” İlkelerin anlatımı sürer…

Zinaya yaklaşılmamalıdır çünkü “o, çirkin bir iştir ve ne kötü bir yoldur!”

Allah’ın saygın kıldığı cana haksız yere kıyılmamalıdır. Biz, “haksız yere öldürülenin velisine bir yetki” vermiştir ve “artık, o da öldürmekte aşırı” gitmemelidir “ne de olsa yardım görmüştür.”

 Konu yetimlere gelir.  “Erginlik çağına ulaşana kadar, yetimin malına” yaklaşılmamalıdır; “ancak rüşdüne erinceye kadar en güzel bir şekilde yaklaşabilirsiniz. Ahdi/sözleşmeyi de yerine getirin. Çünkü verilen sözde elbette sorumluluk bulunuyor,” denir. “Oku!” adlı çalışmamızdan şu satırları da verelim. Öksüz; annesi veya hem annesi hem babası ölmüş, yetim ise babası ölmüş kişi/çocuktur. Bir anlamıyla da kimsesizdir öksüz ve yetim. Yetim de öksüz de erginlik çağına ulaşana kadar topluma emanettir; en güzel şekilde eğitilmeli, gözetilmelidir. Mustafa Kemal Atatürk, “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” ifadesiyle, halkçı bir Cumhuriyet’e ve sosyal devlet anlayışına işaret etmiştir. Yerel yönetimler ve kuruluşlar destek olsalar da yetimden, öksüzden, yoksuldan, yoksundan asıl ve birinci derecede sorumlu olması gereken devlettir.

İlkelerin anlatımı sürer: “Ve ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam tutun ve doğru terazi ile tartın. Böyle yapmak sonuçta daha güzel ve daha iyidir. Ve bilgin olmadığı şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar. Ve yeryüzünde böbürlenerek/kibir ve azametle yürüme, doğrusu, yeri delemezsin/ yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.” Tüm bu sayılanlar, Muhammed peygambere vahyedilen bilgelikler/hikmetlerdir ve Elçi uyarılır: “Sakın, Allah’la beraber başka tanrı edinme, yoksa yerilmiş ve kakılmış olarak cehenneme atılırsın.”

Ardından doğrudan Arap kavmine hitap edilir: Rabbiniz oğulları size özel kıldı da, melekleri dişi olarak kendisine mi alıkoydu? Doğrusu, siz büyük söz söylüyorsunuz.” Biz,  Kur’an’ı, hatırlayıp anlamaları için/akıllarını başlarına almaları için” türlü biçimlerde anlatmaktadır “fakat bu, sadece onların kaçışını/nefretini” artırmaktadır. Elçi Muhammed’den şunu söylemesi istenir: Eğer, onların dedikleri gibi O’nunla beraber tanrılar bulunsaydı, o durumda hepsi arşın sahibi olmaya yol ararlardı. O, onların söylediklerinden ne kadar uzak! O, yücedir, uludur. Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O’nu yüceltirler. O’nu övgüyle yüceltmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların yüceltmelerini/tespihlerini anlamazsınız. Şüphesiz O, halimdir, (sabırlı, temkinli) çok bağışlayandır.”

Muhammed peygamber Kur’an okuduğu zaman Biz, onunla, ahirete “inanmayanların arasına görünmez bir perde” çeker; Kur’an’ı anlamalarına engel olmak için kalplerinin üzerine perdeler geçirilir, kulaklarına da bir ağırlık verilir. Kur’an’da yalnız Rab anıldığı zaman da “ürkerek arkalarına döner kaçarlar.”

Yaratan’ın, yarattığının önce elini kolunu bağlaması, sonra da hesap sorması ne anlama gelmektedir?

İsra suresi anlatımı sürecektir…

Canan Murtezaoğlu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir