Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Özgürlüğe Uyanış

Sivas Kongresi’nin 105. yıldönümü kutlu olsun mu?


Erzurum Kongresi’nin 2. Maddesi, Ankara’da kurulacak olan yeni bir Meclis’in ilk habercisidir. (23 Temmuz-7 Ağustos 1919) Ardından, ulusal nitelikte olan Sivas Kongresi gerçekleştirilir. (4-11 Eylül 1919) Sivas Kongresi yeni bir Türk Devleti’nin kuruluşuna temel oluşturduğu için ayrı bir öneme sahiptir. İlk maddesi Amasya Tamimi ve Erzurum Kongresi ile aynı ruha sahiptir:

“Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz.”

Bu ruh aynı zamanda da Cumhuriyetin ruhudur. 8 maddeden oluşan kararların bazıları şöyledir: “Kuva-yı Milliyeyi tek kuvvet tanımak ve millî iradeyi hâkim kılmak temel esastır, manda ve himaye kabul edilemez, millî iradeyi temsil etmek üzere Meclis-i Mebusanın derhal toplanması zorunludur, genel teşkilatı idare ve alınan kararları yürütmek için kongre tarafından ‘Temsil Heyeti’ seçilmiştir.”

Sivas Kongresi’nde de “millî irade” ön plana çıkmakta ve millî iradeyi temsil yetkisi “Temsil Heyeti” ne verilmektedir. Zamanı geldiğinde bu temsil yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) ve milletin seçtiği milletvekillerine bırakılacaktır.

Zamanı gelir ve 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılır.

Mustafa Kemal Paşa’nın aynı zamanda da Başkan seçildiği 24 Nisan 1920’de yaptığı uzun Meclis konuşmasının çok önemli birkaç bölümünü günümüzün Meclis’i ile kıyaslamak açısından alalım: Şöyle diyor Kurtuluş Savaşı’nın büyük komutanı:

“… Yüce meclisinizin varlığı da her şeyden önce, meşruiyet ve yetkisinin milletçe gerekli görülmesinde en büyük kanıttır. Bu nedenle, yüce meclisinizde toplanan yüksek millî iradeye dayanarak meşruiyet ve yasallık kazanan ve saygıdeğer kurulunuzda ortaya çıkan millet vicdanının yargısına bağlı kalmak bakımından, sorumluluğu belirlenen bir gücün işleri yönetmesi zorunludur. Bu gücün doğal biçimi ise hükûmettir. Yüce meclisiniz, denetçi ve araştırmacı nitelikte bir milletvekili meclisi değildir. Bu nedenle, milletin yargısına karar vermenin sorumluluğunu, yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil, milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır. Ulusal bağımsızlığımızı ve ulusal sınırlarımız içinde yaşam hakkımızı elde edecek bir barışı sağlayacak önlemleri düşünmek ve uygulamak üzere, millet tarafından olağanüstü yetkileri olan bir meclisin Ankara’da toplanması gerektiğine milletin dikkatini çekmek için millî ve vatanî görevimizi yerine getirdik. Artık yüksek meclisimizin üstünde bir güç, mevcut değildir.”*

Günümüze gelelim:

1938’in hemen ardından iş başına gelen iktidarların, Atatürk çizgisinden uzaklaştığını görüyoruz. Bunun ilk adımları, Atatürk’ün Meclis’ten uzaklaştırdığı bazı isimlerin tekrar Meclis’e alınması ile atılır. 40’lı yıllardan itibaren Batı’ya ve özellikle de ABD’ye tam teslimiyet sürecinde askerî, ekonomik ve eğitim alanında imzalanan ikili anlaşmalar ile Türkiye’nin adeta boğazına çökülür. Bu arada Atatürk’ün kapattığı ne kadar tarikat, cemaat ve dinci vakıf varsa hepsi birer birer ortaya çıkar. 1950’de Adnan Menderes’in Demokrat Partisi (DP) ile söz konusu dinci yapılar güçlenmeye başlar. 1950-1960 döneminde, “Küçük Amerika” olacağız çığlıkları atanlar Türkiye’yi tamamen ABD’nin kucağına bırakırlar. Bu arada ABD, DP ve özellikle de toprak ağalarının baskılarıyla Türkiye’nin can damarı Köy Enstitüleri’nin kapısına kilit vurulur. Kurulan komisyon ile eğitim, ABD’nin eline verilir.

12 Eylül 1980 darbesi ile ülkenin gençleri “bir sağdan bir soldan asılırlar, netekim” ancak bir bölüme hiç dokunulmaz. Çünkü onlar iktidar için yetiştirilmektedir. Darbenin Generali Kenan Evren, bir taraftan Atatürk ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni koruyor görünürken diğer taraftan da okullarda din derslerini zorunlu hale getirir. Kısaca Evren’in kılıcının iki tarafı da kesmektedir.

2000’li yıllara girildiğinde iktidarda Bülent Ecevit vardır. ABD ise ürettiği türlü bahanelerle Irak’a askeri müdahale hazırlıkları yapmakta, Türkiye’yi, ülkenin içinden cephe açmak suretiyle yanına çekmeye çalışmaktadır. Konu Irak’tır ancak altında yatan asıl amaç Türkiye’nin işgalidir.

