Eziyeti bitireceğiz!
“Varlık paylaşılır, darlık paylaşılmaz!” mış. Ocağımın yanında oldukça büyük bir tuz kabı durur; içinde de iki küçük tahta kaşık! Kap doluyken birbirine hiç değmez o kaşıklar. Geçen gün tuz alırken kaşıklar birbirine çarptı ve tabidir ki ses çıktı, baktım tuz iyice azalmış, bitmek üzere!
2002’de iktidara gelen kavim de ülkenin, kurumların, kavramların, kasaların, keselerin içini boşalttıkça sesler yükselmeye başladı… Şahlanış dönemi kapanıp ahlanış dönemi başlayınca; skandal olarak nitelendirilen videolar, her işleyişten pay alıp çalanlar hakkında ifşalar, rüşvet haberleri sosyal medyada dönüp durmaya başladı. Bu arada kavim kelimesi bana değil, Erdoğan’ın danışmanı, Yeni Şafak yazarı Yasin Aktay’a ait. Şöyle demişti: “Hz. Musa’nın kavmi de yoldan çıkınca soğan istemişti!” (basın)
Demek ki, yöneten mevcut zihniyete göre soğan istemek yoldan çıkmak yani suç ve günah işlemek ama her türlü yalan, iftira, hukuksuzluk, mala çökme, kamu malı talanı, hak gaspı, kadına şiddet, çocuğa taciz mubah ve sevap! Meydanlarda Kur’an ve seccade “sallamak/satmak” ise sevap üstü sevap.
Büyük devletler günlük plan yapmazlar, günlük işlerini yaptıracakları bulur ve yola koyarlar. Bu bağlamda 14 Mayıs’ta sandığa giderken yanımıza seçmen kâğıdını ve kimlik kartımızı almayı unutmayacağımız gibi 21 yıllık eziyet dönemine ait satırbaşlarını da unutmamalıyız. Şöyle bir hafıza tazeleyelim:
“3 Y” ile yani yolsuzluk, yasaklar ve yoksulluk ile mücadele edeceğiz diye geldiler ama “3 A” ile son buldular. Arsızlık/ahlaksızlık ve adaletsizlikte tavan yaparken, açlıkta dibi buldurdular.
İyi günlerinde de kötü günlerinde de aynı nakaratı devreye soktular ve “Biz kendimiz yapmıyoruz. Bize yaptıran Allah’tır.” dediler. Aradan bir türlü çekilmediler ki Allah’ın gerçekten ne yapıp yapmadığını görebilelim.
KYK yurdunda porsiyonların küçülmesini; “Peygamber efendimiz de mideyi boş bırakın der!” (basın) diye savundu bir AKP’li tıp doktoru milletvekili. (Basın) Bu milletvekili pek tabi ki Cumhurbaşkanı’na neden sarayda oturuyorsunuz diye soramadı, oysaki rol model Hz. Peygamber’di! Öğrendiğimiz kadarıyla o Peygamber riyaya hiç bulaşmadı, israf etmedi, paraları depolamadı, kamu malını kullanmadı ve hatta kamu malından çalanın cenazesine gitmedi!
Allah ile aldatanların yeni güzellemesi “nass” olurken, “nass” a karşı çıkmak da iktidara karşı çıkmak oldu! Türkçesi yani bildiğimiz faiz; 20 yıldır “as” iken bir anda “nass” oldu! Bir gazeteci bir parti başkanına sordu: Erdoğan faiz için Nas Suresi dedi, cevabınız nedir? (kısa ifadeyle) Soran, nass ile Nas Suresi arasındaki farkı bilmiyordu. Cevap veren de soruyu yanlış soruyorsun, diyemedi. Belli ki o da bilmiyordu. Bu basit örnek bile siyasal İslam’ın karşısında insanımızın ne kadar “uyurgezer” olduğunu gözler önüne serdi. Zaten, dinciye yol aldıran, aydının din konusundaki cehaleti değil midir?
Bir iktidar siyasetçisi, bir araştırma şirketi sahibini, 1,5 yaşındaki çocuğuna tecavüz edeceğini söyleyerek tehdit etti. O baba, tecavüzle tehdit eden kişi hakkında pedofili davası açacağını söyledi. Bir diğer siyasetçi de, kurdeleyi izinsiz kesti diye ekranlarda ufacık çocuğun başına üç kez vurdu. O çocuğun babasının tepki verip vermediği ise bilinemedi. (basın)
İktidarın “üst düzey” kadın profilleri ekranlarda, saraylarda, “özeller” in katıldığı toplantılarda, şatafatlı salonlarda boy gösterdi. Kendi bakanlığına dezenfektan satan mı ararsın, uyuşturucu baronunla “flörtleşen” mi? Ancak secde satan iktidarın diğer kadınlarından bir tepki gelmediği gibi, sağa-sola el açarak kendini ve çocuğunu doyurmaya çalışan “reisçi” kadınlardan da bir tepki gelmedi. Anlaşılan alan memnun veren memnundu. Halkımız gücü ve zengini sever. O nedenle fakir edebiyatını bırakalım! Zaten temel sorun; en zengin ile en fakirin aynı gücü baş tacı ediyor olmasında değil midir?
Kapı önünde rabia, kapı arkasında kokain dini uygulayan AKP, 21 yıllık iktidarında insan hayatının zerre değeri olmadığını defalarca hatırlattı. Aynı şekilde paraya, güce tapmanın, dini satmanın “önemi” ni de sürekli hatırlattı. Örneğin sadece 5 kova (100 litre) fark için THK uçaklarını devreden çıkaran ahlaksızlığı kendi bağlılarına onaylattı. (orman yangınları) Birilerinin yıllarca alın teri dökerek diktiği fidanlar, iktidarın aymazlığı, ehliyetsizliği ve hoyratlığı nedeniyle dakikalar içinde küle döndü.
“İnsan kendi nefsine zulmettikçe karşı tarafın nefsini şişirir.” derler. İşte 2002 ile başlayan serüvenin özeti budur; tüm olup bitenler bu ikisi arasında olmaktadır; nefsini bastıranla, nefsini şişiren arasında! Unutulmamalıdır ki bu, aklı devre dışı bırakan biat kültürü nedeniyle ülkemiz; kara para cenneti, uyuşturucu cenneti, mülteci cenneti, kaçak işçi cenneti, yolsuzluk cenneti, borç cenneti, borçlu cenneti, aşiret/ağa cenneti, tarikat/cemaat cenneti, kadına şiddet cenneti, çocuk istismarı cenneti, çocuk gelin cenneti, tahrip edilmiş doğa cenneti, emeği sömürü cenneti, yoksulluk cenneti, liyakatsizlik cenneti, eğitimsizlik cenneti, sorumsuzluk cenneti, riya cenneti ve gelinen noktada da provokasyon cenneti olmuştur…
“Enver zihniyeti” Türk milletinin geleceğini Allahuekber dağlarında dondurmuş, geleceğini karartmıştı. Bugün de aynı yolun yolcusu “tek adam zihniyeti” Türk milletinin geleceğini birtakım malî operasyonlarla kararttı ve kaldırdı attı. Ancak seçim yaklaştıkça, sanki 21 yıldır muhalefetteymiş gibi “ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz” naraları atılmaya, katil denen Bedevîlerin kapılarına gidilmeye başlandı. Mevcut iktidarın hangi konu olursa önce kaos yarattığını sonra kurtarıcıyı oynadığını biliyoruz!
Ülkedeki temel bölünme; vicdanlarının hür sesine göre yaşamak isteyenlerle, kursakları zincirlenmişlerin arasındadır ve bu durum son 21 yılın özetidir. Artık ülkemiz adına altın oranı yakalamak zorundayız. Artık ülkemiz adına iyilik üretmek zorundayız. Milletimiz; “işte bu kadın veya erkek, el attığı her işin üstesinden gelir” diyebileceği görev insanlarını bekliyor.
Değerli okur,
Her şey insanın kendisiyle başlar. Havaleciliği bitirelim. Devlet’imizin kurucusu, insan sevgisiyle, vatan sevgisiyle, hak ve adalet duygusuyla, at, kuş, ağaç ayırmadan doğa sevgisiyle bir evren kitabı olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, hiçbir şeyi havale etmedi; savaş meydanlarında da fiilen oradaydı, devleti yönetirken de. Üstelik her ayrıntıyı milletiyle paylaştı… O günün gençleri cephelerine varmak için aç susuz günlerce yürüdüler ve şehit düştüler yani işlerini havale etmediler.
Birkaç gün sonra sandık başına gidip oyumuzu kullanacağız. Oy pusulasına tercih mührünü basarken Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözlerini de aklımızda tutalım. Şöyle demişti çağlar üstü Lider’imiz: “Efendiler, saygıdeğer ulusuma şunu tavsiye ederim ki, bağrında yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asıl özü çok iyi analiz etmek dikkatinden bir an geri kalmasın… Hakikaten memlekete hizmet etmek isteyenlerin kalbi açık olmalıdır; açık söylemelidirler. Millet ile, milleti sevk ve idare edenler çok açık görüşmelidirler. Olan şeyler ve yapılacak şeyler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa, safsatalar ile milleti aldatmak, onu birbirine düşürmek demektir. Kuralımız, daima millete karşı hakikatleri ifade olmalıdır. Milleti aydınlatma, bu demektir. Millete hakikati izan edenler, kendilerinin de aldanmadığına emin olmalıdır. Arkadaşlar, benim bütün hayatımda takip ettiğim meslek budur!”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve şehitlerimiz, hakkınızı helal edin. Sizi yeterince anlayamadık, anlatamadık ama şimdi bunu yapabilmek için bir adım atıyoruz. Bu ülkede yapılan tüm haksızlıklara karşı çıkacağız ve bunu hep birlikte yapacağız. Yaptığımız gün de adaleti ayakta tutmuş ve helalleşmiş olacağız!
14 Mayıs bir demokrasi referandumudur. 2017 yılında yapılan ancak hileye kurban giden halk oylamasında (referandum) üç büyük ilde demokrasi kazanmıştı. Lütfen bunu da unutmayalım. Güç halktadır! Sonuç almak için azim, kararlılık ve aklı kullanmak yeterli olacaktır.
Canan Murtezaoğlu