Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Tacitus’un göz yaşları yalnız değil


Çoğumuz şu sözü biliriz; tarihten ders alınsaydı hiç tekerrür eder miydi?

Sizlere, tarih nehrinde yolculuk yaptırarak “uzak dünle bugünün” nasıl da insan davranışları için yakın ve benzer duygular gösterdiğini paylaşmak istedim.

Roma devlet tarihinin önemli bir başyapıt üstadı Tacitus (M.S. 56-120)’un kitabını okurken,Tacitus’un yaşadığı dönemle ilgili gözyaşı dökme nedenlerini merak ettim. İnsanlar genel olarak benzer koşullarda birbirine yakın tepkiler veriyor, bunları beraber yaşıyalım istedim.

Roma Devleti M.Ö. 8. yüzyılda bir krallık olarak doğar ve Roma kent halkı gelişmemiş bir toplum olduğundan, krallar genellikle Etrüsk Devleti gibi gelişmiş bir topluluğa mensuptur. Bu süreç M.Ö. 509’da bir isyanla sona erer ve aristokratlardan oluşan bir Senato kurulur ve Roma Cumhuriyeti tarihte sahne alır. Yaşama alanı bugünkü Roma eyaletinden çok farklı değildir çünkü çevresinde diğer kent devletleri bulunmaktadır. Roma Cumhuriyeti’ni temsil eden Senato o döneme göre ileri bir adımla, vatandaşlık kavramı ve giderek modern hukukun temelini oluşturacak Roma hukuk kodeksini yapar. Senato; yönetimi ve devleti sivil, askerî makam ve çalışma organizasyonları ile donatır. Bu hukuk ve idari biçimlendirme o kadar ileri gider ki Polybius (M.Ö. 264-146) adlı Yunan kökenli tarihçi ve hukuk insanı bugün olmazsa olmaz dediğimiz “yönetim, yasama ve yargı” erklerinin hem tanımını hem de birbirleri ile olan ilişkilerini ve de hukuk üstünlüğünü anlatır.

M.Ö. 509’da kurulan Roma Cumhuriyeti M.Ö. 27’de sona erer. İnsanlığa bu yüksek değerleri hediye eden Cumhuriyet’e ne olmuştur?

Tarih bize, toplumların yöneticilerini seçerken dikkat etmelerini, yaşamlarını emanet ettikleri kişilerin kabul edilmiş kurallara uygun davranmalarının önemini defalarca örneklendiriyor.

Aristokratlardan oluşan Senato, zamanla Roma Cumhuriyeti’ni kurallarla yönetilen bir devlet, Roma vatandaşlarından oluşan bir yüksek disiplin ve güçlü bir ordu ile yoğun mücadelelerle İtalya’nın bütününe üç yüzyıl boyunca hakim olurlar. Krallıktan Cumhuriyet’e geçişte devletin çoğu kurumu oluşmuştur ama asıl önemli anayasal değişiklik baş yönetici ile ilgilidir. Geçişten önce Senato tarafından bir kişi yaşam boyu kral olarak seçilirdi. Devrimden sonra ise artık güç ve yetki iki kişiye, Pretor denen iki Magistrat’a geçiyordu. 150 yıl sonra bunlara Konsül dendi. Büyüyen Roma Cumhuriyeti daha hızlı kararlar ve sivil, askerî uygulamalar için Magistratlara olağan üstü yetkiler verdi ve aynı anda iki Magistrat görevlendirildi ve bunlara, emir veren anlamında “diktatör” denildi.

Diktatörlerin görev süresi 6 aydı; görev, yetki, sorumluluk, karar süreçleri Roma Senatosunu oluşturan Patriciler yani aristokratlarca kabul edilen kanunlarla belirtilmişti. Konsül senatoda seçimle gelir ve görev bitince ayrılırdı. Daha sonra bu seçimlere halk meclisi Plebler de katıldı. Diktatörlük bir konsül için vatan görevinin en üst ve şerefli makamı idi. Örneğin; Roma 448’lerde Latin savaşlarına karşı Diktatör olması için tarlada çalışırken çağrılan Cincinnatus hiç düşünmeden togalı mor pelerinini giyer ve Roma’ya gelerek ordunun başına geçer. Zafer kazanılınca bu erdemli insan yine tarlasına döner.

Roma Cumhuriyeti donanımları ve kurumları  ile giderek çevresindeki Sammit, Lombard, Veii eyaletleri ile savaşır ve onları yenerek büyür. Roma’ya büyük bir Kelt/Galyalı saldırısı olur. İlk savaşlarda Roma ordusu yenilir ve Dikatatör Camillus Senatoca göreve çağrılır.

Roma denize ulaşır; rakipleri Yunan kolonileri ve Kartacalılardır. Roma özellikle Kartacalılarla yüz yıla yakın savaşır. Bu dönmelerde yönetim Senato’nun ve Pleb meclisinin tayin ettiği konsüllerle olur. Yönetim erki Dikatatör’de olmasına karşın yasama meclisi ve yargı, denetleme görevini sürdürür. Roma’nın başarılarının temelinde bu sistemin; toplumsal, askerî, siyasal organizasyonunun bu kadar erken bir tarihte çalışması yatmaktadır. Cumhuriyet’in önemli bir yapılanması da kurucu aristokratların Patricilerin oluşturduğu Senato yanında zamanla Plebler denilen Halk meclisinin oluşmasıdır. Hatta Roma tarihinde Gracchus kardeşler denen aslen aristokrat olan kişilerin toprak reformu konusunda halkla bütünleşmesi tarihsel bir özgür toplum örneğidir.

Deniz aşırı Afrika, Yunanistan, Anadolu’ya ulaşan Roma Cumhuriyeti giderek daha fazla kompleks siyasî oluşumlara,  ordu komutanlarının tehdidi altına girmeye başlar. İlk örnek daha sonra Jül Sezar’ın halasının eşi olacak Marius’un tarihsel çizgisidir. Yetenekli bir asker olarak İspanya, Afrika, Galya ve Cermen ülkesindeki başarılarının rüzgârı ile M.Ö. 104-100 arasında konsül seçilir ve otokratik anlayışla, Senato’nun yetkilerini kısan yöntemlere gitmesi, Roma Cumhuriyet tarihinde ilk anayasal düzenin delinmesine neden olur.

Bu örnek daha sonra özellikle Anadolu’da başarılı seferlerle Pontus kralı Mithridates’i yenen Sulla (M.Ö. 82-79) tarafından kullanılacak; o da yetki aşımı için kanunları kendi lehine çevirtme gayreti ile konsüllük sistemini dejenere edecektir. Sulla’nın iç savaştaki eylemleri, Romalı ordu birliklerin siyasete fazla girişi cumhuriyet değerlerini daha da fazla zayıflatır. Sulla’dan sonra siyaset sahnesinde konsüllük görevi alan Crassus ve Pompey arasındaki ilişkiler giderek gerilir. Cumhuriyetin anayasal sisteminde Senato pasif noktadır. Cato ve Cicero gibi cumhuriyet taraftarı konsüller kanun hakimiyeti için uğraşmaktadır.

Galya, Britanya ve Cermanya üzerinde büyük başarılar elde eden Jül Sezar Roma’ya döner. Senato, Roma başkentine asker girmesini  ve Rubikon ırmağının asker kıyafeti ile geçilmesini asırlardır yasak etmiştir. Ama muzaffer Jül Sezar şu sözü söyler: “Çiğnemek gerekirse yasalar çiğnenmeli egemenlik uğruna, yoksa boyun eğ onlara!” ve Rubikon’u geçer. Gücü karşısında Senato susar.  Jül Sezar yetkileri Crassus ve Pompey’le paylaşır ama onları kısa bir süre sonra yok ederek Mısır’a kadar gider. Artık Roma tek bir diktatöre bakmaktadır. Bir ucu İngiltere ve Afrika diğeri Ermenistan ve Mısır’a uzanan bir Roma Cumhuriyeti vardır. Bu gelişmeler karşısında Cato, Scipio gibi cumhuriyetçiler isyan eder fakat yok edilirler.

Jül Sezar Senato’yu şüpheye düşürecek biçimde anayasal yetkilerde kuvvet ayrımını zayıflatacak yöntemler oluşturmakta, bu da giderek Senatörlerce “acaba tek adamlık mı istiyor” sorusunu sordurmaktadır. Artan bu siyasal baskı, yeğeni de olan Brutus ve arkadaşlarınca Sezar’ın katledilmesi sonucunu doğurur.  Roma Cumhuriyet’i büyük bir yönetim boşluğuna düşer. Sezar’ın yeğeni Octavianus ve Marcus Antonius önce bu suikaste kalkışanları yok ederler. Bu arada cumhuriyeti savunmakta olan kanun adamı ve hatip Cicero, M.Ö 43 yılında Marcus Antonus tarafından öldürtülüp Forum’da serilir ve elleri Roma Senatosu’nun  kapısına çivilenir. M.Ö. 509’da kurulan Cumhuriyet, M.Ö. 43’te Cicero gibi bir kişiye Senato ve cumhuriyetçiler tarafından sahip çıkılmaması ile o gün bitmiştir. Octavianus yönetimi ele alır; M.Ö 27’de hem imparator olur hem de kendisine Tanrısallık vasfı verilir. Artık Augustus’tur (majesteleri). Cumhuriyet alkışlarla biter (!) ve yerine Roma İmparatorluk süreci başlar.

Roma, cumhuriyet döneminin ilk yüzyıllarında yeterli bir eğitime sahip olmayan bir toplumdu. Fakat Yunanlarla ilişkiler başlayınca gerek Latincenin geliştirilmeye çalışılması gerekse kent yaşamına Yunan tarzlarının yerleşmesi ile Grek kültürü Roma’da yeni bir kültür dünyası yaratır. Özgür  düşünceli şair ve yazarlar, filozoflar günlük yaşamın parçası olur. Eğitim ve öğretim Yunan kentlerinden gelen  filozof, şair ve yazarlar aracılığıyla başlatılır. Homeros, Hesiodos destanları, Heredot, Tuchydides tarihleri, Platon, Sokrat, Aristo, Zenon felsefeleri, matematik, mimarlık, mühendislik bilimleri Roma aydın kalitesini yükseltir. Horatius, Virgilius, Ovidius, Propertius gibi şairler, Terentius, Plautus gibi yazarlar, Cicero, Cato gibi hatip ve filozoflar Roma’da yetişirler. Cumhuriyet çok erken çağlarda bir hukuk devleti ve mekanizması kurarak, ekonomik, sosyal ve siyasal başarıları cumhuriyet değerleri ile beş yüzyıl yaşatır. Roma askerî gücü Cumhuriyet’in yetiştirdiği kumandanlarla büyür ve vatandaşlık dayanışması bir tarihsel örnek olur.

Lakin Augustus’la başlayan emperyal Roma düzeni, artık gerek Roma bünyesinde gerekse eyaletlerde aristokrat ailelerin hanedanlaşması ile aşırı merkezci bir yapıya dönüşür. Patrici istibdatını dengeleyem Pleb meclislerinin zayıflaması, yerine asker kimliklerinin yaşamda ve imparatorluğun her yönünde servet getirici, şöhret sağlayıcı olması, bu yöneticileri, yönetimlerinde bulunan eyalet halklarını zorlamaya, aşırı vergilerle üretimden uzaklaştırmaya ve giderek tahsildar durumuna getirir. Romalı özgür vatandaş da yoksulluktan arazisini bırakıp kentlerde varoş yaşamına katılır.

İmparatorluk, Roma yaşam tarzını bir savaş makinasına çevirmiştir. Günlük yaşam, zenginler ve köleler olarak  yüzyıllarca sürer. Mimari ve mühendislik şaheserleri imparatorluğu kaplar, kentler çok önemli yapılara sahip olur. Ancak bir imparator gelirken ve diğeri giderken bireysel yaşam güvenlikten uzak, denetimsiz yönetimlerin kaderine bırakılmaktadır. İyi imparatorun kişiliği ülkeyi kalkındırıp toplumu huzurlu yaşatırken, yetersiz hatta sapkın kişilikliler topluma büyük acılar, utançlar vermektedir. Cumhuriyet’in değerlerinin hiçbiri artık yoktur.

Tarihçi Tacitus da İmparator Titus’un kardeşi Domitianus’un döneminde oluşan baskıyı yaşadığından, Cumhuriyet tarihini bilen bir kişi olarak, bu erdemli yılları kitaplarında anlatırken, o günleri anımsayarak göz yaşı dökecektir…

Cenap Murtezaoğlu – İşletmeci

 

 

Yararlanılan Kaynaklar:
Prof. Dr. Halil Demircioğlu; Roma Tarihi
Prof. Dr. Bülent İplikçioğlu; Helen ve Roma Tarihinin Ana Hatları
Jül Sezar; Galya Savaşı; İç Savaş Üzerine Notlar
Cicero; Devlet Üzerine
Vitrivius; Mimarlık Üzerine
Polybe Histoire
Gibbon; Roma Tarihi 1-3


2 thoughts on “Tacitus’un göz yaşları yalnız değil

  • Bahtiyar+Çetinbaş

    Üstat,
    Tebrikler… Çok güzel özetlemiş ve geçmişle günümüz arasında geçen asırlar boyunca insanoğlunun yönetim ihtiyacını karşılamak için nelere katlandığını anlatırken kendinizce neden ve nasıl sorularını da sormuşsunuz.
    Unutulmaması gereken nokta insanoğlunun yönetme ve yönetim ihtiyacını karşılarken bu ihtiyacın mutlaka medeni bir ihtiyaç olarak ya insan tarafından yada tasarlanacak yönetim sistemi tarafından karşılandığının bir gerçek olduğunun kabul edilmesi gerekir…
    Bence;
    İnsan insanın insafına bırakılmamalıdır.
    Cumhuriyet ve demokrasi yönetimlerinde “Yönetim kendi kendini yenileyebilmeli ve paylaşımcılık kültürü sistem içinde mutlaka yer almalıdır.
    Yazınızı zevkle okudum… Hayallerin asırlar içinde saklı olduğunu bir kez daha hatırladım…
    Teşekkürler…
    Bahtiyar Çetinbaş

    Yanıtla
  • Erol Karaman

    Rima’dan bu güne çok güzel özetlenmiş bir yazı.
    Tebrikler

    Yanıtla

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir