Samsun’a çıkış öncesinde Vahdettin’le görüşmeler…
Ekim 1917… Sultan Reşad (V. Mehmed) Alman İmparatoru’nun genel karargâhına davet edilir. Ancak bu ziyareti yapabilecek durumda değildir. Onun yerine veliaht Vahdettin’in gitmesine karar verilir. Enver Paşa, Mustafa Kemal’e, Vahdettin’e eşlik edebilir misin diye sorar. Durumu ilginç bulan Mustafa Kemal’in yanıtı olumlu olacaktır.
Kolordu Komutanı Naci Paşa, Mustafa Kemal’in Vahdettin’le yolculuk öncesinde tanışması gerektiğini belirtir. Paşa, Mustafa Kemal’in Harp Okulu’ndan hocasıdır.
Mustafa Kemal, Vahdettin’in sarayında, Naci Paşa ile buluşmasını şöyle anlatır: “Bizi, sarayın içinde Arap halılarıyla örtülmüş bir salona açılan kapıdan bir odaya soktular… Henüz girdiğimiz bu odada ayakta dururken, çok laubali görünen redingotlu adamların içinde bir başka redingotlu adam belirdi. Kanepenin sağ köşesine oturdu. Ben karşısındaki koltuğa oturdum. Öbür taraftaki koltuğa Naci Paşa oturdu. Bu kişi bir defa gözlerini kapadı, derin bir vecde daldı, neden sonra yeniden gözlerini açtı, bize lütfen iltifat etti.
– Sizinle müşerref oldum, memnunum.
Yeniden gözlerini kapadı… Cevap vermek mi, vermemek mi gerektiğinde tereddüt ettim… Onda, bir defa daha, konuşma yeteneği olup olmadığını anlamak için beklemeyi yeğledim. Biraz sonra gözlerini açtı… İtiraf edeyim ki bir deliyle karşı karşıya bulunduğumuzu hemen hissetmiş, fakat mantıksal karşılıklı konuşmaya girişmekten kendimi alıkoymuştum.”
Mustafa Kemal, Saray’dan çıktıktan sonra Naci Paşa’ya, Vahdettin’i, “zavallı, bedbaht, acınası” olarak değerlendirecek, Naci Paşa’nın cevabı da, “öyledir,” olacaktır.
***
Tren Almanya’ya gitmek için İstanbul’dan ayrıldıktan sonra (Aralık 1917) Veliaht Vahdettin Mustafa Kemal’i salonuna davet eder ve şöyle der: “Affedersiniz Paşa Hazretleri, birkaç dakika öncesine kadar kiminle yolculuk etmekte olduğumu bana açıklamamışlardı. Ancak, trenin hareketinden sonra aldığım bilgi üzerine gıyaben çok tanıdığım ve takdir ettiğim bir komutanımızla birlikte bulunduğumu anladım. Ben sizi çok iyi bilirim. Arıburnu’nda ve Anafartalar’da yaptığınız bütün işleri ve kazandığınız başarıları tümüyle biliyorum. Siz, İstanbul’u ve her şeyi kurtarmış bir komutansınız. Birlikte yolculuk etmekte olduğum için çok memnun ve kıvançlıyım.”
Mustafa Kemal, bu sözler üzerine hayret ettiğini ve aralarında “mükemmel, ciddi ve içten sohbetler” olduğunu anlatacaktır. Mustafa Kemal, İstanbul’da görüştüğü, belki de koşullar nedeniyle “garip bir hal gösteren” Veliaht’ın, İstanbul dışına çıkınca kişiliğini olduğu gibi göstermekten çekinmediğini düşünecek ve kendisine bütün durumları aktarabileceğini umut edecektir.
Mustafa Kemal birçok defa Vahdettin ile görüşür. Ancak, aynı doğrultuda konuşmak istediği bir görüşmesinde, Padişah Vahdettin’den; “Paşa, ben her şeyden önce İstanbul halkını doyurmak zorundayım. İstanbul halkı açtır. Bunu sağlamadıkça alınacak her önlem yersiz olur.” cümlesini duyar. Vahdettin yine gözlerini kapamıştır.
Mustafa Kemal’in, o anki düşüncesi; “Tilki huyunda her entrikasının her gün tanığı olduğum yüzlerce örneğinden biri karşısında bulunduğuma büyük üzüntüyle inandım.” şeklindedir; yine de cevap vermekten çekinmez: “… İstanbul halkını doyurmak için alınması gereken önlem ve girişimler, zat-ı şahanenizi bütün memleketi kurtarmak üzere alınması gereken kaçınılmaz ve acele önlemlere başvurmaktan alıkoyamaz… Bütünün esenliğini sağlayacak çalışma ancak makinanın bütününün işlemesiyle mümkün olur… Devleti, ulusu ve bütün çıkarları savunan kuvvet başkasının elinde bulundukça sizin padişahlığınız da sözde olmaktan kurtulamaz.”
Padişah da bu sözlere karşılık olarak: “Ben gereken şeyleri Talât ve Enver paşalar hazretleriyle görüşürüm!” der. Oysaki daha birkaç ay önce henüz veliaht iken Talât ve Enver paşalardan nasıl tiksindiğini anlatmıştır.
Mustafa Kemal, Vahdettin’in maksadını anlar. Ayağa kalkar ve izin ister. Vahdettin yine gözlerini kapamış ve hiçbir şey söylemeksizin elini uzatmıştır. Mustafa Kemal bu durumu: “Vahdettin karşısında benim vicdani görevim son bulmuştu.” cümlesiyle ifade edecektir.
***
Yine bir görüşme istenir… Mustafa Kemal, Padişah’ın yanına girer. Padişah, Alman generallere konuşmaktadır, bu sefer gözleri açıktır. Mustafa Kemal’i, “çok beğendiğim ve güvendiğim” bir komutan diye takdim eder. Oturduklarında da Mustafa Kemal’e, Suriye’ye komutan olarak atandığını ve hemen o ülkeye gitmesi gerektiğini söyler. Alman generallere bakarak da bu komutan, dediklerimi yapabilir, der. Mustafa Kemal o andaki düşüncelerini şöyle aktaracaktır: “Benim yerimde bir ahmak olsaydı ne kadar sevinecekti. Ben ise bir entrikacı karşısında bulunduğumdan ne kadar üzgündüm. Düşündüm, diyeyim ki: Padişah hazretleri, bana öyle bir görev veriyorsunuz ki o görevi yerine getirmekle görevli komutanlar yerlerindedir. Beni onların üstünde bir başkomutanlıkla mı görevlendiriyorsunuz? Eğer böyle ise çok kıvançla iradenizi kabul edeceğim. Fakat şüphe etmiyorum ki bunun farkında bile değilsiniz! Vaktiyle istifa ederek haklı sebeplerle bıraktığım orduya -ki o ordu bugün yenilmiştir, orada bulunan bütün ordular gibi- beni onun başına gönderiyorsunuz. O halde bütün bu irade buyurulan görevleri yapmaya nasıl muktedir olurum?”
Yıl 1919 ve son görüşme…
Mustafa Kemal Yıldız Sarayı’nın bir salonundadır. Pencereden görünen manzara, birbirine paralel duran düşman zırhlılarıdır. Padişah’ın dirseklerini dayadığı masada ise bir kitap vardır. Padişah şöyle der: “Paşa, paşa, şimdiye kadar bu devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba geçmiştir… Bunları unutun! Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden önemli olabilir. Paşa, paşa, devleti kurtarabilirsin.”
Mustafa Kemal bir kez daha hayrete düşer. Yabancı hükümetlerle ilişkiler arayarak devletini ve saltanatı korumaya çalışan Vahdettin gerçekten samimi midir? Aldatıldığını mı anlamıştır ya da pişman mıdır?
Mustafa Kemal, başka konulara girmeyi tehlikeli bularak kendisine basit bir cevap verir, hizmette kusur etmeyeceğini söyler. Vahdettin’in niyeti bellidir; “İstanbul’a egemen olanların siyasetine uymak!” Mustafa Kemal’in görevi de “onların yakındıkları sorunları çözmek!”
Naci Paşa, huzurdan ayrılan Mustafa Kemal’i beklemektedir ve ona elindeki ufak kutuyu verir. Bu, kapağının üzerine Vahdettin’in sinyalleri işlenmiş bir saattir. Mustafa Kemal teşekkür eder ve hızla oradan uzaklaşırlar. Sonra o anları şöyle anlatacaktır: “Sanki Yıldız Sarayı’ndan çıktığımızı ve hareket etmek üzere olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatla, ayaklarımızın patırtısını işittirmekten korkarak saraydan uzaklaştık.”
Canan Murtezaoğlu
Yararlanılan Kaynak:
Niyazi Ahmet Banoğlu, Atatürk’ün İstanbul’daki Günleri, Alfa, s.36-42