Bülent Ecevit, ABD’nin yanında yer alamaya razı değildir. Hemen bazı “eller” devreye girer ve Ecevit’in hasta olduğu söylentisi yayılır. Ekonomi kötüye gitmektedir. Derhal ABD’den Kemal Derviş getirilir ve halk arasından “Derviş Yasaları” olarak kabul edilen 15 maddelik bir ekonomik program devreye sokulur. Bu maddeler: Uluslararası Tahkim Yasası; Telekom,  Şeker, Tütün, Tuz yasası; Doğalgaz Piyasası Yasası; Merkez Bankası Yasası; Bankacılık Yasası; Sivil Havacılık Kanunu; Kamulaştırma Yasası; Bütçe Değişikliği Yasası; Görev zararları ve bazı fonların tasfiyesini öngören yasa; Ek Bütçe Yasası; İhale Yasası; Ekonomik ve Sosyal Konsey Yasası… Bugün neyin yoksunuysak ve neyin sancılarını çekiyorsak temelinde bu 15 yasa vardır. Ardından da MHP Genel başkanı Devlet Bahçeli iktidar ortaklığından çekilerek erken seçim ister.

2002 genel seçimleri öncesinde Recep Tayyip Erdoğan, ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirir. Hiçbir resmî ünvanı olmamasına rağmen ABD Başkanı tarafından Oval Ofis’te ağırlanır. 3 Kasım 2002 seçimleri yapılır ve Adalet ve Kalkınma Partisi (halkın deyimiyle AKP) iktidara gelir. Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağı kaldırılır ve Başbakanlık koltuğuna oturur. ABD’nin 1 Mart işgal yasası Meclis’te reddedilir. Ardından Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirilir. Mesaj verilmiştir. Bundan sonrası referandumlar (halk oylaması) sayesinde çorap söküğü gibi gelecektir.

2007 referandumu ile Cumhurbaşkanının halkoyuyla seçilmesinin yolunu açan Anayasa değişikliği, 2010 referandumu ile de Türkiye’nin tüm Cumhuriyet kurumlarının temeline dinamit koyacak maddeler halk tarafından kabul edilir. Bazı basın kuruluşları sonucu “halk yönetime el koydu” manşetleriyle verir. 2014’te Erdoğan ilk kez halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilir. 2017 Referandumuyla kabul edilen ve Temmuz 2018 tarihinden itibaren “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” halkın diliyle “tek adam sistemi” adı verilen uygulamaya geçilir. Bu referandum ile TBMM’nin hükûmet kurma yetkileri, cumhurbaşkanına aktarılır. Kabul edilen yeni sistemde; “Cumhurbaşkanı, devletin başıdır. Yürütme yetkisi, cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, cumhurbaşkanı partili veya partisiz olabilir. Bakanlar cumhurbaşkanı tarafından meclis dışından atanabilir, Cumhurbaşkanı kararnameler yoluyla anayasa, kanun ve kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak kaydı ile  yasama yetkisini de kullanabilecektir,” denilmektedir.

Sonuç olarak 1923’te kurulan Cumhuriyet’in Parlamenter Sistemi sona erdirilmiş, TBMM’nin yetkileri kısılmıştır. Başbakanlık makamı feshedilmiş, yani hükümsüz kılınmıştır. Bakanların milletvekili olma şartı da ortadan kaldırılmıştır.

AKP iktidarının “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısıyla kol kola girdiği ve “mezardakilere bile oy kullandırmak gerek,” sözleriyle referanduma destek veren dinci Gülen Cemaati’nin lideri Fetullah Gülen, (FETÖ) 2016 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerine bir darbe girişiminde bulunur. Ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile TBMM’nin yetkileri tamamen Cumhurbaşkanı’na geçer. Artık ülkeyi “Cumhurbaşkanı Kararnameleri” yönetecektir.

Ne demişti Mustafa Kemal Atatürk; “Artık yüksek meclisimizin üstünde bir güç, mevcut değildir.”

Bugün baktığımızda, 600 milletvekiline sahip olan TBMM’nin bütün güçleri tek bir kişide toplanmış, Meclis işlevsel olmaktan çıkarılmıştır. Cumhuriyet’in kurduğu Cumhuriyet Halk Partisi, küçülmüş, Meclis kararlarında hiçbir yetkisi ve etkisi bulunmamaktadır. Tek bir kişi, gece yarısı imzaladığı kararnamelerle ülkenin tamamına sahip olmuş durumdadır. Bölücü ve dinci örgütlerin siyasî partileri TBMM’de temsil edilmektedir. Bu siyasîler her konuşmalarında “Türkiye halkları” tâbirini kullanarak ülkeyi bölme isteklerini dolaylı yoldan da olsa vermekte, Anayasa’nın ilk dört maddesinin kaldırılması konusunda baskı yapmaktadır. Ülke, milyonlarca mülteci istilasıyla ağırlıklı olarak Araplaştırılmakta; Osmanlı’nın “çok milletli” yapısına dönüştürülerek “Türksüz” bir Türkiye yaratılmak istenmektedir.

Hal böyle olunca da Türk vatandaşları olarak sormayalım mı? “Millî sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalanamaz!” ilkesi sadece dış düşmanlar için mi geçerlidir? Yüce Meclisimizin üstünde oluşan bir güç, “milletin yargısını ve yazgısını” ele geçirmiş midir? Bugünkü TBMM, “millî iradeyi temsil etmekte” ve vatanı koruyabilmekte midir?

Sivas Kongresi’nin 105’nci yıldönümü kutlu olsun mu?

Tülay Hergünlü

Yararlanılan kaynak:
Tülay Hergünlü- Canan Murtezaoğlu; Hiçbir Şey Bitmedi, Cinius Yay. 2023


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir