Vatandaş Okuması

Bilgi ile büyüyelim, akıl ile yükselelim, beynimizi özgür kılalım!

Kalem Kardeşliği

Ebu Hanife ve demokrasinin iz düşümü


İnanıyor ve düşünüyorum ki, çoğu okuyucumuz bu başlığı yadırgayabilir, ilginç bulmayabilir. Altı yıl öncesine kadar ben de size yakın düşünce ve ön kabullerde idim. Fakat Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Ebu Zehre’nin Ebu Hanife hakkındaki kitaplarını okuyunca, bu olağanüstü aklı bir yere not ederek; Roma ve Yunan kültür ve tarihi üzerinde çalışmalar sonucu, neden İslam dünyasında, Türkiye dışında demokrasinin tutunamamasının nedenlerine yoğunlaştım.

İki tarihsel çizgi vardır:

a) Dinler yapılaşmaları itibarıyla kurucuları tarafından monoteist değil aslında monoterm olarak aktarılmıştır. (Allah’ın kelamı İbrahim oğulları için yani Musevi, Hristiyan ve Müslüman için tek kabul veriyor; ya biat ya da ikincil kişisin, iktidarı alınca sana seçenek vermiyorum. Bunun örnekleri ne acıdır ki kalemle değil hep kanla yazılmıştır.)

b) Ama insan, nasıl ki Prometheus tanrılardan bilgiyi çalıp ve işkenceye direnç göstermesi gibi, bu seçeneksiz din sürecine karşı binlerce yıldır taşıdığı bilgilerle yeni düşünceler ve anlayışlarla açılımlar yapmış ve çözümler getirmiştir.

İslamiyet’in oluşumu 610 yılında ilk vahiyle başlar ve Peygamber’in ölümüne 90 gün kala, 23 yılda sona erer. Hz. Muhammed, İslamiyet’in çerçevesinde insanlığa önemli mesajlar vermiştir:

– inandığına aracısız ibadet edebilme özgürlüğü
– kişilerin değerlendirilmesinde soy sop, hanedan mensubiyeti değil, liyakatın asıl olması
– hangi sosyal pozisyonda olursanız olun, kararlarınızın dayanağının meşveret yani istişare ve maslahat yani yeniliğe açık olması.

Hz. Muhammed hem zamanın fotoğrafını çekerek dine yalnız peygamber sıfatı ile değil devlet adamı kişiliği ile de çerçeve çizdi ve yukarıda belirttiğim meşveret ve maslahat kavramları ile dinamik bir din bıraktı. Fakat tarihsel gerçeklikte, insanlığın temel bir inkâr edilemez ve yönlendirici DNA’sı vardır;  bu da İktidar olma, güç kullanarak yönetme iştahı.

Musevilik ve Hristiyanlık bu DNA fırtınasından kurtulamayarak eşitlikçi, sevgi dolu, paylaşımcı ve yardımsever bir önerme ve önerilerden Rabbi ve Papaların oligarşisine taşınarak, kuruluş amacını unutarak insanlığı bin yıllık bir karanlığa gömdü.

Hz. Muhammed öldüğü gün kapının önünde iktidar savaşları başladı ve ayrılık, nifak, taraftarlık tohumları yeni oligarklar yarattı. Dört halife dönemi, anlatıldığı gibi devri saadet değil, fetret ve karışıklık içindedir ve  giderek Peygamber’in ilkelerinden İslam toplumu uzaklaşır ve bunun tepe noktası Hz. Muhammed’in dizinde oynattığı torunu Hz. Hüseyin’in Müslümanlarca yalnız bırakılarak katledilmesi ve Şam da halka gösterilmesidir. Nerede Peygamber sevgisi! Hangi tepki ?

