Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Yöntembilimsellik ve ters köşe


Olaylar, dışarıdan bakıldıkları zaman, ilk gözlem haliyle yanıltıcı varsayımlara neden olabilirler. Örneğin, aracımızla trafik kazasının olduğu bir yoldan geçerken; kazaya karışan araçlardan birsinin ters yönde durduğunu, diğer araçların hafif veya hasarlı kaza görüntüsü verdiğini gözlemlediğimizde, kazanın ters yolda girdiği görüntüsü veren araçtan dolayı meydana geldiği kanısına varabiliriz.

Yolda bir kaza gördüm, “bir araç ters yöne girmiş ve kazaya sebep olmuş” bilgisini paylaştığımızda, yanlış bilgi vermiş olabiliriz. Bunu pek düşünmeyiz.

Teknik, bilimsel incelemeler ve araştırmalar sonucunda, aslında ters yöne girmiş ve durmuş görünen aracın, kazada bir etkisinin olmadığı, şoförün, aracının kazaya karışmaması için, zorunlu olarak ters yöne girdiğini ve bir kazaya sebep vermediği yönünde bir tespit yapıldığında, ilk gözleme dayanan varsayımın yanış olduğu, üçüncü kişilerin de yanlış bilgilendirildikleri gibi bir sonuç çıkar ortaya.

Kazanın ilk görüntüsünün “ben gördüm” kaza, ters yola girmiş araçtan dolayı meydana geldiği yönünde bir direnim gösterilirse, inanılan varsayım, bilimsel araştırma ve incelemeye dayanmadığı için, yanlış bir inanca dayanmaktadır.  İnanç bu haliyle “haksız bir inanca” dönüşmüştür.

İlk gözleme dayanarak bir direnim gösterildiğinde, yapılan “yöntem-bilimsel” araştırma ve incelemeye dayanan kanıtlar ise dikkate alınmıyor demektir. Yani kazayla ilgili ilk gözlem apaçık ortada değildir. Apaçık ortada olması için kanıtlanması ve araştırılmasına gerek bulunmaması gerekir; “durum apaçık ortada” başka incelemeye gerek yok diyemezsiniz.

Fakat “gördüğüm kaza, karşı yola girmiş bir araçtan dolayı meydana gelmiş gibi görünüyor ama gözlemim gibi olmayabilir” dendiğinde, bilgi verilen kişiler, kazanın gerçek durumun ne olduğu konusunda belki bir meraka kapılıp, doğru bilgiye ulaşma yönünde bir çaba göstereceklerdir. Yani doğru bilgi edinme yönünde bir hareket yaratılmasına da kaynak teşkil edilmiş olabilecektir. İlk gözlemlere dayalı, temelsiz ama gerçekten haklı bir bilgi gibi anlatılan söylemlere hemen inanmak en büyük yanılgımız olabilir. Bu, yanlış ve haksız bir bilgiye, başka bir çabaya gerek görmeden inanmak kolaycılığına kaçmaktır, en kolay kullanılan bir inanç sistemidir. Gelişmemiş toplumların, ters köşe oldukları ilk virgül, bence buradan konmalı, öyle devam edilmelidir.

Henüz Rönesans’ın yeni yol almaya başladığı dönemde, “itiraz edilemeyen inançların” yaptırımcılığından dolayı oldukça zenginleşmiş olan papaların, onlara bağlı olan orta çağ kiliselilerin zenginliğe dayalı varlıklarını kaybetmekten korkmaları nedeniyle, dayatılan yaklaşım aşağıdaki şekildeydi: “İnsanî varlıkların tüm bilgileri boşunadır. Bundan dolayı bilim, tinsel inançların sağlayabileceğinden daha üstün bir yöntem veya daha güvenilir bir bilgi topluluğunu ifade etmez. Tersine, o kendisinden kaçınmamızın mümkün olmadığı bilgisizliğimden kurtulmak yününde girişilmiş en son boşuna çabadır,” diye açıklamaya ve baskılamaya devam etmişlerdir. Ta ki, Rönesans’ın ayak izleri rasyonalizmi yerleştirene kadar. (Felsefe Aracılığıyla Düşünme; s.37)

Böyle bir akla yakın, yatkın olduğumuzda “tinsel” veya doğadaki her şeye, rasyonel bir bakış açısıyla bakma ihtiyacı doğmaz. Anlatan kişiler ne kadar üst seviyede olsa bile, yanlış inanç alışkanlığımızdan istifade edilen bir davranışa dönüşebilir. Kazayı ilk gören anlatıcıya göre, sonuçta ilk duyduğumuza ve ilk gördüğümüze inanır konuma geliriz. Hatta yanlış inançlarını dayatmaya bile çabalayabilirler. Buradan, sosyolojik olarak bir genellemeye gittiğimizde, gelişmemiş ülkelerde, bu durumlara, çokça rastlanıldığına dair kaynaklar mevcuttur. Ülke olarak, küresel anlamda, gelişmemizin önüne belki bu yollarla setler çekiliyor olabilir.   

Şimdi gelelim bunun şirketlerle olan bağlantısına. 25 yıl civarındaki deneyimlerimizden bir anekdotla konuyu eşitlemeye çalışalım.

Bir firmada, “birim maliyetlerin” doğru çıkarılmasından sorumlu kişi olarak işbaşı yaptığınızda, doğal olarak vaktinizin çoğunu; fabrikada üretim bölümünü, mamul malları, yarı mamul malları, çalışanların işçilik saatlerini, makinelerin teknolojilerini, fiziki alanların metrekareleri, ısınmanın, enerjinin dağılımını incelemekle geçirmek durumundasınız.

Bu arada, maliyetlere kendi işçilik dağıtımını dahi dâhil etmeme rağmen fabrikada geçirdiğim zamanın, kullandığım kâğıt ve malzemelerinin yönetim tarafından fazla olduğu düşünüldüğünden -sadece kanaat getirildiğinden- masrafları karşılayacak bir gelirlerinin olmadığı yaklaşımıyla, detaylı bir araştırma ve incelemeden vazgeçmem gerektiği yönünde bir uyarıda bulundular.

Nasıl yapmalıyım, diye sorduğumda; bu kadar zaman ve masrafa gerek yok, belirli dönemlerde yapılan envanter sayımlarına göre birim maliyetlerin çıkabileceğini, hesaplara bakarak sonuca ulaşabileceğimi söylediler. Daha önceki ortağı olduğu şirketlerinde, yapılan işlemlerin bu şekilde olduğu ve işin sorunsuz yürüdüğü yönünde bir telkinde bulundular. Ayrıca, süreçlerin dağıtımı konusunda tahmini yüzde hesapları verilip, masrafları buna göre dağıtırsak sonuç alabileceğim yönünde güzel bir bilgi verdiler!

İstenen yöntemlere göre hesaplanan birim maliyetlerin, önemli bir bölümünde çok fazla nicelik anormallikler çıktı. Yanlış hesapladığımız söylendi, geriye dönüp önemli anormalliklerden dolayı, zaman kaybı ve boşa masraf olacağı düşüncesiyle, tekrar bir araştırma yapılmasının gereksiz olduğu tekraren belirtildi.

Sonuç olarak firma, daha önce yaptığı sabit sermaye yatırımlarının kredileri ile diğer önemli girdi borçlarını ödeyemediği için tasfiyeye girmek zorunda kaldı. Tasfiye işlemlerini takip ettiğim zamanda, kendiliğimizden, önceki kullanamadığımız verileri kullanarak, makul gerçeğe yakın ürün birim maliyetlerini çıkarttık ve sonuçta şunları gördük: İşletmenin birim maliyetler bazında birkaç ürününün kârlı olduğu, diğer ürünlerin yine birim maliyet bazında zarar ettiği. İşletmenin satış hacmine dayanın büyümesinden dolayı, analiz edilmeden, hızla alınan kararlar sonucunda, yapılan makine yatırımlarının önemli bölümünün zarar eden ürünlerle ilgili olduğu, teknolojilerinin yetersiz olduğu, kâr eden ürünlerin ise bu zararı karşılamaya yetmediği tespit edildi. Oysa kâr eden ürünlere ait küçük yenilenme yatırımıyla, çok fazla borçlanmadan, işletmenin yine mantıklı bir zarar edeceğini ve fakat tasfiye noktasına kadar gelmeyeceği sonucunu, yönetimle birlikte tespit ettik. Sonucu olumsuz olsa dahi, bilgiye-yönteme dayalı doğru tespitlerde bulunmak, gerçekliğe yakın kararlar alınmasında haklı bilginin göstergesidir. İnandığımız bu bilgi, haklı güvenilir bilgidir.

Bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç ise:

– İlk ortak olunan işletmenin, hacminin küçük olmasından dolayı hâkimiyeti kolaydır. Yeni yatırımların ve yeni ürünlerin olmadığı stabil bir işletmedir. Söz konusu olan yeni işletmenin yeni yatırımları ve yeni ürünleri vardır. Bu bağlamda, yönetimin ilk gözlemi yanlıştır, gözleme dayalı doğruluğunu kanıtlayacak bilgiler sunulamamıştır. Ayrıca yeni maliyetlendirme için bir bütçe ayrılmamış, tüm ürünlerin maliyetlendirilmesinin birkaç günde yapılabileceği yönünde bir kanaatle karar alınarak, ilk ortak olunan işletmenin rahatlatıcı alışkanlıkları devam etmiş olup haksız bir bilgi haklı gibi dayatılmıştır.

Plansız alınan kredi borcunun,  kararlar üzerindeki baskısı sonucunda, yöntem-bilimsel çalışmada, biraz fazla geçirilen zamanın maliyeti ile biraz fazla yapılan kırtasiye masrafları gibi giderlerin kısıtlanmasıyla, borçların ödenmesine katkı sağlanabileceği gibi duygusal bir inanç mevcuttur. Bu duygusal, rasyonel olmayan akılla işletme, zaten ters köşeye yatma belirlenimciliğini kendiliğinden gerçekleşme eğilimine sokmuştur.

Belirlenimcilik: A bize verildiğinde B’nin onu takip etmesinin zorunlu olduğu durumlar için kullanılır.

 

Cengiz Hergünlü – SMMM-Bağımsız Denetçi
www.hergunlu.com


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir