Hasanoğlan’dan İmamoğlan’a (13)
İsmail Hakkı Tonguç: “Demokrasinin iki çeşidi vardır. Biri zor ve gerçek olan, öbürü de kolayı, oyun olanı. Topraksızı topraklandırmadan, işçinin durumunu sağlama bağlamadan, halkı esaslı bir eğitimden geçirmeden olmaz. Birincisi, köklü değişiklik ister. Bu zor ama gerçek demokrasidir. İkincisi kâğıt ve sandık demokrasisidir. Okuma yazma bilsin bilmesin; toprağı, işi olsun olmasın, demagojiyle serseme çevrilen halk, bir sandığa elindeki kâğıdı atar. Böylece kendi kendini yönetmiş sayılır. Bu oyundur, kolaydır. Amerika bu demokrasiyi yayıyor işte. Biz de demokrasinin kolayını seçtik. Çok şeyler göreceğiz daha…”
Bakan Sirer’in açtığı yolda, CHP’nin Şemsettin Günaltay başkanlığındaki son hükûmetinin Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu da ilerler ve Enstitülere sadece köy çocuklarının alınması uygulamasından vazgeçilir. Recep Peker, rahatsızlığı nedeniyle istifa eder. (10 Eylül 1947) Yerine Hasan Saka Başbakan olur. İki kez hükûmeti kurma görevini üstlenen Hasan Saka, yoğun eleştiriler üzerine istifa eder, yerine Şemsettin Günaltay gelir. (16 Ocak 1949) Ve Köy Enstitülerine son darbeyi vuracak olan Demokrat Parti (DP), 1950 seçimlerinde tek başına iktidara gelir. Adnan Menderes Başbakan, Celal Bayar’da Cumhurbaşkanı koltuğuna oturur. Artık Türkiye’de hiçbir şey Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki gibi olmayacaktır.
DP’nin ünlü laf cambazı Tevfik İleri, 1950 seçimlerinden sonra bakan olmuştur. Köy Enstitüleri’nin kapatılması için TBMM’de çalışmalar başlatır. Radyoda yaptığı bir konuşmada, Köy Enstitüsü çıkışlılar için, “Öğretmenler içinde, üç dört yüz kadar komünist bulunmaktadır. Bunları saptayıp mahkemeye vereceğiz, Millî Eğitim’i bunlardan temizleyeceğiz.” der. Kendilerince komünist olduklarını iddia ettikleri 500 kişilik kadrodan 400 kişiyi zararlı oldukları bahanesiyle “temizlerler.”
ABD’nin “Komünizm” projesine dayalı “siyasal dincilik” projesi etkisini artırmaktadır. Aydın kıyımı başlar. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ve eğitim kursları 1947-1948 döneminde kapatılır. Öğrencilerin meslek edinmelerini sağlayan derslere son verilir. Köylerde görev yapan enstitülü öğretmenlerin ellerinden araç gereçleri alınır ve kurumları ile ilişkileri kesilir. Öğrencilerin yönetimde söz sahibi olma uygulamasına son verilir; ders dışı çalışmaları kısıtlanır. Karma eğitime son verilerek kız öğrenciler öğretmen okullarından alınır ve iki enstitüde toplanırlar. Enstitü kitaplıklarında sakıncalı görülen kitaplar da ayıklanır ve yakılır.
Bakan Sirer, 1951 yılında TBMM’nin kapalı oturumunda yaptığı konuşmada, Köy Enstitüleri kıyımında DP’li arkadaşlarından da destek aldığını açıklayacaktır. Gazeteci-yazar Şevket Süreyya Aydemir o günleri şöyle anlatmaktadır; “Millî Eğitim Bakanlığı, Köy Enstitülerinin üstüne birden, amansız şüphelerin ve iftiraların bulutlarını gerdi. Haksız müdahaleler, yalnız enstitülü öğretmenlerde değil, bütün öğretmen dünyasında gurur, haysiyet ve cesaret kırıcı duygular yaratıyordu. Bir gün bir salonda, enstitülüler için çok ağır suçlamalar yapan bir eğitim müfettişinin konuşma, rapor ve vesikalarını dinlemiştim. Söylenenler eğer doğruysa daha o gün ve o salondan başlayarak, ne kadar köy enstitülü varsa hemen toplanmaları ve tutuklanmaları gerekirdi.”
Mustafa Güneri de kitabında şöyle demektedir: “Devir öyle bir devirdi ki ekmekten, topraktan bahseden, ‘yalınayak’ diyen sol sayılıyordu. Devlet büyükleri arasında ‘bu müesseseler sola kayıyor’ diyenler oldu. Bana göre önce ve özellikle kıskançlık, çekememezlik, daha sonra da bu müesseseler sola kayıyor tartışması yüksek kısmın kapatılmasına sebep olmuştur. … Yüksek kısmın kapatılmasıyla kalınmadı, köy enstitülerinin orta kısmın programı değişti ve adı ‘öğretmen lisesi’ oldu. Köy ve köylünün cehaletten kurtulmasına ümit veren bu müesseselerin kapatılmasına çok yazık oldu.”
Şiirleriyle, öyküleriyle, romanlarıyla tanınan, Mehmet Başaran da Hasanoğlan Köy Enstitüsü çıkışlıdır. Başaran, “Tonguç Baba” isimli şiirinde şöyle sitemlenmektedir:
Komadı karanlığın ağaçları,
Ülke uyansın ülke çiçeğe dursun.
Komadı aydınlıktan korkanlar…
Millî Eğitim Bakanı olarak yedi yıl, yedi ay ve yedi gün görev yapan Hasan Âli Yücel, Köy Enstitüleri dışında eğitim konusunda pek çok yeniliğe de imza atar. Bunlar arasında en önemlileri Dünya Klasikleri ile ansiklopedilerin Türkçeye çevrilmesi; dilin Türkçeleşmesi-Arılaşması ve ders kitaplarının standartlaşması çalışmaları; Ankara Fen Fakültesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ankara Tıp Fakültesi’nin kurulması ile 4936 Sayılı Üniversiteler Kanunu’nun yasalaşmasıdır.
Prof. İbrahim Ortaş, “Bu model, şimdi bütün dünyada tartışılan, yüksek öğretimde probleme dayalı öğretme modeline çok benziyor. Ayrıca AB’nin yüksek öğretimde başlattığı Leonardo Da Vinci sisteminin yıllar önce uygulandığı bir şeklidir.” açıklamasıyla, Köy Enstitülerinin bugün Batı tarafından yeni keşfedildiğini belirtmektedir. Eğitimdeki başarılarıyla öne çıkan İskandinav ülkelerinde uygulanan sistem, Köy Enstitüleri ile çok büyük bir benzerlik içermektedir. Grigori Petrov’un, Finlandiya eğitim sistemini anlattığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı kitabını ilk kez Türkçeye çevirten Atatürk’tür ve bu kitabın, okulların müfredatına konulmasını istemiştir.
Metin Aydoğan, Köy Enstitülerinin kapatılmasında ABD’nin oynadığı role de dikkat çekerek; “Köy enstitülerinin dünya çapındaki başarısının 1945’ten sonra Türkiye’ye girmeye başlayan ABD’nin dikkatini çekmemesi olası değildi. Nitekim ABD, o dönemdeki Türk hükûmetine 12 adet ‘eğitim projesi’ kabul ettirdi ve bu kabulden sonra Türk Millî Eğitim’i çok farklı bir yöne döndü. Köy enstitüleri önce etkisizleştirildi sonra kapatıldı, yerlerine imam hatip okulları açılmaya başlandı,” demekte ve 1939-1960 döneminin, Türkiye’deki “aydın kırımının” ilk dönemi olduğunu vurgulayarak şöyle devam etmektedir:
“Siyasete kurban giden enstitülerde öncelikle kız ve erkek öğrencilerin aynı yerleşke içinde kalması eleştirildi ve dedikodular çıktı. Daha sonra enstitülerde sağ-sol söylentileri çıktı. Enstitülerin komünizm yuvası olduğu da söylendi, Batı tarzı kültür politikası ile gelecek nesillere ulusal değil, Batı kültürü aşılandığı da… Fakat asıl olay, Köy Enstitüleri ile söylentilerin en çok kızıştığı bir dönemde, bir pilotun uçaktan gördüğü Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ndeki müzik binasının çatısını ‘orak-çekiç’ simgesine benzetmesiyle başladı. Köy enstitülerine ‘komünist’ damgası yapıştırılmıştı. Artık bu bilim-kültür ve aydınlanma yuvaları daha fazla yaşayamazdı. 1951 yılı, Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün ve diğer enstitülerin ölüm yılı oldu.”
Henüz Atatürk’ün toprağı çökmeden, Türkiye ile ABD arasında biri 1939 diğeri de 1949’da olmak üzere iki adet eğitim anlaşması imzalandığını, bu anlaşmalar gereği Atatürk’ün yazdığı ve liselerde müfredat olarak okutulan tarih kitaplarının kaldırıldığını, yerine sadece 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşlarını anlatan kitapların getirildiğini; Batı’nın bilinçli bir şekilde Türk tarihini 600 yıllık bir süreyle sınırladığını da değerli tarihçi Sinan Meydan’dan kısa bir not olarak verelim.
“ABD ile imzalanan ikili anlaşmalardan biri de, 8 maddeden oluşan ‘Türkiye ve ABD Hükûmetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma’dır. (27 Aralık 1949) Kısaca ‘Fulbright’ Antlaşması olarak anılan bu anlaşma ile Türk Millî Eğitim Sistemi’nin temeline âdeta dinamit konulmaktadır. Türk eğitim sistemi, işte bu anlaşma ile 1950 yılından itibaren bütünüyle Amerikan çıkarları doğrultusunda şekillenecektir. Özellikle 5. Maddesi, Türk eğitim sistemini ortadan kaldırabilecek tarzda düzenlenmiştir. Şöyle ki; Komisyon; dördü T.C vatandaşı, dördü de ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden oluşacaktır. ABD diplomatik misyon (görev) şefi, komisyonun fahri başkanı olacaktır ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon başkanı verecektir.” Bu anlaşmaya göre komisyonda nasıl oylanırsa oylansın sonuç her defasında ABD’den yana olacaktır.
Fulbright Anlaşması, Türkiye’de eğitim birliğinin bozulmasının, Köy Enstitülerinin kapatılmasının ve imam-hatip okullarının açılmasının esas nedeni olarak kabul edilmektedir. İsmet İnönü günlük notlarından oluşan “Defterler” adlı kitabında şunları yazacaktır; “Yabancılar imam hatip mezunlarını Harbiye’ye almamızı söylediler. Bunu Sultan Abdülhamit ordusuna dönüş sayarım. …Oldubitti yaptırmayacağız.”
Devam edecek…
Tülay Hergünlü
NOT: Fotoğraf Mustafa Güner albümündendir.