Neden İbranî kavim ve kişiler? (2)
Önceki yazımızda İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre otuz altıncı sırada olan “Sâd” suresinin 1-29. ayetlerini aktarmaya çalışmıştık. Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın yirmincisinde olduğumuzu hatırlatarak kaldığımız yerden devam edelim.
Sure, Süleyman anlatımıyla sürer. O, daima Allah’a yönelen güzel bir kuldur ve bir akşamüstü ona çalımlı, cins koşu atları sunulur. Bunun üzerine Süleyman şöyle der: “Doğrusu ben, Rabbimi anmayı sağlayan iyi şeyleri sevdikçe severim. / At sevgisini, Rabbimi anmaktan ötürü tercih ettim.” Biz, “hükümranlığını güçsüz düşürerek” Süleyman’ı dener. Bu ayetin diğer bir çevirisi şöyledir: “Andolsun ki Süleyman’ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.”
Süleyman da şöyle yakarır: “Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Doğrusu Sen daima bağışta bulunansın.” Biz; “istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan hünerlileri / dalgıç ve yapı ustası şeytanları, demir halkalarla bağlı olan diğerlerini” Süleyman’ın emrine verir ve bu hesapsız bağış “ister ver, ister tut” şeklindedir, diğer bir ifadeyle Süleyman hesaba çekilmeyecektir. Anlatım şöyle biter: “Şüphesiz ki ona huzurumuzda bir yakınlık ve güzel bir makam vardır.” Bu ifadelere göre, Süleyman ayrıcalıklı bir kuldur.
Süleyman’la ilgili Tevrat’taki bazı bilgilere de değinelim: “Davut çok yaşlanınca, oğlu Süleyman’ı İsrail Kralı yaptı. (1. Tarihler, 23: 1) “RAB bütün İsrailliler’in gözünde Süleyman’ı çok yükseltti ve daha önce İsrail’de hiçbir kralın erişemediği bir krallık görkemiyle donattı.” (1.Tarihler, 29: 25) “Davut oğlu Süleyman krallığını sağlamlaştırdı. Çünkü Tanrısı RAB onunlaydı ve onu çok yüceltti.” (2.Tarihler, 1: 1) “Süleyman, Mısır Firavunu’nun kızıyla evlendi. Böylece firavunla müttefik oldu. Eşini Davut Kenti’ne götürdü. Kendi sarayı, RAB’bin Tapınağı ve Yeruşalim’in çevre surları tamamlanıncaya kadar orada yaşadılar.” (1. Krallar, 3: 1) “İsrail’in Tanrısı RAB, kendisine iki kez görünüp, ‘Başka ilahlara tapma!’ demesine karşın, Süleyman RAB’bin yolundan saptı ve O’nun buyruğuna uymadı. Bu yüzden RAB Süleyman’a öfkelenerek, ‘Seninle yaptığım antlaşmaya ve kurallarıma bilerek uymadığın için krallığı elinden alacağım ve görevlilerinden birine vereceğim,’ dedi. Ancak baban Davut’un hatırı için, bunu senin yaşadığın sürede değil, oğlun kral olduktan sonra yapacağım.” (1. Krallar, 11: 9-12)
Kur’an’daki Biz ile Tevrat’taki RAB arasındaki paralellik burada da açıktır.
Muhammed peygambere “Kulumuz Eyüp’ü de an!” denir. “Doğudaki insanların en zengini” (Tevrat; Eyüp, 1: 3) Eyüp Rabbine seslenmiş ve “şeytan bana yorgunluk ve azap verdi,” demiştir. Tevrat’taki anlatıma göre bu, daha önce şeytanla RAB’bin yaptığı ikinci pazarlığın sonucudur. Önce malları ile sınanan ancak Tanrı’yı suçlamayan Eyüp ikincisinde canıyla sınanır. “Şeytan, ‘insan canı için her şeyini verir.” der. (Eyüp, 2: 4) Eyüp’ün bedeninde tepeden tırnağa çıkan kötü çıbanların sorumlusu Şeytan’dır.
Kur’an’dan devam edelim… Eyüp’ten ayağını yere vurması / yola düşmesi istenir ve “işte sana yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su,” denir. Ailesi ve onlarla beraber bir katı daha bağışlanan Eyüp’e şu emir de verilir: “Eline bir demet al da onunla (eşine) vur; yemininde durmamazlık etme. / Eline bir demet sap alıp onunla vur, yeminini bozma.” Eyüp anlatımı; “Doğrusu, Biz onu dayanıklı bulduk, ne iyi kuldur. Doğrusu, pek yönelendir.” ifadesiyle sonlanır. Burada Hasan Basri Çantay’dan aldığımız şu yorumu da verelim: “Beyzavî, Razî, Celaleyn tefsirlerine göre; Eyüp bir gün eşini çağırmış, eşi çağırıldığı hizmete geç gelince de ona yüz değnek vurmak için yemin etmiştir. Ancak eşin Eyüp’e hizmeti, fedakârlıkları büyüktür. Bu nedenle Allah, yüz tane sapın bir arada ve bir defada vurulmasını kâfi görmüştür.” Tevrat’ta böyle bir bilgi yoktur.
Bugün kadına karşı şiddet sürmektedir. Kutsal kabul edilen metinlerdeki tartışmaya kapalı ifadelerin, bu ifadelere birilerinin yaptığı yorumların, kadına karşı şiddeti beslemediği söylenebilir mi?
Biz, Muhammed peygamberden, “güçlü ve anlayışlı kullarımız” olarak betimlediği İbrahim, İshak ve Yakup’u da anmasını ister. Onlar, “yurdu özenle düşünen öz kimseler” kılınmıştır. Bu üç isim de Biz’in katında “seçkin, iyi kimseler / seçilmiş en hayırlı kimselerdir.” Hemen ardından Muhammed peygamberden İsmail, Elyasa ve Zülkifl’i de anması istenir, hepsi “iyilerdendir / hayırlı kimselerdir / seçkinlerdendir.” Kamer suresi açıklamalarında, Tevrat’taki Tanrı’nın; İbrahim, İshak ve Yakup’la yaptığı antlaşmayı hatırladığını, Yakup’a seslendiğini ve bu seslenişin, “Soyun yeryüzünün tozu gibi olacak ve batıya, doğuya, kuzeye ve güneye yayılacaksın.” ifadesini de kapsadığını hatırlatalım.
Devam eden ayetlerle birlikte cennet ve cehennemde yaşanacaklar anlatılır. (49-64. ayetler) Saygılı olanlara “bütün kapıları kendilerine açılmış olan Adn /Aden cennetleri” vardır. “Orada tahtlara yaslanmış olarak türlü meyveler ve içecekler isterler. Yanlarında, bakışını kısa tutan yaşıtlar vardır. / Yanlarında da bakışları yalnız kocalarına dönük hep aynı yaşta dilberler vardır. / Yanlarında gözlerini zevcelerine dikmiş yaşıt kızlar vardır.” Üç ayrı mealden aldığım bu üç çeviri de doğru ise anlatılmak istenen şu mudur:
Cennetin oluşturulma nedeni erkeklerdir; yaşıtlar, dilberler ya da kızlar olarak ifade edilenler de hizmet için cennette bulunacaktır. Bu ifadelere, aslında söylenmek istenen öyle değil de böyledir itirazları olacaktır ancak vatandaş, eline aldığı klasik bir mealde bunları okumaktadır. Sureden devam edelim. Azgınlara da “kötü bir gelecek vardır. Onlar cehenneme girerler. Ne kötü bir konaktır! İşte artık tatsınlar onu ki, o kaynar su ve irindir. Ve o şekilden çifter çifter tadacakları diğer acılar da vardır.” denir. Ateşlikler de aralarında çekişecek, “Rabbimiz! Bizi buraya kim sürdüyse ateşte onun azabını kat kat artır,” diyeceklerdir.
