Hasanoğlan’dan İmamoğlan’a (10)
Mustafa Kemal Atatürk: “Ekonomik kalkınma Türkiye’nin daima bağımsız ve daha güçlü olmasının belkemiğidir. Türkiye böyle bir kalkınmada iki güce dayanacaktır. Bunlardan biri ülkenin toprağı, iklimi gibi başlı başına bir servet olan coğrafi durumudur. Biri de Türk köylüsünün silah kadar makine tutmaya da yaraşan güçlü eli ile ulusal olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda tarihin akışını değiştiren yüksek ve sosyal duygusudur.”
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü öğrencilerinin gördüğü dersleri vermeye devam edelim. Genel kültür ve eğitim bilimlerini kapsayan ve her bölümdeki ve sınıftaki öğrencilere ortak verilen dersler: Türkçe: Türk Dili ve Edebiyatı Çalışması; Yazma ve Deneme Çalışması; Metin İnceleme Çalışması. (Doğu ve Batı Edebiyatı üstüne)
Öğretmenlik Bilgisi (Eğitim Bilimi Kültürü): İş Eğitbilimi; Çocuk Ruhbilimi ve Ruh Sağlığı; Öğretim Metodu ve Uygulama; Eğitbilim ve İş Eğitbilimi Tarihi; Yönetim, Denetim ve Araştırma Teknikleri, Genel ve Yüksek Matematik, Genel ve Yurt Coğrafyası, Devrim Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi Tarihi, Yabancı Dil, Toplumbilim, Askerlik, Etüt ve Seminer Çalışmaları ve Kol Dersleri. Yaklaşık 85 yıl önce verilen eğitimde “Çocuk Ruhbilimi ve Ruh Sağlığı” dersi. Şaka gibi…
“Eğitbilim” sözcüğünün anlamını da verelim: Öğretim ve eğitimi kurallara bağlayan bilim kolu, eğitim, pedagoji.
“Enstitüde öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önündeki büyük alanda toplanmakta ve güne, sabah sporu niyetine halk oyunu oynayarak, türkülerle başlamaktadır. Sonra, fırınlarda ekmek pişiren arkadaşlarının hazırladıkları kahvaltıya oturmakta, sabah 7.30’dan sonra da serbest okuma saati başlamaktadır. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardır ve Hasan Âli Yücel’in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabilmektedir. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundadır. Serbest okuma saatinde isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de verilmektedir. Hatta bağlama dersini çoğu zaman enstitüleri birer birer gezen efsane halk ozanı Âşık Veysel vermektedir. Okuma saatinin ardından da eğitim başlamaktadır.”
Halkevleri, Halk Odaları ve Köy Enstitüleri birlikte düşünüldüğünde, ülkede eğitim alanında topyekûn bir seferberliğin başlatıldığından şüphe yoktur. 1939-1949 yılları arasında 25 Köy Enstitüsü açılır. Buralardan, 25 bin civarında öğretmen mezun edilir… Bugün bile kitaplarını okuduğumuz, fikirlerinden yararlandığımız pek çok aydın, bu enstitülerden yetişmiştir. (Örnek: Fakir Baykurt)
“Yüksek Köy Enstitüsü programı aslında, teknik beceri ve tarıma yönelik iş ve üretimin genel eğitim içinde yer aldığı bir düzenlemenin akademik düzeydeki programı oluyor. Türkiye’de çocuklar daha küçük yaştan tekniğe, tarıma yönelik mesleksel beceri ve alışkanlıklar kazanacak, ekonominin ve çağdaş teknolojinin gereği olan insanı yetiştirmenin alt yapısı oluşacaktır. Bütün amaç köyde eğitimi, ülkede temel eğitimi böyle bir raya oturtmaktır. Böyle olması ayrı teknik lise, yüksek teknik eleman yetiştirmenin dışındadır.” Yani, ülkede Enstitülerin dışında ayrıca teknik lise ve yüksek teknik eleman yetiştiren okullar da bulunmaktadır.
Tonguç, enstitülerin nasıl yönetilmesi gerektiğini, karşılaşılacak problemlerin nasıl çözülebileceğini enstitülere gönderdiği genelgelerle açıklamaktadır. Bu genelgeler içinde bir tanesi, bugün bile eğitimciler ve öğrenciler için bir ders niteliğindedir. Kendisi de Yüksek Köy Enstitülü olan Talip Apaydın’dan okuyalım:
“… Diyor ki genelgenin başında, bu bütün öğretmenlerin ve öğrencilerin bulunduğu kurulda okunacak. Üç defa, üç arı gün okunacak, herkes bunu dinleyecek. Öğretmen, öğrenci, aşçı, gece bekçisi bütün enstitünün mensupları önünde okunacak. Genelgede diyor ki, ‘Hiçbir öğretmen hiçbir öğrenciye el kaldıramaz, kötü söz söyleyemez, küfredemez, dayak atamaz. Eğer bu dediklerimi yaparsa öğrencinin de aynı şekilde karşılık vermek hakkıdır.’ Öğretmenlerin çoğu bundan tedirgin oldu.”
Öğretmenlerin tedirginliği giderek yaygınlaşır. Köy Enstitülerinin çeşitli yönlerden eleştirilmeye başlanması ile şer odakları da faaliyete geçer… “Karşı devrimciler,” Köy Enstitüleri’nden ve Hasan Âli Yücel’in, Atatürk’ün aydınlanma devrimlerinin devamı olan uygulamalarından rahatsız olurlar. Birbiri ardınca yıkıcı karşı çıkışlar başlatılır…
Köy çocuklarının eğitimi ve köylerin canlandırılmasını amaçlayan Köy Enstitüleri, eğitimi yalnızca seçkinlere özgü görenlerden büyük eleştiriler alır. “Herkes okursa çobanlık yapacak insan kalmayacak” diyen seçkinci zihniyet, tutucu eğitimciler ile çıkarcı politikacılardır. Bu zihniyetler Atatürk’ün eğitime ne kadar önem verdiğini bile bile, yanında yöresinde yer almalarına rağmen yıllarca Türk eğitimini oyalayarak para ve zaman kaybına neden olmuşlardı. Bu seçkinci zihniyet aynı zamanda da “ezberci eğitim” modelini savunan isimlerdi. Derslerin iş içinde ve üretime yönelik yapılmasını “amelelik” sayıyorlardı.
Köyde eğitime ilk karşı çıkışlar Birinci Eğitim Şûrası’nda başlamıştı. Açık açık dile getiremeseler de, oylamaya katılmayarak dolaylı olarak tavırlarını ortaya koymuşlardı. Sessiz kalmalıydılar, zamanını beklemek en doğrusuydu. Yıkıcı eleştiriler, İkinci Eğitim Şûrası’nda (1943) iyice su yüzüne çıkmaya başlar. “Köy Enstitülerini yakından tanımayan, ilköğretimde izlenen eğitim politikasından haberi olmayan ortaöğretim, yüksek öğretim ve teknik öğretim alanlarında görevli kişiler ile bilimsel bakış açısından, Türkiye’nin eğitim sorununu gerçekçi olarak kavramaktan uzak bilim adamları önyargılı savlar ileri sürmektedir. İş eğitimi yönteminin ‘ilkelliğe dönüş’ olduğunu, iş yapmanın eğitimle bağdaşmadığını söylüyorlardı. Enstitü öğrencilerinin motor-makine dersi görmesini, traktör, cip ve kamyon kullanmasını gündeme getirerek, ‘Burada şoför mü yetiştiriyoruz öğretmen mi?’ diyorlardı. Kimi yüksek öğretim elemanları, ‘tarihimiz, folklorumuz, kültürümüz’ diye, bu kurumlarda Osmanlı etkileri aramaktaydılar. Kimileri ise baştan beri karşı hareketin içinde yer alan ‘milliyetçilik’ diye tutturan ‘totaliter inançlı’ eğitimcilerdi.”
Enstitülere karşı çıkanların içinde başı çeken CHP’li Reşat Şemsettin Sirer’dir. Bu şahıs daha Birinci Şûra’da Tonguç’un hazırladığı “köyde eğitim” raporuna karşı çıkmıştır. İkinci Şûra’da ise kendisine taraftar toplayarak daha da güçlenmiş ve herkese değil “üstün bir kesime” eğitim verilmesi görüşünü şiddetle savunmaktadır. Sirer, daha sonra ilköğretim genel müdürlüğüne getirilmiş ancak burada bir varlık gösteremeyerek, partide sağ kanatta kendisine yer bulmuş ve eğitim karşıtı politikasıyla adım adım milletvekilliğine doğru koşmuş, en sonunda da Millî Eğitim Bakanı olmanın bir yolunu bulmuştur. Aşırı tutucu bir politikacı olan Sirer, Köy Enstitülerinin kapatılma sürecini başlatan kişidir.
Bir başka isim ise önceki bölümde de bahsettiğimiz, Hasan Âli Yücel’e imzasız rapor gönderen Dr. Halil Fikret Kanad’dır. Bu şahıs, Batı’nın çoktan terk ettiği klasik pedagojiyi Türkiye’de yaymak isteyen ve kendi geliştirdiği “topyekûn millî terbiye” anlayışının temsilcisidir. (millî terbiye, ifadesi sizlere de yabancı gelmemiştir.) Enstitülerdeki iş eğitimini “amelelik” saymakta, demokratik eğitimi “solculuk aldı başını gidiyor” diye nitelendirmektedir.
Köy Enstitüleri’ne düşman bir diğer isim ise Kanad’ın hem akrabası hem de öğrencisi olan Emin Soysal’dır. Bu kişi, önceleri Tonguç’a hayrandır ancak Kanad’ın akrabası olmasının da etkisiyle birlikte çalışmaya başlarlar. Bu şahıs “Köy Enstitüsü” fikrinin kendisinden çıktığını hatta adını bile kendisinin bulduğunu iddia etmektedir. Oysaki “Köy Enstitüsü” adı İsmail Hakkı Tonguç’a aittir.
Bu ülkede yaklaşık 23 yıl Genel Kurmay Başkanlığı yapan, Atatürk’ün önerisiyle TBMM tarafından Mareşal rütbesi verilen Fevzi Çakmak ise projeye başından beri karşı çıkmaktadır ve bakın neler söylemektedir:
“Ben daha iş başındayken bir Millî Eğitim Bakanı’nın komünist faaliyetleri destekleyen hareketinden dolayı hükûmeti resmen ikaz ettim, kimse kulak asmadı ve sonra da Hamidiye Köy Enstitüsü’ndeki komünist yuvasından bahsettiler.”
ABD’nin ülkelere çökmek için icat ettiği sözde “komünizmle mücadele” ideolojisi ne yazık ki Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk’ün ilerici ve çağdaş devrimlerine çok fazla zarar verecektir…
Devam edecek…
Tülay Hergünlü