Çocukken bile “çökme” di!
Atatürk’ün mahalle ve çocukluk arkadaşı Asaf İlbay, anılarında onun çok küçük yaşta bile kişilikli bir çocuk olduğundan bahsetmiştir. O günlerin Selanik mahallelerinde çocukların vazgeçilmez oyunu “mancık” tır. Bir tür “birdirbir” olan mancıkta kişi eğilir, diğerleri sıra ile onun üzerinden atlar. Mustafa bu oyuna katılmaz ancak izlemeyi sever. Bir gün yaka paça oyuna dahil edilir ve herkesin üzerinden atlar ancak sıra kendine geldiğinde eğilmez, dimdik durur ve hadi atlayın, der. Başını yere doğru eğmesi gerektiğini söyler arkadaşları. Cevap, “Ben eğilmem, böyle atlarsanız, atlayın,” olacaktır. İlbay; “Bir türlü başını eğmeye razı edemedik.” diye anlatacaktır.*
Başını asla eğmeyen çocuk Mustafa, bu kişilik özelliğini her daim koruyacak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurma sürecinde hem içerideki ihanete hem de dışarıdan gelen yayılımcılara (emperyalistler) karşı başını daima dik tutacaktır. Başarısının arkasında bu “dik duruş” vardır.
***
İlk öğrenimine annesinin isteği üzerine Hafız Mehmet Efendi’nin mahalle mektebinde başlayan Mustafa çok geçmeden, bu defa da babasının isteği üzerine, çağdaş eğitim veren Şemsi Efendi Mektebi’ne geçer. Bu geçişin anısını yıllar sonra şöyle anlatacaktır Mustafa: “Çocukluğuma dair ilk hatırladığım şey, mektebe gitme meselesine dairdir. Bundan dolayı annemle babam arasında şiddetli bir mücadele vardı.” **
Mustafa bu ilkokulu sevecek, Şemsi Efendi de bu yeni öğrencisinin yetenek ve zekâsını takdir edecektir. Ancak okulda, güzel yazı dersi öğretmeni Çopur Hafız Emin Efendi çocukları yere oturtarak dizleri üzerinde yazı yazdırmaktadır. İlkokul öğrencisi Mustafa bu duruma karşıdır ve bir gün derste aniden ayağa kalkar. Hoca oturmasını ister, Mustafa dizlerinin ağırdığını söyler ancak Hoca’nın, “Sana otur diyorum!” cümlesiyle azarlanır. Mustafa kıpkırmızı kesilir ve “Oturmayacağım!” diye bağırır. Hoca, “Bana isyan mı ediyorsun,” deyince de “Evet, isyan ediyorum,” der. Diğer öğrenciler de hep bir ağızdan “Biz de isyan ediyoruz,” diye bağırınca Çopur Hafız hatasını anlar ve meseleyi kapatır.
Küçük yaştaki bu “ayağa kalkış”, baskı ve dayatmaya karşı bir ayağa kalkıştır. O küçük beden içinde o gün kendini gösteren, baskıya, zulme isyan eden büyük ruh, günü geldiğinde tüm Anadolu’yu saracak ve yeni bir devletin doğmasına vesile olacaktır.
***
Babasının ölümü üzerine Selanik’ten ayrılmaları, Langaza’da, annesinin üvey dayısı Hüseyin Ağa’nın kâhya olarak çalıştığı Rapla çiftliğine sığınmaları yine sıkıntılı bir dönemdir. Anne Zübeyde için ise oğul Mustafa’nın tahsili her şeyden önce gelmektedir ve tekrar Selanik’e dönerler. Mustafa, Selanik Mülkiye Rüştiyesi’ne kaydolur ancak yıl dolmadan buradan ayrılır ve kendi istek ve kararı ile Selanik Askeri Rüştiye’sine girer. Henüz on iki yaşındadır.
Sivil bir ortaokul olan Selanik Mülkiye Rüştiyesi’nde ne yaşanmıştır?
Mustafa, sınıfta bir arkadaşıyla biraz dalaşır. Kaymak Hafız lakaplı matematik öğretmeni bu durumu görünce Mustafa’yı fena halde hırpalar. Mustafa’nın daha sonra anlattığına göre vücudu kan içinde kalmıştır. Ancak nasıl Çopur Efendi’nin hakaretine isyan etmişse burada da Kaymak Hafız’a tahammül göstermez, okuldan ayrılır ve bir daha da gitmez.
Mustafa Kemal Atatürk, verdiği mücadele boyunca da insan haysiyetiyle bağdaşmayan hiçbir olayı, ister düşmanı ister dostu olsun, kabullenmeyecektir.
Mustafa 1893 yılında kendi çabasıyla Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girer. Annesi asker olmasına karşıdır. Atatürk anılarında şöyle diyecektir. “Annem asker olmama şiddetle engel oluyordu. Kabul imtihanı zamanı gelince ona sezdirmeden kendi kendime askerî rüştiyeye imtihan verdim. Böylece anneme karşı bir emrivaki (olupbitti) yaptım.”**
Yaşı küçük ancak dirayeti büyük Mustafa, yolunu seçmiştir.
Yeni okulunda; aritmetik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa, Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Naki ve jimnastik öğretmeni Teğmen Hasip gibi değerli hocalar vardır. Bunlardan aritmetik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa, genç öğrencinin üstün yeteneklerini ve zekâsını fark ederek kendisine “Kemal” ismini hediye eder. Yaşının çok üstünde bir olgunluğa sahip olan Mustafa için “Kemal” ismi çok yerinde bir seçim olacak ve günü geldiğinde dost-düşman bütün dünya “Mustafa Kemal” ismini öğrenecektir.
Zaman, “vatan” kelimesinin okullarda yasaklandığı, istibdatla özdeşleşen yani hakkın ve özgürlüğün bulunmadığı tek adam yönetiminin temsilcisi Sultan Abdülhamit’in başında olduğu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş ve dağılma sürecine girdiği zamandır.
***
Yıl 2021… O günlerin üzerinden yüz yıldan fazla zaman aktı, geçti. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılında; lideriyle bütünleşen millet bir efsane yarattı. Ardından Türkiye Cumhuriyeti birçok bâdire atlattı. Bölgeler arası farklılıklar hiçbir zaman kapanmadı. İnsan hakları, hukukun işleyişi, ekonomi ve eğitim hiçbir zaman istenilen boyuta ulaşamadı. Gelen gideni arattı. Bütün bunların temelindeki ana neden ise çok açıktı:
Çocuk Mustafa’nın sergilediği “dik duruş”, 1938’den sonraki devlet ve hükümet yöneticileri ve de siyasetçiler tarafından sergilenemedi. İstisnalar elbette oldu ancak yetemediler. Cumhuriyet’in kurucu değerleri örselendikçe bu “dik duruş” da örselendi. Önce kırılmalar yaşandı, ardından çatlamalar başladı. Hasan Âli Yücel’in ifadesiyle dava “sağ-sol değil, gericilik-ilericilik” davasıydı. Günümüzde ülkenin içine düştüğü/düşürüldüğü durum ise artık “çökme” olarak ifade ediliyor.
Yönetilemeyen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her alanına birilerinin “çökmesi” ise ibretle izleniyor!
Canan Murtezaoğlu
Yararlanılan Kaynaklar:
* Erol Mütercimler; Fikrimizin Rehberi, Alfa, s.45
**Şevket Süreyya Aydemir; Tek Adam, Remzi Kitabevi, s. 44 ve 52