Ayet çevirilerindeki farklılıkları yukarıda örneklerle vermeye çalıştık. Bu bağlamda 65. ayete baktığımızda da şu üç çeviri öne çıkıyor: “De ki: Ben ancak korkuyu haber veren bir peygamberim. O tek (Vahid) ve kahredici olan (Kahhar) Allah’tan başka tanrı da yoktur.” (Elmalılı) / “De ki: Ben yalınız gelecek tehlikeleri haber verenim. Bir olan, kahreden Allah’tan başka hiçbir tanrı yoktur.” (Çantay) / “De ki: Ben sadece bir uyarıcıyım. Hiç karşı konulamaz tek Allah’tan başka tanrı yoktur.” (Atay)
Muhammed peygamberin 69-70. ayetlerdeki ifadeleri de ilginçtir: “En üst âlemde olan tartışmalar konusunda bilgim yoktur. Bana sadece vahyolunuyor; doğrusu, ben ancak açık bir uyarıcıyım.” (Atay) / “Münakaşa ederlerken, benim melekler yüksek topluluğuna ait ne bilgim olabilirdi? Ancak ben açıktan açığa korkutmakla görevli olduğum için o bilgi bana vahyediliyor.” (Elmalılı) “Mele-i a’laya, onlar aralarında münazara ederlerken, benim hiçbir bilgim yoktu. Ben ancak gelecek tehlikeleri apaçık haber verici olduğum içindir ki bana vahyolunuyor.” (Çantay) Özgün metinde geçen “Mele-i a’lâ” tamlamasındaki mele kelimesi sözlükte “bir görüş ve düşünce etrafında birleşen topluluk” anlamındadır. (TDV, İslam Ans.)
71-85. ayetler arasındaki ifadelerin odak noktası Rab ve İblis’i karşı karşıya getiren insanın yaratılışıdır.
Rab meleklere, “çamurdan insan” yaratacağını, onu biçimlendirip ruhundan üflediğinde de ona saygı gösterilmesini söyler. “Ona saygı gösterilmesi” kimi meallerde “derhal ona secdeye kapanın” şeklindedir. Bu saygı-secde farklılığı sonraki ayette de görülür: Bütün melekler saygı gösterir / meleklerin hepsi toptan secde ettiler. İblis ise büyüklük taslamış, inkârcılardan olmuştur. Rab sorar: “Ey İblis! Ellerimle / Kudretimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklendin mi? Yoksa yücelerden mi oldun?” İblis şu cevabı verir: “Ben ondan daha üstünüm / hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın!” Sonraki diyalog şöyledir: “Defol oradan, doğrusu, sen artık kovulmuş birisin. Doğrusu, yargı gününe kadar lanetim senin üzerindedir, dedi. ‘Rabbim! Dirilecekleri güne kadar beni ertele, dedi.’ ‘Doğrusu sen bilinen günün vaktine kadar ertelenenlerdensin, dedi.’ ‘Senin ululuğuna andolsun ki, Sana içten bağlı olan kulların bir yana, onların hepsini azdıracağım, dedi.’ ‘İşte bu doğrudur ve Ben gerçeği söylüyorum, seni ve sana uyanların, hepsini cehenneme dolduracağım, dedi.” Sure Muhammed peygambere “de ki” emriyle biter ve şunları söylemesi istenir: “Buna karşılık sizden bir ödül istemiyorum. Ve kendiliğimden yükümlülük taslayanlardan değilim. Bu, ancak dünyalara bir hatırlatmadır. Andolsun, bir süre sonra onun haberini öğreneceksiniz.”
Sâd suresi ağırlıklı olarak Tevrat çıkışlı Nuh, Âd, Semud, Lut kavimleri ve Eykellilerin hikâyeleri ile Nuh-İbrahim soyundan gelen kral/peygamber/kâhin olarak tanımlanan kişilerin anlatımını içermektedir. Arap kavmine gönderilmiş bir elçiden hepsini anması istenir ve Arap kavmi, Yahudi kavimlerinin yok ediliş hikâyeleriyle uyarılır. Bütün bunları tek nedeni İbrahim’in ortak ata olması mıdır ve bu nedenle mi Tevrat ve Kur’an’daki ifadeler iç içedir?
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu