Hasanoğlan’dan İmamoğlan’a (3)
İsmail Hakkı Tonguç: “Anadolu’da bir halk devleti kuruldu. Bu devletin eğitim düzeni içinde kendi kaynağına dönmek, çözümü orada aramak gerekiyordu.”
1923’te “Heyet-i İlmiye” (günümüzün Eğitim Şûrası) toplanır. Toplantılara çeşitli görüş ve kesimlerden 250 civarında düşün ve eğitim adamı katılır. Bir ay süreyle yapılan çalışmalarda, katılımcıların “mektep ile medreseyi bir arada tutmak ve okullarda sadece kültür okutulması, fen şubelerinin kapatılması” gibi Cumhuriyet ile uyum sağlayamayacak düşünceler ileri sürmeleri, çalışmaların verimliliğini engeller. (15 Temmuz-15 Ağustos 1923)
Atatürk, 1 Mart 1924’te Meclis açılışında yaptığı tarihî konuşmada; “Ulus’un, Cumhuriyet’in, şimdi ve gelecekteki bütün saldırılardan kesinlikle ve sonsuza kadar korunmuş olmasını istediğini” belirterek, “eğitim ve öğretimin birleştirilmesi” ile “İslam dininin, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılması ve yüceltilmesinin şart olduğunu” açıklar.
3 Mart 1924’te çıkarılan kanunlarla üç büyük devrim yasası yürürlüğe girer: Şer’iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılır, yerine Diyanet İşleri Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü oluşturulur. Böylece laiklik ilkesinin de temeli atılır. Tevhid-i Tedrisat (Eğitim ve Öğretim Birliği) ile eğitime millî birlik ve nitelik kazandırılır. Bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlanır. Öğretim kurumlarının eğitim, yönetim, denetim ve bütçeleri Bakanlığın çatısı altında toplanır. Yabancılara tanınan eğitim imtiyazlarına da son verilir. Artık hiçbir ilim ve bilim üretemeyen, bir yararı kalmayan, kendini yenileyemeyen yapısıyla Ortaçağ karanlığını temsil eden medreseler kapatılır. Eğitim Birliği Yasası ile Millî Eğitimin yüzünün modern bilime, ilime ve fenne dayandırılmasıyla ilgili çok sayıda çalışma başlatılır. Yine bu yıl MEB tarafından yabancı okulların binaları içindeki dinî alâmet ve işaretler kaldırılır, misyonerliği de ihtiva eden dinî simgelerin kullanılması yasaklanır.
Eğitimin istenen düzeyde yapılabilmesi için öncelikle üç temel sorunun çözümlenmesi gerekmektedir. Bunlardan en önemlisi eğitimde fırsat ve olanak eşitliğidir. Toplumdaki eşit olmayan durumu eğitimde azaltabilmek ve herkesi kapsayabilecek bir fırsat eşitliği yaratabilmektir. İkinci temel sorun, savaştan yeni çıkmış, yanmış ve yıkılmış Türkiye’nin bayındırlaşması, ekonomik yönden canlanması, köylünün yeni, çağdaş bilgi ve teknik becerilerle donatılmasıdır. Üçüncü temel sorun ise böylesine kapsamlı bir eğitim için ülkenin ekonomik gerçeklerine uygun kaynak yaratabilmektir.
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi (Tanrıöver), eskiyi onarma, imam hatip okullarının iyileştirilmesi gibi günlük işlerle uğraşmaktadır. Sorunlar çözümsüz gibi gösterilmekte, köy eğitiminden ise hiç bahsedilmemektedir. Bu duruma tepki gösteren genç yazarlardan Yakup Kadri, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde “Eğitim Politikası … “Kültür ve Hayat” gibi yazılarıyla, gençliğin iyi yetişmesi için eğitimin bilimsel ve kültürel temellere oturmasına değinerek, Bakanlığın bu tutumda olmadığını vurgulamaktadır. (15 Eylül 1924)
1925’te tekkelerin kapatılmasına ve tarikatların yasaklanmasına, cübbe ve sarığın yalnızca camilerde kullanılmasına dair bir kanun çıkarılır. (30 Kasım 1925) Günümüzde, Devrim Yasası ortada durmasına rağmen her köşe başında tarikat ve cemaat yapıları, sübyan mektepleri, öğrenci yurtları mantar gibi çoğalmıştır. Buralarda yediden yetmişe “eğitim” gören kadın, erkek, genç, çocuk -kim olursa olsun- cübbe, sarık ve çarşaf giymekte, sokaklarda, çarşı ve pazarlarda rahatça dolaşılmaktadır.
Devrim somut örneklerinin görüleceği yer önce eğitim ve özellikle de köyde eğitimdir. Türkiye Öğretmenler Birliği’nin, Atatürk Devrimlerine gönül vermiş genç ve ilerici başkanı Mustafa Necati, Millî Eğitim Bakanlığı’na (MEB) getirilir. Necati, Kurtuluş Savaşı’nda düşmana ilk kurşunu sıkanlardan bir Kuvayı Milliyecidir. Göreve başladıktan sonra ilk yaptığı, 3. Heyet-i İlmiye’yi toplamak olur. Bu kurulda gündüzlü okullarda karma eğitime gidilmesi, meslek okullarının Mustafa Kemal’in gösterdiği doğrultuda teknik eğitimi amaçlaması, lise ve öğretmen okullarının geliştirilmesi, öğretmenlerin ekonomik ve sosyal durumunun iyileştirilmesi için yeni düzenlemelerin yapılması ve Talim Terbiye Dairesi’nin kurulması kararları alınır.
Burada bir noktaya özellikle değinmek isteriz. Gazi Mustafa Kemal, “ortaöğretimin amacının ülkenin gereksinimi olan çeşitli mesleklerden hizmet ve sanat erbabını yetiştirmek” konusunun üzerinde önemle durmaktadır. Gazi’nin bu görüşünden hareketle Heyet-i İlmiye Kurulu’nun, sanat okullarının ve ortaöğretim okullarının bu doğrultuda yönlendirilmesi için aldığı kararlar çok önemlidir. Günümüz iş dünyasında ara eleman yani teknik eleman eksiği bir türlü giderilememektedir. Her ile bir üniversite ve her mahalleye bir İmam Hatip okulu projesi, genç işsizliği artırmaktan başka bir işe yaramamakta, iş dünyasının teknik eleman ihtiyacı karşılanamamaktadır. İktidarlar, Atatürk’ün eğitim devrimlerine sıkı sıkıya sarılsalardı bugün eğitimde neyin ihtiyacı içindeysek, istisnasız tamamı, sorun olmaktan çoktan çıkmış olacaktı.
1926’da tüm bu kararları da içeren ve Türk Millî Eğitiminin 10 yıllık gelişmesini amaçlayan “Maarif Teşkilatı Hakkında Lâyiha (tasarı)” hazırlanır. Sonradan yasalaşacak olan 43 maddelik tasarının birkaç önemli maddesini verelim: “Okulla hayat arasındaki Çin Seddinin kaldırılması. Tarımsal çevrelerde çiftçilik okullarının kurulması. Ülkenin gerçek iş okuluna gereksinimi olduğu. Öğretmen-halk iş birliğinin kurulması. Kızların eğitimine el atılması. Doğa ile çocuk arasında bağlantı kurulması. Üretici eğitimine yer ve önem verilmesi gerektiği. Politeknik eğitime gereksinim olduğu. Kız ve erkek çocuklara birlikte eğitim vermek zorunluluğu.”
1926’da “Maarif Teşkilâtına Dair Kanun” çıkarılır. İlk, “ilkokul programı” hayata geçirilir. Bu programın en önemli özelliği toplu eğitim uygulamasının başlatılmasıdır. Eğitim adına da Kayseri’de ilk Köy Öğretmen Okulu hayata geçirilir. 1926-1927 eğitim döneminde ücretsiz hale getirilen eğitim sisteminde Harp Okulları dışındaki tüm eğitim kurumlarında karma eğitime geçilerek, kız ve erkek öğrencilerin bir arada eğitim görmeleri sağlanır. Bu uygulama bazı “çatlak” seslere rağmen günümüzde de uygulanmaya devam edilmektedir.
1927’de erkekler için fes yerine şapka giyme kararı uygulamaya alınır. Mustafa Kemal, büyük Nutuk’unu okumaya başlayarak eğitim konusundaki görüşlerini dile getirir.
1928’de Arap harfleri kaldırılır yerine Yeni Türk Alfabesi getirilir. Mustafa Kemal, bizzat eğitimin başına geçip, “Başöğretmen” olarak yazı devrimini başlatır. Halk bir an önce yeni yazıyı öğrenmeye özendirilir. “Millet Mektepleri” açılır. Çocuklar çıkınca, okullara büyükler girmektedir. Halk dershaneleri hızla çoğalır. İsmet İnönü, Malatya’da yaptığı bir konuşma ile “bilenin bilmeyene öğretmesi” kampanyası başlatır. Yabancı eğitimciler getirilir, eğitim her yönüyle ele alınır.
Mustafa Necati döneminin en önemli etkinliklerinden biri basında çıkan kitap, yazı ve eğitim tartışmalarıdır. MEB, kendi çıkardığı dergi ve yayınlarla eğitim üstüne yazılar yazılmasına ve herkesin düşündüğünü söylemesine fırsat vermektedir. Bakanın kendisi, eğitim ve köyde eğitim üstüne yazarak tartışma başlatır. Değerli gazeteci Yunus Nadi’nin, Cumhuriyet’te çıkan “Her Köyde Mektep” başlıklı yazısı önemlidir. Yazı da her köye üretici ve köylüyü canlandırıcı bir okul yapıldığında Türkiye’nin eğitim sorununun çözümlenmiş olacağı fikri öne sürülmektedir. Buna göre köy okulunda başlayacak arıcılık, meyvecilik, hayvancılık, ağaçlandırma ve benzeri çalışmaların köye yayılacağı, bu yolla köylerin durumunun değişeceği ileri sürülmektedir. Öğretmenlerin sağlık bilgileriyle donatılarak, köylünün sağlık gereksinmesine yardımcı olunabileceği, tüm bunlar için öğretmene ailesiyle birlikte köyde oturabileceği ev ve işleyebileceği toprak verilmesi önerilmektedir. Bunun için işe öncelikle öğretmen yetiştirmekten başlanması, öğretmen okullarının bu amaçla aynı şekilde tarım ve teknik programlı ve uygulamalı olması, geniş topraklar üstünde kurularak, öğretmenlik bilgileriyle birlikte bu uygulamaların da yapılabileceği anlatılmaktadır. Tüm bunların yapılabilmesi için Tarım ve Sağlık Bakanlığı ile iş birliği önermektedir.
Günümüzde onlarca köyün, mahallelere çevrilerek köy okullarının kapatılması ve eğitimin “taşımalı” hale getirilmesini düşünecek olursak; eğitimde geldiğimiz noktanın, Osmanlı’nın son döneminden bile geride olduğunu söylemek yanlış olmaz sanırız.
Devam edecek.
Tülay Hergünlü