Bu süreç, Muaviye gibi art niyetli kişilerin yolunu açar ve Hz. Peygamber’in ilkelerine ters olarak  hanedanlıklar bütün İslam dünyasını, Türkiye Cumhuriyeti kuruluncaya kadar ele geçirir. Zulüm ve taassup toplumları geri bıraktırmaya başlar.

Peygamber’in yaktığı ışık Arap-İran-Türk dünyasında bilim ve felsefeyi yaşama getirir. Özellikle Hristiyanlarla, Zerdüşt dini, Mani dini ile temas, felsefe bilim gibi akıl yürütme yöntemleri İslam medrese ve uleması arasında revaç bulur.

Ebu Hanife İran kökenli bir Mevali (Arap olmayan Müslüman halklar için kullanılan bir terimdir.)  dedenin torunu olarak MS. 699’da Kûfe’de doğar ve 767’de Bağdat hapishanesinde kırbaç ve zehirle öldürülür.

Ebu Hanife yani Numan bin Sabit çocukluğundan itibaren çok iyi eğitim alarak, özellikle fıkıh konusunda daha sonra Hanefi mezhebini oluşturacak çok yüksek ilmi değerlendirmeler ve tebliğler yazmıştır. Ömrünün yarısını Emevi döneminde, yarısını da Abbasi döneminde geçirmiştir. Her döneminde dik duran bir âlim olarak gerek siyaseten gerekse dini yorumlarındaki açılımlardan dolayı tepki çekmiştir. Mazlumlardan yana tavır koyarak Alevilere yapılan baskılara karşı çıkmıştır.

Ebu Hanife’nin, yaşadığı tarihsel ortamdan önce dünya ölçeğine göre çok ileri kabulleri ve önermeleri vardır. Tarih nehrimizdeki kayığımızı geriye doğru yüzdürürsek, kamu yaşamının temel haklarının uzun tarih sürecinde, küresel bazda ne kadar az bir coğrafyada yaşatılmaya çalışıldığını biraz da hayretle gözlemleyebiliriz.

Birinci deneme, Yunan demokrasi -ki, buna Atina demokrasisi derler- denemesi devlet adamı Kleisthenes tarafında M.Ö. 570’ler de maddeleşip gelişerek M.Ö. 332’ de İskender’in kılıcı ile sonar erer. İkinci deneme, Roma Cumhuriyeti M.Ö. 509’da kurulup Senato ve Pleb (halk meclisi) tarafından yönetilir. Kanunların üstünlüğü, seçilerek gelen yöneticiler ve de vatandaşlık hukukunun oluşumu bir tarihsel ışıktır. Hatta Yunanlı bir rehine olan Polybius M.Ö. 2. yüzyılda yazdığı bir eserde tarihte ilk defa yürütme, yargı ve yasamanın ayrı olmasını önermiştir ki bu görüş 1500 yıl sonra Fransız düşünür Montesquieu tarafından yaşama geçirilmiştir. Bu kamusal yaşam formatları ilkinde üç yüzyıl ikincide beş yüzyılda gelişmiş ve olgunlaşmıştır. Çünkü fikri taşıyan aydınlar hep olmuştur. Kayığımızın bulduğu üçüncü deneme Orta Doğu rıhtımındadır. İslam dinamizminin ilk yüzyılında M.S. 700’lerde kamunun sesini duyuracak ilk hukuk yapılanması Ebu Hanife’nin çalışmalarıdır. İnsan kolayca “üstadı azam” olmuyor, bakınız temel öngörülere!

– İnsan rey ehlidir; yani mevcudu değerlendirip, gereksinme ve koşulları inceleyerek akıl yolu ile hem güncelin hem de geleneklerin üstüne çıkabilir.

– Ortak akıl kamuoyu olup yapısı ve kararları ve tepkileri göz ardı edilemez. Ebu Hanife aynı zamanda çok iyi bir tüccar olarak, insan ilişki ve davranışlarına hakim olduğundan, fıkıh konularında bu yapılanmanın çok yönlülüğünden faydalanmıştır.

– Kıyas (karşılaştırma) yaparak meselelerde akıl yürütülmesini, örneğin ibadet ayetleri dışında bütün ayetlerde nedensellik aranmasını önerir.

– İstihsan yani daha güzel ve iyiyi arama, yaşam dinamizmini sağlayarak gelenekçi ve icma yoluyla durdurulan ilerlemeyi, yenileşmeyi bir ölçüde diyalektiğe olanak sağlamaktır.

Vaka metodu ile çözüm, özellikle medresede talebeleri ile yapılan derslerde geçmiş ve mevcut durumları, vakaları, bir model durumuna getirip, bu modele ilerde hangi meseleler yüklenir ve çözümleri ne olur çalışmaları ile hukukun genel hükümlerini oluşturmuştur.

Ebu Hanife’nin, “rey, kamuoyu, kıyas ve istihsan” konularındaki açılımlarını, kendisini iyi inceleyen İsfahanlı Ragıp’ın dediği gibi akıl komutan olacaktır” gerçeğini anlatmıştır.

Burada hep beraber düşünelim: Bu saydığım fikir dünyası demokrasinin temel yapı taşları değil midir? Ebu Hanife bunları söylerken ve talebe yetiştirirken, bütün dünya otorite ve bağnazlık altında inlemektedir. Ebu Hanife;  zındıklık, kâfirlik  ve benzeri siyasi suçlamalarla öldürüldü. Ne yazık ki onun açtığı bu yol üç asır süren İslam medeniyet ve bilim dünyasında yer bulamadı. Kendisinden sonra gelen ulema felsefe, bilimle uğraştılar ama bu konuya kimse devam etmedi. Mutezile gibi, üstelik aynı tarihlerde doğmuştur, aklı esas alan bir akım siyasetten uzak durmak için bu konuya destek vermedi. Bugünkü anlamıyla bir aydın pısırıklığı içinde siyasi iktidar peşinde koştular. Hanefilik bir mezhep olarak yürüdü ama bu dört madde hiçbir zaman “ben Hanefi mezhebindenim” diyenlerin aklına da gelmedi!

Grek ve Roma kamuoyu kültü nasıl tekrar tarihte yer buldu ve modern demokrasi oluştu? Bunu daha önce anlatmıştım ama özünde bilimselliğin sürekliliği ve düşünce ahlakının cesaret ve direnci vardır.

M.S. 8. yüzyılda başlayan Arap-İran-Türk topluca İslam kamuoyu yapılanması, Ebu Hanife ile başladı ve söndü. Kanımca Orta doğu ve Orta Asya’nın kent kültürü zayıflığı, milli yapılanmaların dağınıklığı, yönetimlerde bireysel otorite tercihi, halkın aydınları benimseyip sahip çıkmadaki yetersizliği ve İslam dininin Ebu Hanife dışındaki yorumcularca akıl yerine “Nass” esasını öne almaları ile biat etme, Kur’an’daki Allah’a biattan kula biata dönüştü. Bir de giderek yöneticilerin bilim ve felsefe yerine toplumu cami cemaati ile yönetme tercihi ile parıldayan her şey söndü. Elde kalan fetih, ganimet, ticaret oldu ama bu süreç de 18. yüzyılda sona erdi.

Bu bataktan Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkması bir Mustafa Kemal mucizesidir ve bu dördüncü denemedir.

Tarih bize bazen güneşler veriyor ama faydalanmasını bilmiyoruz.

Cenap Murtezaoğlu 

 

 

Yararlanılan Kaynaklar:
Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk;  İmamı Âzam Ebu Hanife, Yeniboyut Yayınları, İstanbul 2009
Muhammed Ebu Zehra; Ebu Hanife (biyografi)
Cemil Sena; Hz Muhammed’in Felsefesi, 1967 baskısı
NOT: 06.04.2021 tarihli yazının genişletilmişidir.

 


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir