Bölünmez, bağımsız, hür ve çağdaş bir Türkiye
28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan Veliaht Prensi, Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülür. Prens’in öldürülmesi Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına bahane olur. (28 Temmuz 1914)
3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransız savaş gemileri Çanakkale Tabyalarını topa tutar.
5 Kasım 1914’te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder.
Bu gelişmelerin zorunlu sonucunda Osmanlı İmparatorluğu, Almanya ve Avusturya-Macaristan yanında savaşa girer. Bunun üzerine İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener şöyle bir açıklama yapar: “Türkiye’yi yok edinceye kadar savaşacağız!” Kitchener’ın bu cümlesi; Prens’in öldürülmesinin bir bahane olduğunu, savaşın geri planındaki asıl amacın Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalamak, topraklarının, yer altı ve yerüstü zenginliklerinin üzerine oturmak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Zira Türkiye’ye hâkim olan bir emperyalist ülke, Ortadoğu ve Balkanları; Boğazlar vasıtasıyla da Kafkaslar ve tüm Asya’yı kontrol altına alabilecektir.
İşte büyük plan buydu!
Zavallı Anadolu, dört yıl boyunca beş cepheye kan ve can pompalamak suretiyle bu planın hayata geçmesini engelledi. Büyük oyunu bozacak ilk adım, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basmasıyla atıldı. Samsun’dan sonra Türk’ün makûs talihine “Dur!” diyecek hayatî kararlar, ardı ardına alınmaya başlandı:
21-22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi:
Ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi yayınlandı. 1.Madde ile tehlikenin boyutu gözler önüne serildi: “Vatanın bütünlüğü milletin bağımsızlığı tehlikededir.”
23 Temmuz-7 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi ile Payitaht ve tüm dünyaya bir mesaj verildi: “Vatan bir bütündür, parçalanamaz.” (1.Madde)
4- 11 Eylül 1919 Sivas Kongresi ile de yine Payitaht ve tüm dünyaya; “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, ayrılamaz” mesajı, bir kez daha ve kararlılıkla ilan edildi. (1.Madde)
Ankara’nın ısrarı üzerine İstanbul hükûmeti, İngilizlerin izniyle, seçim yapılmasını kabul etti. 12 Ocak 1920’de Osmanlı Meclisi İstanbul’da toplandı ve esasları Erzurum ve Sivas Kongreleri ile Ankara’da oluşturulup belirlenmiş olan Millî Ant’ı (Misak-ı Milli) kabul ve ilan etti. Millî Ant’ın özü yine aynıydı:
“Bölünmez, bağımsız, hür ve çağdaş bir Türkiye”
Bu karar işgalcileri rahatsız eder ve Ankara’ya gözdağı vermek üzere İstanbul’da yönetime resmen el koyarlar. Bazı milletvekillerini, askerleri ve yazarları tutuklar ve hepsini Malta’ya sürerler. Vahidettin’in yeniden iş başına getirdiği sadrazam Damat Ferit ise Kuva-yı Milliyecilere ve askerlere savaş açar. Milletvekilleri ve subaylar İstanbul’dan kaçarak Ankara’ya gelirler.
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılır. Mustafa Kemal Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığına seçilir. TBMM, 20 Ocak 1921 tarihinde çıkarttığı ilk anayasanın birinci maddesinde, Cumhuriyet rejimi ile ilgili şu karara imza atar: “Egemenlik, kayıtsız ve şartsız milletindir” (1.Madde)
***
Buraya kadar anlattıklarımızdan hareketle, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temelleri:
“Vatanın bölünmez bütünlüğü” ve “Milletin egemenliği” esaslarına dayanır.
Bu esaslar hem o günlerin, “Türkiye’yi yok edinceye kadar savaşacağız!” diyenlerine, hem de böl, parçala ve yönet zihniyetinin bugünkü iç ve dış temsilcilerine verilen tokat niteliğinde bir cevaptır.
Hiç kimse hayale kapılmasın!
Tülay Hergünlü – SMMM
Yararlanılan kaynak:
Turgut Özakman; Şu Çılgın Türkler