Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Bir zamanlar iş hayatı


İnsani değerlerden tinsel menfaatlere…

Mesleğe ilk başladığım yıllarda tanıklık ettiğim çalışma ortamları, bugünle kıyaslandığında âdeta başka bir zamana ait gibiydi. İşletmelerde hem işverenlerin hem de çalışanların gözlerinde bir heyecan vardı. İş yapma arzusu, fikir üretme isteği, emek sonucu elde edilen verilerin paylaşılması herkes için mutluluk kaynağı olurdu. Rekabet elbette vardı; fakat bu rekabet, zarafetle, arkadaşlıkla, insani ilişkilerle sınırlandırılırdı. Kısacası; çalışılır sonra da emeğin hakkı doğrultusunda bir beklentiye girilirdi.

İşverenlerin önemli bir bölümü Anadolu’dan gelen, o yörenin kültürünü taşıyan, insani değerlerini henüz yitirmemiş kişilerdi. İş başarma konusundaki istek ve adanmışlık, bazen farkında olunmadan içselleştirilmiş bir meziyet olarak karşımıza çıkardı. Çalışanlar arasında kimi zaman birbirinin ayağını kaydırma niyetiyle davrananlar olurdu; fakat bu tür durumlar çabucak fark edilir, komik bir paradoksa dönüşür, gülerek anlatılan bir dedikodu malzemesi hâlini alırdı. İnsanların yüzlerinden utanmaları, heyecanları okunurdu; o dönemlerde aldırmazlık, vurdumduymazlık gibi hissiyatlar henüz kök salmamıştı.

Söylenen her söz, yapılan her öneri dikkate alınır, değer görürdü. O dönemin insanında bir saflık, temiz düşünce hâkimdi. Kurnazlık, oportünist tavırlar, sahte yaklaşımlar çok nadiren görülür, görülse bile kabul görmezdi. İnsanlar duyarlılıkla, kendi imkânları dâhilinde yaşamaya çalışır; istek ve beklentilerini kazançlarının birikimiyle, aile ekonomisi içinde şekillendirirdi. Küçük şeylerle mutlu olmak mümkündü. Şakalaşmak, gülmek, mütevazı hedefleri paylaşmak doğaldı ve bundan kimse rahatsızlık duymazdı.

O yıllarda da ekonomik sorunlar yaşanır, zaman zaman paranın değeri düşürülerek dengeler kurulmaya çalışılırdı. Ancak tüm bu zorluklara rağmen çalışanların hakları gözetilir, kimse emeğinin karşılığından mahrum bırakılmazdı. Özellikle bazı sektörlerde, örneğin tekstilde, çalışanlara kumaş, giysi gibi ürünler hediye edilir; fazla ihtiyacı olanlara ise yöneticiler tarafından gizlice yardımlar ulaştırılırdı. Yardım etmek bir meziyetti; gösterişle değil, içtenlikle yapılırdı.

Bugünse durum oldukça farklı. Fazla üretilen ürünler, çalışanlara ya da ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak yerine, ürünün piyasadaki değerini düşürmesin” endişesiyle imha edilmekte. Üstelik bu ürünler sapasağlam, kusursuz ve kullanılabilir durumdayken… Bu imha işlemleri kimi zaman doğrudan çalışanlara yaptırılmakta ya da taşıttırılmakta. Ardından da zayi raporları düzenlenerek, bu kayıplar vergiden düşürülmeye çalışılmakta. Yani hem mal israf edilmekte, hem de insani ve etik değerler göz ardı edilmekte.

Bu yazıyı kaleme almama vesile olan asıl neden ise, bizzat şahit olduğum ve beni derinden etkileyen bir olaydır. İkinci kez deneyimlediğim bir iş yerinde, kalp krizi geçirme riski sağlık raporlarıyla belgelenmiş bir personelin, hiçbir insani hassasiyet gözetilmeden, apar topar işten çıkarıldığına tanıklık ettim. Bu tabloyu, mesleğe ilk başladığım yıllara ait bir başka örnekle karşılaştırmadan edemedim: 1995 yılında, henüz stajyerken çalıştığım bir plastik firmasında, ayaklarında damar tıkanıklığı tespit edilen bir depo çalışanı, yalnızca bir haftalık personel olmasına rağmen, firma sahibi tarafından tanınmış bir özel hastanede uzun süre tedavi ettirilmiş, ailesine maddi manevi destek sağlanmış ve ardından tekrar işe başlatılmıştı. Bu örnek, geçmişte insanın değeriyle, bugünün maliyet odaklı bakışı arasındaki farkı tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermekte.

Günümüzde yalnızca sağlık değil, maddi haklar konusunda da benzer çarpıklıklar yaşanmakta. Öyle ki çalışanla, maaş artı ikramiye dahil olacak şekilde bir ücret üzerinde mutabık kalınmasına rağmen, bu ikramiyeler “açıktan verilen sadaka” olarak sunulmakta; üstelik bu sadaka için dua edilmesi bile beklenmektedir. Bu yaklaşım, hem emeğin onurunu zedelemekte hem de inançların istismar edildiği ucuz bir dinciliğe” kapı aralamaktadır. Hak edilen bir geliri “sadaka” gibi sunarak sevap kazanma çabası, aslında görünürde hayır gibi dursa da altında tinsel menfaat beklentisi barındıran bir yaklaşımdır.

Oysa bir zamanlar, iş yerleri yalnızca geçim kaynağı değil; insani değerlerin, saygının, duyarlılığın ve dayanışmanın yaşandığı sosyal alanlardı. Şimdi, bu değerlerin yerini görünürlük, hesaplılık ve menfaat ilişkileri almış durumda.

Belki de bu yazının amacı, yalnızca bir geçmiş özlemi dile getirmek değil; aynı zamanda bugünü sorgulamak ve geleceğe daha insani bir perspektif sunmaktır. Zira ne üretim ne kâr ne de büyüme; hiçbir şey, insanın değeri ve emeğin onurundan daha önemli değildir.

Cengiz Hergünlü
SMMM-Bağımsız Denetçi
www.hergunlu.com


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir