Kusurların Mükemmelliği: Wabi-Sabi & Kintsugi
Hiçbir şey bitmiş değildir. Kırılmış, parçalanmış imkânsız gibi gözüken bir şeyin içinde bile bir imkân vardır…
Gösterişsiz ve basit bir yaşama ne dersiniz?
Kusurlu güzelliği daha estetik bulan bir felsefe, 1500’lü yıllarda Japonya’da ortaya çıkıyor, kökeni ise Zen Budizmi’ne kadar giden bir yol. Wabi; köy ya da kırsal basitlik, lâkin Türkçede tam karşılığını bulamıyorum. Sabi ise, kusurdan mutlu olmak. İşte tam aradığım kelime diyerek bu yazıyı yazmaya karar veriyorum.
Wabi’yi “rustik basitlik” veya “sade şıklık” olarak, Sabi’yi ise “kusurlardan keyif almak” şeklinde tanımlayabiliriz. Antik Japon Krallığı’nda “kusur”, aydınlanmanın kilit adımlarından biri olarak benimsenir. Bu sebeple Wabi-Sabi “kusurlu güzellik” kavramını benimser.
Günümüz yaşam şartlarının Batı merkezli idealist yönü, doğru olanın simetrik anlayışı ya da mükemmel olanın peşinden koşma gayesiyle hayatlarımızı yaşarken, Doğu’nun ılıman ve bir o kadar bu koşulları reddeden bir felsefesi, Wabi-Sabi.
İşin felsefî kısmını bir kenara koyarsak, neden doyumsuzluk içinde hep en yeninin peşinden koşuyoruz?
Bunu kendime sorduğumda, yeni yenilenmektir diye düşündüm. Oysa ki eski, iz bırakandır. Eski, belki unutup ya da harap görüp yeniden ben olabilmektir. Hayatın içinde, zamanın mucizesine şükretmek yerine elimizdeki materyalleri, ya da kendi bedenimizle uğraşmayı mı yeğliyoruz, geri dönemeyecek zamanın peşinden mi koşuyoruz?
Ee, o zaman bu zaman kaybı değil mi?
Yunan mitolojisine baktığımızda dimdik, mükemmel, güçlü ve atletik heykelleri gördüğümüzde, insanoğlunun soyunun bu kadar erişilmez güzellikte olabileceğini düşünmek… Oysa ki, kimse mükemmel değilken ve kimse mükemmel olamayacak iken. Peki mükemmellik sizin için nedir? En iyi iş? En iyi vücut? Ya da en iyi ilişki mi?
Hayatınızda en önem verdiğiniz başka ne varsa onun en en en iyisi mi?
Şimdi gözlerinizi kapatın, biliyorum çok klişe ama bir dakika boyunca bunların her birinin gerçek olduğunu düşünün. Sizce, sonrasında en iyi hayata sahip olmuş olur muyuz?
Bunun cevabı sadece mantığımızda saklı: “Hayır…” Sürekli en iyiye sahip olmayı düşünmek, tatminsizlik, yorgunluk ve gerginliğe yol açar. Kusursuz olmaya çalışmak sadece imkânsız değil, aynı zamanda kişiyi gerçek dışı bir arayışa sürükleyen ve nihayetinde olabileceğinden daha çok kusurlu olmasına neden olan bir mücadeledir.
İnsanoğlu doyumsuzdur, hep daha fazlasını ister. Ve bir bakar ki, kendi ile verdiği mücadelede ruhunu ve özbenliğini beslemekten vazgeçip, sadece dış görünüşüne odaklanmış.
Wabi-Sabi kavramı oldukça geniş bir anlam bütünlüğüne sahiptir. Tek bir metinle anlatmak oldukça güçtür. Günlük yaşamın her alanında uygulanabilir.
Mimaride bu kavramlar bir araya geldiğinde, birbirini tamamlar. Basitliği ve bir nesnenin en gerçek formunu ifade eder. Bu rahatlığın getirisi sayesinde; dünyanın materyalist takıntılarından koparılmış bir şekilde mekâna dahil olur.
Doğallığa, yaşanmışlığa, deneyime dair derin bir felsefedir. Wabi-Sabi’yi anlamak için gereken şey, açık bir zihinle, her şeyi mükemmelleştirmekten vazgeçebilme, olanı kabul edebilme ve eldekini sevip sahip olduklarına şükredebilme becerisidir. Geçiş ve kusurun kabulü üzerine odaklanmış bir dünya görüşüdür.
Sadeliğin güzelliğine dikkat çekmek…
Daha samimi ve sade bir yaşam, fütursuzca yapılan harcamalara yer olmayan. Gereksiz, sadece olma hissine sahip olmak için doyumsuzca alınan nesneler israftır. Wabi-Sabi’de buna yer yoktur.
“Yaşanan her şey değerlidir!” diye sessizce haykıran Japon sanatı!
Kintsugi, Japon felsefesi Wabi-Sabi’ye dayanıyor. Bu birbirine yaslanan felsefe ve geleneğe baktığınızda, bu kusursuzluk arayışının tam ortasında, pırıl pırıl parlayan, altın rengi bir hikâye, bir gelenek var: Kintsugi.
Çömlek, vazo, bardak gibi seramiklerin kırıldıkları yerden altınla birleştirilmesi sanatına Kintsugi deniyor. Kintsugi bize kusurların, çatlakların güzelliğini, tamir etmenin coşkusunu yeniden hatırlatıyor.
Çağdaş sanatta Kintsugi disipliniyle işler yapan; başta Yoko Ono, Joana Meroz, Tomomi Kamoshita olmak üzere birçok sanatçı vardır. Bir seramik obje kırıldığında, çatladığında, işlevini kaybettiğinde bunu sanata dönüştürmek için bilinçli olarak kırılan parçaları kendi yorumlarını katarak yeni seramik eserler oluşturmaktadırlar. Peki ya eskisinden daha güzel olabilir mi?
Yoko Ono: 1960’ların başından beri Yoko Ono, sanat, performans, müzik, feminizm ve savaş karşıtı aktivitelere yaptığı katkılar aracılığıyla sanatçı ve toplum arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamaya yardımcı olan uluslararası sanat ortamında etkisi olan bir sanatçıdır.
Yoksulluğun iyileşmesi ve kesintisiz korunması Yoko Ono’nun yeni eserlerinin temel kavramlarıdır. Yoko Ono’nun el yazısı, dünyayı etkileyen altı felaket olayını konu almaktadır. Eserinde “parçalanmış” fincan etkileri yaratmış olan sanatçı bu fincanların üzerine dünya tarihindeki trajik olayları ve yerlerini not almıştır. 7 adet fincan ve tabağından oluşan koleksiyonunda, Ono’nun “bu fincanlar koruma altındadır ve asla kırılmayacaktır” diye el yazısı ile yazılmış olan, barış ve umudu yansıtan bir dekor yer almaktadır.
Joana Meroz: Hikâyesini, seramik parçalarının gündelik kullanımlar sırasında oluşan hasarları; kenar çatlakları, atmalar ve çentikler nedeniyle ait oldukları takımlardan çoğu zaman çıkartılmaları üzerine temellendiren tasarımcı Joana Meroz, “Crackery- Crockery” (Çanak Çömlek) adlı serisinde, kusurun güzelliğini övmüş, çatlakları olan seri üretim beyaz porselen yemek takımlarını kişisel hazinelere dönüştürmüştür.
Joana Meroz seramiğin kırılganlığına duyduğu saygıyla bir çatlağı veya çentiği saklamak yerine, her bir parçanın hatalarını altın pırıltılı çiçek deseniyle göz önüne çıkartmıştır. (Meroz, 2009)
Tomomi Kamoshita: Hem bir seramik eğitimcisi hem bir sanatçı olan Kamoshita kintsuginin geleneksel tekniğini çalışmalarına entegre etmiştir. “Gift from the Waves” (denizden gelen hediye) adlı son tasarımlarında okyanusun verme ve alma gücünü yansıtıyor: “Her Japon’un fark ettiği gibi dalgalar bizden çok uzaklaşıyor. Ancak uzaklaşırken bıraktıklarını görmek gerekmektedir.” diye düşünen sanatçı bu çalışmaları ile dalgaların bize ne getirdiğini yeniden canlandırmak istemiştir.
Kamoshita, dalgaların kıyıya getirdiği kırık seramik ve cam parçaları toplayarak eserlerinde yer vermiştir. Kırık seramik parçaları konuşabilseydi, bazıları size bir gemiden düştüklerini söylerdi. Bazıları ise bir tsunami tarafından yıkıldıklarını söylerdi. Belki de bazıları öylesine atılmışlardı. Toplanan bu kırık parçaları kendi sanat anlayışı ile bir araya getiren ve bunu yaparken de geleneksel kintsugi tekniğini kullanan sanatçı özellikle pembe parçalar kullanmıştır.
Kamoshita için, pembe, sakura ya da canlanmanın sembolü olan kiraz çiçeklerini simgeliyordu. Çünkü ne olursa olsun, ilkbaharda çiçek açan bu bitkiler yeniden canlanmanın sembolü idi. (tomomi-kamosito, 2017)
Geri dönüştürmeyi, onarmayı, çoktan unutmuş gibiyiz. Onun yerine yenisini alıyoruz, ucu kırılmış seramiklerden, ortası çatlamış vazolardan artık kusurlu diye vazgeçiyoruz.
Kintsugi tekniğini kullanan sanatçılar, kırılmış seramikleri altın ve gümüş ile birleştirerek, yaşanmışlığın özgün ve benzersiz izlerini taşıyan eserler ortaya çıkarıyorlar. Kırılmanın aslında bir bozulma ve yokluğa gidiş değil, yeni bir varoluş biçimi olduğuna işaret eden, umut dolu yaşam metaforları üreten bir sanat.
Kırılmış bir nesneye üzerinde çalışıp onar verdiğimiz zaman, ona değer vermiş olmakla kalmıyor, olumsuzu, olağanüstü bir halde olumlu bir hale getirmenin insanda yarattığı farklı bir bakış açısına sahip oluyoruz.
Bizi biz yapan yaşadıklarımızdır. Olumlu ya da olumsuz her şey karakterimize, hayata bakış açımıza ve duruşumuza katkıda bulunur. Fakat burada önemli olan bunları doğru kavrayabilmek, kırıkları doğru tamir edebilmektir.
Dünya, herkesi kırabilir. Düşen eşya kırılır, düşen insan tekrar kırıldığı yerden ayağa kalkabilir. O halde her şey yeniden var olabilir.
Yasemen Çavuşoğlu
Kaynak:
https://www.arttv.com.tr/yazi/kusurlarn-mukemmeligi-wabi-sabi-kintsugi-yazan-yasemen-cavusoglu
Çok güzel bir yazı. İnsanın kusurlara bakış açısını değiştiriyor. Kaleminize sağlık. Sevgiyle …