Ahlak yenir mi içilir mi?
Ahlak ne yenir ne içilir ancak bir toplumun ilerlemesi için üzerinde durulması gereken bir kavramdır. Kelime anlamı; bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre olarak veriliyor. (TDK) Oldukça sınırlı bir tanım. İnsanlığın ortak kabulleri olan, çalmamak, yalan söylememek gibi iyi ahlak kuralları ilk akla gelenler ancak bu eylemlerin, farklı coğrafyalar/toplumlar/aileler/bireyler için farklı anlamlara geldiği de bilinmektedir. Bir “yapı” nın ahlak anlayışı bir diğeri için geçerli olmayabilir.
Ahlak, insanın doğasından gelen huylar, insanın bir gerçeği, fıtratının bekçisi, ortaya koyduğu iradesidir diye de tanımlanabilir ve bunlar olumlu ya da olumsuz olabilirler.
Bir çocuğun iyi-kötü, doğru-yanlış gibi kavramlarla ilk tanıştığı yer ailesi, sonra da okuludur. ‘60’lı yılların öğrencilerinin “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersleri vardı ve seçmeliydi. “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara/Düve,256) ayetinin gereği de zaten buydu. Amaç; din adına, ahlak adına bilgi vermek, uyanış için genç beyinlerde bir yol açabilmekti. Ahlak ve dinin ayrı konular olduğu, özdeş olmadıkları o devrin eğitimcileri tarafından bilinmekteydi. 1928’den 1940’ların sonuna kadar müfredata dahil edilmeyen din dersi, sonrasında seçmeli bir ders oldu. Ancak, “12 Eylül” ün ardından kabul edilen 1982 Anayasası kapsamında din dersi, okullarda zorunlu hale geldi.
Zorunlu oldu da ne oldu?
Toplum “dindarlık” ya da “iyi ahlak” konusunda bir gelişme mi gösterdi; daha mı dindarız, daha mı ahlaklıyız, ya da işin neresindeyiz? Bu sorunun cevabı elbette kişiden kişiye değişecektir.
Kur’an’da ahlâk kelimesi, kelimenin tekili olan “huluk” kelimesi olarak sadece iki yerde geçer. İlginçtir ki, ahlak anlamında geçtiği tek yer Hz. Muhammed’e hitaben; “Ve doğrusu sen büyük bir ahlak üzeresin.” (Kalem,4) cümlesindedir. Diğeri ise, gelenek anlamındadır; “Bu durum öncekilerin huyudur…” (Şuara/Şairler,137)
Kur’an, “İyilik yapmakta ve saygın olmakta yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlık yapmakta yardımlaşmayın.” (Maide/Sofra,2) cümlesi ile “iyi ahlak” adına nasıl yürünmesi gerektiğini açıklıkla veriyor ancak biz yine de din ve iyi ahlak ilişkisine, bazı örneklerle biraz daha yakından bakalım…
“bollukta ve darlıkta vermek, öfkeyi yutmak, insanların kusurlarını affetmek” (Al-i İmran/İmran Ailesi, 134)
“kaba ve katı yürekli olmamak, affetmek, başkaları için bağışlanma dilemek, danışmak” ((Al-i İmran/İmran Ailesi, 159)
“kötülükten sakındırmak” (Maide/Sofra,79)
“hainlik etmemek” (Enfal/Ganimetler, 58)
“arınmak” (Tâ-Hâ/Ey İnsan, 76)
“bolluk ve genişlik sahibi olunduğunda yakına, düşküne ve göç edene vermek” (Nur/Aydınlık,22)
“iftira atmamak” (Nur/Aydınlık,23)
“faydalı öğüt vermek” (Abese/Kaşları Çatma,4)
“saygı duyarak gelene, ilgi göstermek” (Abese/Kaşları Çatma,8-10)
“kendi kendini yeterli görmekten sakınmak” (Alâk/Yapışkan,7)
Kur’an ayetlerindeki ahlaki duyarlılığa baktığımızda, dinin temel amacının ahlaklı kişiler yetiştirmek olduğunu görebiliriz; iddia budur. Ancak bu, mümkün olabilmiş midir? İbadet ettiğini ya da iman ettiğini söyleyen her kişi “iyi ahlak” sahibi midir? Aynı soru, herhangi bir dine mensup ya da bir yaratıcının varlığına inanmayan kişiler için de geçerlidir.
Aşırılıktan kaçınmak, atacağımız her adımda denge unsurunu gözetebilmek de bir “iyi ahlak” göstergesi olabilir mi? Yaratıcı’nın; İslam adına ibadet edenlerden her gün; “bizi dosdoğru, sapmaz, şaşırtmaz yola ilet” demelerini istemesi “iyi ahlak” a bir çağrı mıdır? Bu dosdoğru yol, “iyilik üretmek” le elde edilebilir, diye düşünmekteyim. Bunun için de sadece düzen koyucu hukuk kuralları ile yetinilmemeli, yakın çevreden başlayarak “iyilik” için sürdürülebilir adımlar da atılmalıdır. Durgun su yüzeyine atılan taşlar gibi dalga hareketi yaratacak olan bu adımların, zaman içinde toplumda yayıldığı ve kötülüğü savmada etken oldukları görülecektir. (“OKU!”, s.35)
Allah’la ilişkimiz iman ve ibadet olarak kabul edilirse; insanın insanla ilişkisi ahlak ve hukuk yoluyla vardır, diyebiliriz. Bireyin bilinç seviyesi yükseldiğinde, kendisine ve çevresine olan duyarlılığı arttığında, dizginleri egosunun elinden aldığında, toplumda ahlaken yükselme başlayacak ve hak/hukuk adına yaşanan olumsuzlukların belki de büyük ölçüde önlendiği görülebilecektir.
İşin özü, insan olmak için ahlak hep vardı, hep de olacak… Kutadgu Bilig’den bir beyit verelim:
“İnsan ol, insanlara karşı insanlık yap;
insan vasfını kendin için en yüksek unvan olarak taşı.”
(beyit,5789)
Canan Murtezaoğlu