Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Laiklik ve hilafet üzerine


5 Şubat, Atatürk’ümüzün deha ve girişimi ile bizi onurlandırdığı laik anlayışın, Cumhuriyet yönetimine anayasal bir değer olarak yerleştirilmesinin 87. yılıdır.

Laiklik, erdem özlü bir yönetim olan Cumhuriyet’in varlığındaki değerleri koruyup insan olmanın temel öğelerinin çizgilerini, farklılıklara saygıyı anlatan, insanlık tarihinin varabildiği son erdem düzeydir.

Laiklik, farklı düşünce ve davranışlarımız olsa da birlikte yaşarken saygıyı koruyabilmenin yöntem ve ortamını belirler.

İnsanlık bilinen yazılı tarihi sürecinde dinsel, mitolojik, felsefi ve ideolojik yapılanmalarla bir bahçe gibi tohumlandı, yeşertildi, harmanlandı. Bu süreçte çok acı sonuçlara karşın, kendi içinde iyi/kötü diyalektiği gibi daha insansal olanı arama umudunu yitirmeden mücadele ederek ilerledi.

Bütün mitlerin, dinsel ritüellerin, felsefi önerilerin ve de ideolojik yapılanmaların ortak bir başlangıç yöntemi vardır. İlk olarak, insan evrensel bir süreçte, bilgi eksikliğinden kaynaklanan korkuları yenebilmek, yaşamı sürdürebilmek için güç olarak kabul ettiği ile uyum sağlamak amacı ile itaat ettiğine, görünmez ve çözümsüz kabul ettiğini adlandırmış (Enlil, Ra, Brahma, Zeus, Marduk, vs.) ve onları giderek somut, görünen ve her an ulaşabileceği  yontular, figürler durumuna sokmuş, onları kâh yalvaran kâh öven kâh onlardan talep eden “dua, yakarış” ritüelleri ile bezemiştir.

Freud’un, koruyucu baba tanımında olduğu gibi, toplumsal bir varlık olan insan, bazı kişilere ama korku sonucu ama gönüllü olarak yönetme erkini bırakmıştır. Bu erk devri insanlığın hem olmazsa olmazı, hem de acı tatlı yaşam seyrinin “iktidar” motifinin olgusuna yol açmıştır.   

Sevgi, saygı, korunma, barınma, üretebilme, nesil oluşturma, güven duyabilme çareleri arayan insanlar, kurdukları düzenlerde kendisine güven duyduğu, toplumun babası saydığı hatta makam isimleri ile donattığı ve giderek en iç titretici olarak Tanrısallık niteliği verdiği kişilerce yönetilmeye başlamıştır. Bu kişilerde oluşan “güç bozumu” yönettikleri toplumlar için tanımı sınırsız ıstırap kaynağı ve de insanlık için hafızalardan çıkmayacak örneklere neden olmuştur. (Asur, Moğol, Hitler, vb.)

Ama insan çok güçlü bir gen taşır, umut geni, çaresizlikte çıkış yolu bulur. Bu erki elde ederek insanın yaşamını tahrip eden, Ziggurat, Piramit, Stupa, Sinagog, Kilise, Cami ehli veya ideolojilerin partizanları olsun, sonuçta hep yeni bir yolun taşlarını oluşturdular; çaresizliğe baş kaldırma yöntemi felsefe ve bilimsel akıl ve yaşam gurusu sanatla çözüm yarattı.

Bizim içinde yaşadığımız Türk ve İslam dünyası da benzer süreçlerden geçti. Biz Türkler İslam’a geçmeden önce aramızdan “ATA” tanım eksenli ve han, kağan dediğimiz kişilerce yönetildik. Eğer yönetim erkini kullanan adil, paylaşımcı ve güven verici ise beraberlik sürdürüldü yoksa yeni arayışlar başladı. (İki bin yılda on yedi farklı devlet kurmak düşündürücüdür, İngiliz, Fransız devletleri bin beş yüz yıllıktır.)

İslamiyet, Musevi, Hristiyan oluşumunun devamıdır ve ortak noktası “tek güç bileşkesi olan Tanrıdır.”

Bu Tanrı erkinin çalışma düzeni, kâh vahyedildiği kitap veya başta Arap örfü, devamında İran ve Türk örfü ile tarihte yer aldı. İslam’ın kitabı Kur’an’da insan Tanrı’nın halifesi olarak belirtilir ve dünya ona emanet edilir. Her insan bu sorumlulukla yaşar ve toplumsal yaşamı sürdürebilmek için aralarında istişare, seçim yolu ile ve de murakabe ve denetime açık, vasıfları bilinen bir yönetici,  emir, başkan seçilir.

İslam hukukunda halifelik Hz Muhammed’i temsil etme yetkisidir. (Enam, 165; Yunus, 14) Yönetici mutlaka seçilerek gelmeli, yönettiği sürede biat edilmeli (bugün buna demokraside seçmenin tercihine saygı diyoruz) kamunun yetki verdiği akil kişilerce denetime açık ve azledilebilir olmalıdır.(günümüzde demokrasi kaba hatları ile budur)

Ama gayretkeş ve hırslı insan aynen diğer din veya ideolojik ortamlarda olduğu gibi ben Tanrı’nın halifesiyim, gölgesiyim diyerek aşkın ve baskın iktidarlar oluşturmuştur. Augustus, Nero, Jüstinyen, papalar, sultanlar, krallar, ayetullahlar, tanrısallık vasfına bürünürler. Sonuç, yılların ıstırabıdır.

İşte, yazımda sözünü ettiğim direnen akıl bir yol bulur ve yüzyıllar sonra laiklik ilkesinin gücü ile özgürlük bileşkesi, dinsel veya ideolojik kökenleri ile travma yaratan baskı, tiranlık, diktatörlüklere son verdiler ve verirler.

Bazı kesimlerce özlemle söz edilen, yukarıda da değindiğim gibi, halifelik, çarpıtılmış, amacı gizlenen, baskı yönetimi olarak tarihte yerini almıştır. Bugün yaşadığımız demokrasi, farklılıklara ve özellikle kadın haklarına saygılı, içeriği ilerlemiş, rekabet edebilir, eşitlikçi anlayışla toplumların vazgeçilmez yönetim biçimidir.

Yasama, yargı ve yönetme erkleri, toplumu denge ve hakkaniyet içinde yürütmekle görevli ve sorumludur.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının millî, ırksal, düşünsel ve inanç farklılıklarının korunarak yaşaması, laiklik ilkesinin anayasa hukukunun vazgeçilmezi olmasındandır.

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün bir armağanı ve gelişmekte olan mazlumlara yol gösteren bir tarihsel atılımdır.

Cenap Murtezaoğlu


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir