Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

“Musa’nın tanrısına çıkayım da bakayım” (2)


Mekkî surelerle ilgili yaptığımız vatandaş okumamızın otuz birincisi ve İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre kırk yedinci sure olan “Kasas” suresinin anlatımı devam etmektedir.

Biz, “düşünüp öğüt alsınlar diye, sözü (vahyi) birbiri ardınca” ulamıştır. Kendilerine Kur’an’dan önce Kitap verilenler Kur’an’a inanırlar. Onlara (Kur’an) okunduğu zaman ‘O’na iman ettik. Çünkü o, Rabbimizden gelmiş hakikattir. Esasen biz daha önce de müslüman idik/içtenlikle boyun eğmiş kimseleriz’ derler.” Onların, sabretmelerinden dolayı ödülleri iki kat olacaktır; “onlar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da verirler.” Onlar boş/yakışıksız söz işittiklerinde şöyle derler: “Bizim işlediğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size esenlik olsun, bilmezlerle ilgilenmeyiz.”

Furkan suresinde Rahmanın kullarını tanıtan ayetlerin de benzer ifadeler içerdiğini okumuştuk.

Muhammed peygambere; sevdiğine doğru yolu gösteremeyeceği/hidayete eriştiremeyeceği, ancak Allah’ın dileyene doğru yolu göstereceği ve “doğru yola gelecekleri” de en iyi O’nun bildiği söylenir. Kavminin, “biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız,” demesi üzerine Biz sorar: “Onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere yerleştirmedik mi?” Toplumun soruları Elçi Muhammed tarafından vahiy olarak yanıtlanmaktadır.

Biz, yaşayışları/hoş geçinmeleri yüzünden şımarmış nice kentleri helak etmiştir. “Kendilerinden sonra oralarda pek az oturulabilmiştir.” Onlara varis olan Biz, şöyle der: “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi memleketlerin ana merkezlerine göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim olan memleketleri helâk etmişizdir.”

Kutsal metinlere göre zulmün ölçüsü gönderilen elçinin toplum tarafından sorgulanması ve kabul görmemesidir. Bu ifade Tevrat’la başlayan, İncil’le süren ve Kur’an’la sonlanan süreç için mi geçerlidir ya da helak etme ile anlatılmak istenen nedir? Örneğin atom bombası ile yok edilen şehirlerin insanları zalim miydi ya da doğal âfetlerde hayatını kaybeden herkes zalim midir? Saldırıya uğrayıp yok edilen bir ülke insanının hepsi zalim midir? Bu durumda zulmün ölçüsü nedir?

Ardından konu değişir. İnsana verilen “herhangi bir şey dünya hayatının bir geçimliği ve süsüdür. Allah katında olan ise daha iyi ve daha kalıcıdır.” Burada şu kıyaslama yapılır: “Şu halde, kendisine güzel bir vaatte bulunduğumuz, ardından ona kavuşan kimse, (sırf) dünya hayatının geçici zevkini yaşattığımız ve sonra kıyamet gününde (azap için) huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?”

Kıyamet günü onlara: Benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz, hani nerede?” sorusu sorulacaktır. “Haklarında azaba itilme hükmü gerçekleşen kimseler” şöyle diyecektir: “Rabbimiz! Şunları biz azdırdık. Kendimiz azdığımız gibi onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp sana geldik, zaten onlar bize tapmıyorlardı.” Onlara, “ortaklarınız çağırın” dendiğinde onlar da çağırır “ama kendilerine cevap vermezler ve karşılarında azabı görürler.”

O gün onlara, “elçilere/peygamberlere ne cevap verdiniz,” diye seslenilir. “O gün, haberler onlara körelmiştir/kapkaranlık olmuştur; birbirlerine de soramazlar.” Başarıya ulaşanlar arasında bulunması umulan da “pişman olan, inanan ve yararlı iş işleyen kimse” dir. Şöyle denir: “Rabbin, dilediğini yaratır ve seçer. Onların seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir. Rabbin, onların, sinelerinde gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilir.”

Allah’tan başka Tanrı olmadığı vurgulanır ve  “önünde de, sonunda da hamd O’nundur, hüküm O’nundur. Ve ancak O’na döndürüleceksiniz,” denir. Devamında gece ve gündüz üzerinden şu uyarılar yapılır: “Eğer Allah geceyi üzerinize kıyamete/dirilişe kadar sürekli kılsa, Allah’tan başka size bir ışık getirebilecek tanrı kimdir? … Eğer Allah gündüzü üzerinize dirilişe kadar sürekli kılsa, Allah’tan başka hangi tanrı, içinde dinleneceğiniz geceyi size getirebilir?” Allah, insanlara acımasından/rahmetinden dolayı dinlenmeleri için geceyi, bolluğundan dilemeleri için de gündüzü var etmiştir.

Ardından ortak koşma ifadeleriyle tekrar kıyamet gününe dönülür. Özne önce tekildir sonra çoğul olur. “O gün onlara seslenir ve der: ‘Ortağım olduklarını iddia ettikleriniz nerededirler? Her ümmetten bir tanık çıkarır ve ‘Kesin delilinizi ortaya koyun’ deriz. O zaman, gerçeğin Allah’a ait olduğunu ve uydurup durduklarının kendilerini bırakıp kaçtığını anlarlar.”

Sure Karun hikâyesi ile sürer. Musa kavminden olan Karun, onlara karşı azgınlık etmiştir/yolsuzlukta bulunmuştur.

Karun Tevrat’ta Korah diye anılır, Yakub’un soyundandır. Şöyle denir: “Levi oğlu Kehat oğlu Yishar oğlu Korah, Ruben soyundan Eliavoğulları’ndan Datan, Aviram ve Pelet oğlu On toplulukça seçilen, tanınmış iki yüz elli İsrailli önderle birlikte Musa’ya başkaldırdı. Hep birlikte Musa’yla Harun’un yanına varıp, “Çok ileri gittiniz!” dediler, “Bütün topluluk, topluluğun her bireyi kutsaldır ve RAB onların arasındadır. Öyleyse neden kendinizi RAB’bin topluluğundan üstün görüyorsunuz?” (Çölde Sayım 16: 1-3) Bu ifadeler demokrasi mücadelesini anımsatmaktadır. Levililere konuşan Musa da İsrail’in Tanrısı’nın onları RAB’bin Konutu’nun hizmetini yapmak, topluluğun önünde durmak ve onlara hizmet etmek için seçtiğini ve hepsini huzuruna çıkardığını belirtir ve sorar: “Bu yetmiyormuş gibi kâhinliği de mi istiyorsunuz?” (Çölde Sayım 16: 9-10)  

Kim yönetecek kavgası insanlık kadar eskidir. Bu kavga, dinsel metinlerde göklere bağlanmış olarak karşımıza çıkmakta ve ilginçtir ki “göklerin yol ve yöntemi” insanoğlunu hâlâ gütmektedir.

Musa Datan’la Aviram’ı çağırtır. Onlar da gelmeyeceklerini belirterek şöyle derler: “Bizi çölde öldürtmek için süt ve bal akan ülkeden çıkardın. Bu yetmiyormuş gibi başımıza geçmek istiyorsun. Bizi süt ve bal akan ülkeye götürmediğin gibi mülk olarak bize tarlalar, bağlar da vermedin. Bu adamları kör mü sanıyorsun? Hayır, gelmeyeceğiz.” (Çölde Sayım 16: 13-14) Musa herkesi RAB’bin önünde toplanmaya çağırır. Bazı ayrıntılardan sonra şu satırlar gelir: “Korah bütün topluluğu Musa’yla Harun’un karşısında Buluşma Çadırı’nın giriş bölümünde toplayınca, RAB’bin görkemi bütün topluluğa göründü. RAB, Musa’yla Harun’a, “Bu topluluğun arasından ayrılın da onları bir anda yok edeyim” dedi.” (Çölde Sayım 16: 19-21)

Ardından RAB Musa’dan topluluğu Korah, Datan ve Aviram’ın çadırlarından uzaklaştırmasını söyler. Topluluk uzaklaşır; Datan ve Aviram “karıları, küçük büyük çocuklarıyla birlikte çadırlarının önünde” dururlar. Musa; bunlar herkes gibi doğal bir ölümle ölürse, “bilin ki beni RAB göndermemiştir,” ama “yer yarılıp onları ve onlara ait olan her şeyi yutarsa, ölüler diyarına diri diri inerlerse, bu adamların RAB’be saygısızlık ettiklerini anlayacaksınız,” der.  

Depremde ölmenin tanrısal ceza olarak beyinlerde yer etmesi Tevrat’la başlamış görünmektedir. Musa konuşmasını bitirir bitirmez Korah, Datan ve Aviram’ın altındaki yer” yarılacak, ailelerini, mallarını yutacak, yer onların üzerine kapanacak ve topluluğun arasından yok olacaklardır.

Yahudi kavimlerinin yok ediliş anlatımlarında göklerin istemediğini yok edip istediğini kurtarması yani nokta atışı yapması da ayrı bir düşündürücü konudur! İnsanlık bu her şeyi yapıp eden RAB ya da Biz kavramlarının ne olduğunu anlayabilecek midir, anlamalı mıdır diye sorarak şu konuya da değinelim.

Tevrat’ta geçen “süt ve bal akan ülke” ifadesi Kur’an’da Muhammed suresinde, cennet tanımı içinde “tadı değişmeyen süt ırmakları, süzme bal ırmakları” (ayet 15) şeklinde geçmektedir. Önceki surelerde, bölge kavimlerinin yaşam düzenleri içinde olan biten her şeyin, bilinen kavram ve olayların, kutsal kabul edilen metinlerde cennet-cehennem betimlemelerine ya da yok ediliş rivayetlerine yansıtıldığını örneklerle belirtmiş, Tevrat’taki RAB ile Kur’an’daki Biz arasındaki paralelliğe değinmiştik.

Bu konuyu; yer bilimci, akademisyen ve yazar Prof. Dr. Celal Şengör’ün, “Cehaletten Kurtulma Sanatı: Ne Nedir?” adlı kitabının “Din nedir” başlığı altındaki birkaç satırla tamamlayalım. “Din, insanlığın kendi çevresinde cereyan eden şeyleri anlama ve ona bir düzen verme arzusundan ortaya çıkmıştır.” cümlesiyle başlayan bölümde Şengör, “Biz bunlara inana inana 19. yüzyıla gelmişiz, ta ki Ninova bulunana kadar,” der ve üç dinin de çıkış noktaları ile ilgili ayrıntıları verir. Bu ayrıntılar içinde şu bilgi de vardır: “Kur’an’ın temeli Tevrat’tır. Kur’an’daki yasaklar bile Tevat’tan alınmıştır.” (s. 65, 66 ve 79)

Aynı kitaptan şu bilgi notunu da verelim: Eski çağların en büyük ve tamamı kil tabletlerden oluşan Ninova kütüphanesi, 19. yüzyılda Henry Layard önderliğinde bir ekip tarafından bulunmuştur. O gün Osmanlı topraklarında bulunan ve izin alınarak çalışmalar yapılan bu yer, bugün Irak topraklarındaki Kuyuncuk’tur.  Kur’an’daki Karun’la devam edelim.

Biz ona, “anahtarlarını güçlü/kuvvetli bir topluluğun zor taşıdığı hazineler” vermiştir. İsmail Hakkı İzmirli bu ayeti şöyle de meallendirir: “Malları o kadar çoktu ki hazinedarların hıfzını yorardı.” Kavmi de Karun’a şöyle demiştir: “Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”

Kendisinde olan bir ilim/bilgi nedeniyle bu servetin sahibi olduğunu düşünen Karun için şöyle denir: “Allah’ın ondan önce, ondan daha güçlü ve topladığı şey daha çok olan nice nesilleri yok ettiğini bilmez mi?” Karun, gösteriş için/ihtişam içinde toplumunun karşısına çıkar. Dünya dirliğini/hayatını arzulayanlar şöyle der: “Keşke Karun’a verildiği gibi bize de verilse, doğrusu o büyük bir şans/baht/çok büyük devlet sahibidir.” Kendilerine ilim verilenler ise aynı düşüncede değildir ve şöyle derler: “Size yazıklar olsun! Allah’ın ödülü, inanan, yararlı iş işleyen için daha iyidir. Ona da ancak direnç gösterenler/sabredenler kavuşturulur.”

Sonunda Biz, Karun’u da sarayını da yerin dibine geçirir. Allah’a karşı ona yardım edecek yandaşları olmadığı gibi “kendini kurtarabilecek kimselerden” de değildir. Bu ifadeler yukarıdaki Tevrat ayetleriyle uyum içindedir. Kur’an’dan devam edelim…“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler derler ki: ‘Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı çok da az da verir. Eğer Allah bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar iflah olmazlar/başarıya eremezler.”

Ardından Biz; ahiret yurdunu/sonraki yurdu “yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere” verdiğini, en güzel sonucun takva sahiplerinin olduğunu, iyilik yapana daha iyisinin verildiğini, kötülük yapanların ise yaptıkları kadar ceza gördüklerini belirtir. Son dört ayette hitap Muhammed peygamberedir; “üzerine Kur’an’ı farz kılan Allah” onu, “dönülecek yere geri döndürecektir.”

Elçi’ye şu uyarılar da yapılır: “Sen, bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir/acımadır. O halde sakın inkârcılara arka çıkma! Allah’ın ayetleri sana indirildikten sonra, sakın seni onlardan alıkoymasınlar. Rabbine çağır/davet et, asla ortak koşanlardan olma. Allah’la beraber başka tanrıya tapma. O’ndan başka tanrı yoktur; O’nun zatından/vechinden (bir şeyin kendisi) başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve O’na döndürüleceksiniz.”

Kasas suresinin anlatımı tamamlanmıştır. Mekkî surelerle ilgi çalışmamız devam edecektir…

Canan Murtezaoğlu


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir