Biz memleketimizi artık esir ülkesi yapamayız (3)
Cumhuriyet ekonomisinin nasıl dibe çekildiğini anlatmaya devam ediyoruz.
12 Eylül darbesinden sonra işbaşına gelen Turgut Özal iktidarı ile neoliberal (serbest piyasa kapitalizmi) dönüşüm gerçekleştirilir. Cumhuriyet dönemi millî değerlerinin özelleştirilme eliyle yok edilmesi çalışmaları da hızlandırılır. Cumhuriyet’in devasa fabrikaları önce âtıl hale getirilir, ardından da hurdaya çıkarılır.
Ancak, Özal iktidarının neoliberal politikaları da işe yaramaz. 1986 yılında icra ve iflas olayları artar. Yüzlerce şirket iflas eder, onlarcası da konkordato (yeni bir ödeme planı) talebinde bulunur. Bu yıl, batık sermayelerin yanı sıra üretim ciddi oranda düşerken ihracat da durma noktasına gelir. Durum, bankalar için de pek iç açıcı değildir. 1986 yılında ciddi denetimler yapmaya gerek duymadan kredi musluklarını iyice açan bankalar, iflas ve hacizlerle ortaya çıkan batık krediler nedeniyle ciddi sarsıntılar geçirir.
Ekonomide yaşanan darboğaz, devletin dolaylı olarak firma kurtarma operasyonlarına yönelmesine neden olur. Kamuoyunda “Kurtarma Yasası” olarak bilinen kanun yayınlanır. (günümüzde olduğu gibi)
24 Ocak modeli ekonomi, ülkeye önce sanal bir ferahlama getirmiş ardından da korkunç bir darboğaza sokmaktan başka bir işe yaramamıştır. Ancak her devirde olduğu gibi Özal ekonomisi de kendi zenginini yaratırken, “orta direk” denilen kesim tamamen yok edilmiştir. Tüm bu yaşananları âdeta pembe gözlük takarak izleyen Turgut Özal ise şunları söyleyebilmektedir: “3 yılda 30 yıllık iş yaptık!” (…)
Özal ilk kez haklıdır; 3 yılda 30 yıllık millî değerler ışık hızıyla yok edilmiştir…
On yıllık iktidar döneminde Cumhurbaşkanlığı’na kadar yükselen Turgut Özal’ın 1993 yılındaki ölümünün ardından Türkiye’de yeni bir dönem başlar.
1994 yılı Türkiye açısından ekonominin tam anlamıyla iflas ettiği bir yıl olur. 1950’li yıllarda Menderes iktidarı ile başlatılan borçlanmaya dayalı iktisadi siyaset, Demirel, Özal ve Çiller zamanında da devam ettirilir. Uluorta harcamalar sonucunda dış borç ve bütçe açığı yükselir. Ekonomi alarm vermeye başlar. Nihayet 14 Ocak 1994 tarihinde Cumhuriyet tarihinin Atatürk’ten sonraki en bunalımlı krizlerinden biri daha yaşanır. Amerikan Doları’nın hızlı yükselişi önlenemez ve halk, bankalara hücum eder. Para çekme kuyrukları uzadıkça uzar. Bankalar verdikleri kredileri geri istemeye başlarlar. Borsa çöker; dövizle borçlanan firmalarda arka arkaya iflaslar başlar. İntihar edenlerin haberleri gazetelerde yer alır. Sonuçta DYP-SHP hükûmeti tarafından o meşhur “5 Nisan kararları” alınır. Türkiye’nin tarihindeki en büyük kemer sıkma politikası açıklanır. Doların aniden yükselmesi, birçok şirketi ya iflas ettirir ya da iflas durumuna getirir. Vergiler ve faizler yükselir, enflasyon yüzde yüzü aşar. Bu durum iğneden ipliğe her şeyin zamlanmasına da neden olmaktadır. Hükûmet yeniden IMF’nin ipine sarılır ve o kaçınılmaz Stand-by anlaşmalarından biri daha imzalanır.
1998 yılına kadar kör topal ilerleyen Türkiye ekonomisi 1998 yılında bir kez daha dar boğaza girer. Uygulamaya alınan sıkı para politikası ve enflasyonu düşürme programını Asya-Rusya krizi sekteye uğratır ve milyarlarca dolar sıcak para yurtdışına kaçar. Ekonomik daralma kaçınılmazdır. Faizler yükselir, dış borç fırlar. Hazine iç borçları döndüremeyecek noktaya ulaşır ve kaçınılmaz son gelir; 1999 yılının Aralık ayında hükûmet, IMF ile yeni bir Stand-by anlaşması imzalar ve üç yıllık bir yeniden yapılandırma dönemi oluşturulur.
19 Şubat 2001’de Millî Güvenlik Kurulu (MGK) toplanır. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile Başbakan Bülent Ecevit arasında süren gerilim patlama noktasına ulaşır ve o meşhur “Anayasa kitapçığını fırlatma” olayı yaşanır. Akabinde de borsa çakılır ve faizler fırlar. Zaten bıçak sırtında duran Türkiye ekonomisi tamamen dibe vurur. 21 Şubat 2001’de tarihe, “Kara Çarşamba” olarak geçen büyük ekonomik kriz patlak vermiştir. Bu, Cumhuriyet tarihinin en büyük krizidir. Arka arkaya meydana gelen iflaslar nedeniyle çok sayıda işyeri kapanır, binlerce çalışan, işsiz kalır. Piyasalar durgunlaşır. Sonuç olarak ABD’den ithal edilen Kemal Derviş ile IMF’ nin “güçlü ekonomiye geçiş” programı uygulamaya konulur. 1999-2002 yılı krizinin sonrasında bir üç yıllık Stand- by anlaşması daha gerçekleştirilir.
Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra getirildiği “ekonomisi dışa bağımlı bir ülke” konumundan bir türlü çıkamamaktadır. Her gelen iktidar, bir öncekini aratmakta, ülke giderek yoksullaşmaktadır. Ancak tarihi bir gerçek vardır ki o hiçbir zaman değişmez; bozulan ekonomiler, iktidarları koltuklarından eder.
Bu gerçek, Türkiye’de de değişmemektedir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “erken seçim isteriz” çığırtkanlığı sonucunda 3 Kasım 2002 seçimleri gerçekleşir ve halk, CHP hariç tüm partileri sandığa gömer; Adalet ve Kalkınma Partisi’ni (AKP) tek başına iktidara getirir ve Cumhuriyet Halk Partisi’ne de (CHP) muhalefet görevi verir.
Ülke, uzun yıllar devam edecek bir karşı devrim sürecinin de kırılma noktasına gelmiştir.
Tülay Hergünlü – SMMM
Devam edecek…
Yararlanılan Kaynaklar:
Metin Aydoğan, “Yeni Dünya Düzeni, Kemalizm ve Türkiye” I-II. Umay Yay. 2007
Tülay Hergünlü, “İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne” Doğu Kitabevi, 2017