“Benim azabım ve uyarılarım nasılmış!”
Bolu Kartalkaya kayak merkezindeki bir otelde yaşanan yangın faciasında, ihmal ve sorumsuzluk yüzünden yaşamını yitiren 78 insanımıza Allah’tan rahmet, kederli ailelerine ve sevenlerine başsağlığı ve sabırlar diliyorum. Özellikle bu yüzyılın başından beri, yaşanan her âfet, katliam gibi her kaza kadere bağlanıyor, üç gün konuşuluyor, açılan davalar zamana yayılıyor ve sonuç olarak kimse ne hesap veriyor ne de sorumluluk üstleniyor. Ateş sadece düştüğü yeri yakıyor. Kur’an’da ölçü anlamında kullanılan kader kelimesi, İslam dünyasında ve de ülkemizde âdeta ölçüsüzlük haline gelmiş bulunuyor. Adalette, liyakatta, insan haklarında olumsuz yönü ağır basan bir kadersizlik yani bir ölçüsüzlük yaşanıyor. Dileriz; “Kendinizin, ana-babanızın ve en yakınlarınızın aleyhinde de olsa, zengin veya fakir de olsa adaletten uzaklaşmayın,” sözcükleri bir anlam ifade eder de yitip giden çocukların, bebelerin, tüm canların hakkına bir nebze de olsa saygı gösterilmiş olur.
Her yıl Ocak ayında, hain tuzaklarla kahpece öldürülen üç aydınımızı da anmaktayız. 31 Ocak 1990’da Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde kurşunlanarak öldürülen, hukukçu, öğretim üyesi, siyasetçi ve Atatürkçü Düşünce Derneğinin Kurucu Genel Başkanı Muammer Aksoy, 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konulan bombanın patlaması sonucu suikasta kurban giderek yaşamını yitiren Uğur Mumcu ve 24 Ocak 2001’de makamından Valilik Binası’na makam aracıyla seyir halinde iken, kimliği belirsiz kişilerin açtığı ateş sonucu olay yerinde yaşamını yitiren Diyarbakır İl Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan… Bu üç Devrim şehidini, bu üç aydın ve değerli insanı ve tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
Muammer Aksoy katledilmeseydi, sonraki gün yapacağı basın açıklamasında şu ifadeler yer alacaktı:
“Atatürk’ün din düşmanı olduğunu söyleyenler, her alanda kendileri gibi düşünmeyenleri ve farklı inançlara sahip olanları ezmeyi, yok etmeyi din uğruna cihat sayan vicdan özgürlüğü düşmanlarıdır. Atatürkçüler, dinin değil, din bezirgânlarının düşmanıdırlar. Vicdan özgürlüğünün değil, başkalarının vicdan özgürlüğünü tanımayan, vicdan ve inancı kendilerinin tekeline almak isteyen saldırganların düşmanıdırlar. Uygarlıktan yana olanlar, gerilikten yana olanlar kadar yürekli ve özverili olmadıkça, Türkiye’nin aydın ufuklara doğru gidişi sürdürülemez, dahası ortaçağ karanlığına gömülmesi önlenemez. Uygarlıktan yana olanlar, gerilikten yana olanlar kadar yürekli ve özverili olmadıkça, Türkiye’nin aydın ufuklara doğru gidişi sürdürülemez, dahası ortaçağ karanlığına gömülmesi önlenemez.”
Hocasıyla aynı kaderi paylaşan Uğur Mumcu yaşamını yitirmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı. Teröre, özellikle Hizbullah terörüne karşı büyük mücadele veren Ali Gaffar Okkan da bugün hâlâ Diyarbakır’da “Gaffar Baba” olarak anılmaktadır. Hepsi faili meçhul cinayetler olarak kaldılar; yani kimse hesap vermedi, yani bu dünyada adalet yerini bulmadı. Dileriz genç kuşaklar bir gün bu faili meçhul cinayet listesini yırtıp atsınlar!
Konumuza dönersek…
“Bel ile kaburga kemikleri arasından” başlıklı önceki yazımızda, “özgün metninden habersiz kitleler için ayetlerin yorumları farklı algılara neden olmaz mı,” diye sormuştuk. Mekkî surelerle ilgili vatandaş okumamızın on dokuzuncusundayız. Kur’an’da kaldığımız yerden devam edelim.
İbn Abbas-Kurayb rivayet zincirine göre otuz beşinci sure “Kamer” dir. (Ay) Surede geçen göksel kavramlar Biz ve Ben’dir ve hitap Muhammed peygamberedir. Sure; “Saat / Kıyamet saati yaklaştı, Ay yarıldı.” uyarı cümlesiyle başlar. Buharî ve Müslim’in Enes’ten rivayetine göre surenin iniş nedeni; Hicret’ten evvel Mekkelilerin, bir mucize göstermesini istemeleri üzerine Muhammed peygamberin onlara ayın yarıldığını iki kez göstermesidir. Diğer bir rivayette İbni Mesud, Muhammed peygamberle Mina’dadır. O sırada Ay iki parçaya ayrılır; bir parçası dağın üstünde, bir parçası da önündedir ve Muhammed peygamber, “şahit olun,” demiştir. (Hasan Basri Çantay) Ayeti destekleyen hadis rivayetleri din bilginlerince zayıf bulunmuş ve ifadelerin alegorik olduğu düşünülmüştür. Ay’ın bölündüğü konusunda bilimsel bir kanıt ise henüz yoktur. Kimi yorumculara göre “Ay yarıldı” ifadesi için Kıyamet Günü yarılacaktır demek bâtıldır. Kimilerine göre de “Ay yarıldı” ifadesi, Kıyamet Günü’nden önce meydana gelecek olan kozmik bir felakete işaret etmektedir. İnkârcılar ise heveslerine uyarak bunu “süregelen bir büyü” olarak yorumlar ve yalanlar.
1-8. ayetlerdeki kıyamet döngüsüne göre; “çağırıcı, görülmedik müthiş bir şeye” çağırır, boyunlar sündürülerek başlar eğilir, gözler çağırıcıya dikilir ve “yayılan çekirgeler gibi” kabirlerden çıkılır. Yayılan çekirgeler metaforunun nedeni, çöl çekirgesi salgınlarının Arap Yarımadası’nda, örneğin Suudi Arabistan, Yemen ve Umman’da binlerce yıldır biliniyor olması mıdır? Bu surede de denizde-havada vücutları tamamen yok olanların durumu, çizilen kıyamet tablosunda yer almaz. Sure; bir topluma ya da yöneticiye gönderilen elçi, elçinin onaylanmaması ve Tanrısal bir azapla yok ediliş döngüsü ile sürer.
İlk örnek Nuh kavmidir. Tevrat’a göre Nuh, Lemek’in oğludur, tufan olayını kotaran da Rab’dır. Kur’an’daki Nuh da toplumu tarafından “mecnun” olarak görülür ve “konuşması” da yasaklanır. (Hüseyin Atay) “Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin,” şeklindeki ifadenin Muhammed peygamber için de kullanıldığını hatırlayalım. (Kalem, 2) Nuh, “ben yenik düştüm, bana yardım et,” diyerek yalvarır. Biz “boşalan bir su ile göğün kapılarını” açar, “yeri de kaynaklar halinde” fışkırtır. Nuh, “yüzen kalaslardan yapılmış ve tahta mıhlarla mıhlanmış olana” bindirilir. Ardından yeminle sorulur: “Biz onu bir belge olarak bıraktık, bir hatırlayıp anlayan var mıdır?” Ben devreye girer ve meydan okur: “Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (görsünler)!” Burada şunu hatırlatalım: Tufan olayı kutsal metinlerden önce de pek çok masalda, inanışta anlatılmıştır. Örneğin; Sümer, Türk, Maya, İnka, Grek, Hint, Çin, Endonezya mitolojilerinde yer alır.
İkinci örnek Âd kavmidir. Şu ön bilgileri verelim: “Âd, Nuh’un torunlarından Avs’ın oğludur. Avs’ın babası İrem (Aram), onun babası Hz. Nuh’un oğlu Sam’dır. Tevrat’a göre Aram, Hz. Nuh’un üç oğlundan Sam’ın beşinci oğludur… (Yaratılış, 10/22-23). İrem kelimesini bir kişi adı kabul eden Müslüman tarihçi ve müfessirler de onun şeceresini İrem b. Sam b. Nuh (Taberî, Târîḫ, I, 216; Mes‘ûdî, I, 41) olarak vermektedirler.” (TDV İslam Ans.) Sureden devamla, Âd kavmi elçiyi yalanlar ve üzerlerine “uğursuz mu uğursuz bir günde, insanları sökülmüş hurma kütüğü gibi kopararak yere seren dondurucu bir rüzgâr” gönderilir. Hurma kütüğü üzerinden yapılan benzetmenin nedeni, bölge insanının hurma ile ilgili her türlü bilgiye aşina olmasıdır, denebilir. Dondurucu rüzgârı gönderen Biz’dir. Ardından Ben devreye girer ve meydan okuma tekrarlanır: “Benim azabım ve uyarmalarım nasılmış?”
Üçüncü örnek Semud kavmidir. Bu kavim, yukarıda bahsi geçen İrem’in (Aram) diğer oğlu Âbir’den torunu Semud’un kavmidir. Şöyle derler: “Zikir, aramızdan ona mı bırakıldı? Hayır o, yalancı, küstahın biridir.” Onları denemek için Biz, dişi deveyi gönderir. Elçi’ye, “suyun aralarında paylaştırılacağını haber ver; her içene düşen miktar, hazır kılınmıştır,” denir. Ancak bir arkadaşları atılıp hayvanı sinirler. Biz “onların üzerine korkunç bir ses” gönderir; “ağılcının topladığı çalı çırpı kırıntıları gibi” kırılıp dökülürler.
Dördüncü örnek Lut kavmidir. Tevrat’a göre Lut, Terah’ın çocuklarından Haran’ın oğlu ve İbrahim’in yeğenidir ve helak olayı ayrıntılarıyla anlatılır. Kur’an’a göre de Lut kavmi -benzer anlatımlarla- yapılan uyarıları dinlemez; Biz de üzerlerine taş yağdırır. Lut’un konuklarından “murat almaya” kalkışanların gözleri kör edilir. Lut ailesi ise sabaha karşı kurtarılır. Ben yine meydan okur: “Azabımı ve uyarmalarımı dinlememenin sonucunu tadın!” Surede, Nuh, Âd, Semud ve Lut kavimlerinin yok edilişinin ardından şu aynı cümleyi görmekteyiz: “Andolsun biz Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mudur?”
Bazı kaynaklara göre Âd ve Semud çok eski Arap kavimleridir ancak bu bilgiler tartışmalıdır çünkü İslam öncesi yaşadığı varsayılan bu kavimlere gönderilen elçilerin Tevrat’ta soyları verilir yani Yahudi kavminden kişilerdir. Neden bu örneklerle Arap kavmine hatırlatma yapılmakta ve öğüt almaları istenmektedir, diye sorulabilir. Tevrat’taki Rab ile Kur’an’daki Biz’in işleyişindeki ve hitaptaki paralellik ve metinler arasındaki etkileşim dikkat çekici ve düşündürücüdür. Bunun nedeni bu iki kavmin Avram yani İbrahim’i ortak ata kabul etmeleri ve binlerce yıldır aynı bölgede yaşamaları mıdır?
Beşinci örnek Firavun’dur. Firavun ve yandaşları da uyarılır ve şöyle denir: “Lakin onlar bütün ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli bir yakalayışla yakaladık.” (42. ayet)
Tevrat’taki Firavun-Musa olayı çok ayrıntılıdır, Kur’an da benzer ifadeler içerir ancak Kur’an’daki Biz tarafından “ayetlerimizi yalanladılar” diyerek tehdit edilen Firavun ile İsrailoğulları ilişkisi Musa’ya kadar çok farklıdır. Örneğin; Avram yani İbrahim şiddetli kıtlık nedeniyle gittiği Mısır’da karısının güzelliği nedeniyle Firavun tarafından saraya alınır ve ona çeşitli hayvanlar ve kadın köleler verilir. Yusuf anlatımında Firavun, Yusuf’a babasını ve ailelerini getirmesini söyler, Mısır’ın en iyi topraklarını onlara verir ve “ülkenin kaymağını yiyeceksiniz,” der. (Yaratılış, 45:18) Zamanla “Yusuf, kardeşleri ve o kuşağın hepsi” ölür ancak soyları artar ve ülke onlarla dolup taşar. (Mısır’dan Çıkış, 1: 6-7) Yusuf’u bilmeyen yeni bir kral tahta çıkar ve İsraillilerin sayıca onlardan üstün olduğunu vurgulayarak bir savaş çıktığında düşmanlarına katılmalarından endişe eder. (Mısır’dan Çıkış, 1:10) Firavun, topraklarında çoğunluk haline gelen İsraillileri ağır işlerde çalıştırır ancak İsrailliler daha da çoğalarak bölgeye yayılır. Kral, ülkesinin aleyhine değişen bu nüfus yapısı nedeniyle zalimce bir emir verir ancak emri uygulanmaz. Şöyle denir: “İbrani kadınlarını doğum sandalyesinde doğurturken iyi bakın; çocuk erkekse öldürün, kızsa dokunmayın. Ama ebeler Tanrı’dan korkan kimselerdi, Mısır Kralı’nın buyruğuna uymayarak erkek çocukları sağ bıraktılar.” (Mısır’dan Çıkış, 1:16-17)
Firavun halkına tekrar buyruk verir: “Doğan her İbrani erkek çocuk Nil’e atılacak, kızlar sağ bırakılacak.” (Mısır’dan Çıkış, 1:22) Bu arada Levili bir aileden doğan bir erkek çocuk Nil kıyısındaki sazlığa bırakılır. Firavun’un kızı onu bulur ve evlat edinerek adını Musa koyar. Aradan yıllar geçer Mısır Kralı ölür, İsrailliler hâlâ köledir, feryatları Tanrı’ya ulaşır. Tanrı; İbrahim, İshak ve Yakup’la yaptığı antlaşmayı hatırlar ve Musa ile Rab buluşur. Yakup’a yapılan şu hitap tüm antlaşmaların özeti gibidir: “Ben büyükbaban İbrahim’in Tanrısı ve baban İshak’ın Tanrısıyım. Sana ve soyuna üzerinde yattığın toprağı vereceğim. Soyun yeryüzünün tozu gibi olacak ve batıya, doğuya, kuzeye ve güneye yayılacaksın. Yeryüzündeki bütün aileler senin ve soyunun adını kullanarak birbirlerine bereket duası edecekler.” (Yaratılış, 28: 13-14) Şunu soralım: Kutsal kabul edilen metinlerdeki bu ayrımcı ve kişileştirilmiş Rab ya da Biz kavramları ile anlatılmak istenen nedir?
Kavimlerin yok ediliş anlatımlarının ardından özetle: “Sizin kâfirleriniz onlardan hayırlı mı, biz birbirimize yardım eden bir topluluğuz mu diyorlar, o topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır.” ifadeleri yer alır ve bu geri dönüp kaçma, inkârcıların Bedir Savaşı’ndaki hezimeti olarak yorumlanmıştır.
Kıyamet vaat edilen saattir; “çok feci ve acıdır.” Suçlular yüzüstü ateşe sürüklenecek ve Sekar’ın dokunuşunu tadacaktır. (ayet 48) Sekar; “şiddetli bir ısı ile yakıp kavurmak’ anlamındaki sakr kökünden isimdir.” (TDV İslam Ans.) Çoğu mealde sekar yerine cehennem kelimesi kullanılmıştır. Müddessir suresinde (26-27. ayetler) de geçen Sekar, kimi meallerde de “yakıcı ateş” olarak çevrilmiştir. (Hüseyin Atay)
“Sizin benzerlerinizi hep helak ettik. Öğüt alan yok mudur?” diyen Biz, “her şeyi bir ölçüme göre” yaratmıştır. İnsanın işlediği her şey kitaplarda mevcuttur ve “satır satır” yazılmıştır. Saygılı olanlar bahçelerde, ırmak kıyılarında “güçlü padişahın huzurunda doğruluk koltuklarında” olacaklardır.
Ana teması kıyamet ve Elçi’yi dinlemeyen toplumların helakı olan surede “Allah” kelime olarak geçmez ve ibadetle ilgili herhangi bir konuya da değinilmez.
Devam edecek…
Canan Murtezaoğlu